Veba Geceleri’nde iktidar yapısı ve üslubun bazı ikilemleri

"Pamuk Veba Geceleri’nde roman kişilerini özellikle belirgin kılmamaya özen gösteriyor. Çünkü eserinde hiçbir 'karakter'in genel uluslaşma alegorisinin önüne geçmesini istemiyor. Ama bu yapıldığında da bir ikilem doğuyor. Roman kişileri onlara verilen tarihî, büyük rolleri üzerlerinde taşıyamıyorlar."

24 Haziran 2021 10:10

Veba Geceleri düvel-i muazzama (romanda çokça duyduğumuz tabirle) dışındaki ülkelerin uluslaşma çabalarını konu edinen, büyük bir roman. Kitap 20. yüzyıl boyunca sömürge veya yarı-sömürge ülkelerin benzer ulus olma sıkıntılarını içinde topluyor. Veba Geceleri bu süreci işlerken Batı dışında bir toplumu ele aldığı için doğal olarak bürokrasinin yani iktidarın etrafında dolaşıyor. Yazının ilk kısmında romanda dikkat çeken iktidar kavramı üzerine eğilirken, ikinci kısımda romanın üslubunda ortaya çıkan bazı açmazlara değineceğiz.

Minger Adası’na hükmeden iktidar biçimi

Minger, Doğu Akdeniz’de, Girit’e komşu, yarısı Hristiyan Rum, yarısı Müslüman Türk olarak tasvir edilen bir Osmanlı vilayeti. Burada yönetim mekanizmasının temelinde İstanbul’un atadığı bir vali bulunuyor. Vali Sami Paşa bazen Türklerin, bazen de Rumların canını yakarak adada düzeni tesis eden eski tip iktidar biçimini temsil ediyor. Vali adadaki tarikat şeyhini iktidarı için yanına alırken, ertesi gün ona cephe alabiliyor. Orhan Pamuk romanın ilk yarısında bu iktidarın kuruluş şeklini okuyucuya gösteriyor ve bir yandan da roman kişilerinin düşünme biçimlerinin oluşumu etrafında dolaşıyor.

Romanın ikinci yarısı veba ve karantina şartlarına halkı ikna etme tartışmaları etrafında şekilleniyor. Vali Sami Paşa, halkı karantinaya ikna edebilmek için en başta adadaki şeyhi kullanmak istiyor. Valinin düşünme biçimi imtiyaz veren veya seçkinlerle yönetimini tesis eden Osmanlı’nın iktidar biçimiyle uyumlu. Fakat bu hükmetme şekli veba sonrası Minger’de meşruiyetini yitirmeye başlıyor. Kitabın bir çeşit uluslaşma alegorisi olduğunu hesaba kattığımızda, her şeyin vebayla yani “felaketle” rayından çıkması ustaca kurulmuş bir sembol. İlerleyen bölümlerde vebanın komşu bölgelere sıçrama ihtimaline karşı düvel-i muazzamanın adayı zırhlıları ile karantinaya aldığını okuyoruz. Minger, bunun sonucunda dünyadan kopuyor. Vali’nin iktidar çeperi de böylece hesap verme alanının dışında kalıyor. Bu boşluğun ona verdiği hareket alanından faydalanan genç bir Kolağası, İstanbul’un gönderdiği yeni valinin de öldürüldüğü bir silahlı çatışma sonrası öne çıkarak Minger ulusunun kurtuluşunun bizzat kendilerinde olduğunu söyleyen bir devrimi başlatıyor. İhtilal Vali Sami Paşa tarafından sessizce kabul ediliyor.

İşgal ve yok olma tehditlerine karşı “hayatta kalma” etrafında temelleri atılan “Minger milletinin iktidarı” doğal olarak reaksiyoner bir şekilde inşa ediliyor. “Devrim” eski yönetimi olduğu gibi içinde taşımaya devam ediyor. Vali Sami Paşa, ihtilal sonrası da yerini koruyor, kolağasının yanında yer alıyor.

Ancak bu yanında yer alma kararı özünde, Vali’nin yerini muhafaza etme düşüncesiyle alınıyor. Devrimin etkisinin sönümlendiği ilk anlarda da zaten Vali Sami Paşa, “komutan”ın sembol hale gelmesini teşvik ederek yönetim mekanizmasını muhafaza ediyor. Dolayısıyla şahit olduğumuz hercümerç bir açıdan eski iktidarın dönüşümünden çok revize edilmesi gibi görünüyor. İhtilalin toplumsal kararları ve yasakları da büyük oranda vebayla yani “felaketle” baş etmek çevresinde toplandığı için Kolağası’nın balkondan haykırdığı liberté, égalité, fraternité sloganları pek hayata geç(e)miyor. Fransız devriminin ideolojisi, düvel-i muazzama dışında kalan çoğu ülkede olduğu gibi Minger’de de büyük oranda yeni iktidar için araçsallaşıyor. Pamuk, tüm bu göstermek istedikleri için Jale Parla’nın güzel bir şekilde betimlediği “görsel modern bir epik” olma yolunda bir dil inşa ediyor.

Veba Geceleri edebiyat veya dil derinliği ile uğraşmaktan öte, anlatmak istediklerini daha çok tarih metodunun içinde vermeyi tercih eden bir roman. Fakat bu üslup tercihi içinde bir ikilem barındırıyor. Yazının ikinci kısımda bunun üzerinde duracağız.

Romandaki üslubun çıkış noktası

Orhan Pamuk’un 1983 yılında yayınlanan Sessiz Ev romanında tarihçi karakter Faruk, Gebze Arşivi’nde, duyulmamış bir ülkenin mührüyle postalanmış bir mektup bulur. Osmanlı’da izine rastlanmayan bu esrarengiz ülke kaydı Pamuk’un dertli karakterini şaşırtır. Aradan bir yıl geçer, Faruk tekrar arşivin yolunu tutar. Fakat ortada mektup yoktur. Faruk roman boyunca bu ülkeye ve ülkede bahsi geçen veba salgınına dair bir iz bulmaya çalışır. Bu arama iştahıyla, alakasız kadı sicilleri de elinden geçer. Bir süre sonra Faruk birbirinden bağımsız farklı davaları ve hikâyeleri not ettikçe, tüm bu alakasız hadiselerin yan yana gelmesinden farklı bir haz duymaya başlar. Zamanla aldığı keyfi bir kitap yazarak başkalarında da uyandırmayı hayal eder. Şöyle düşünür:

“Başı ve sonu olmayan bir kitap yazmayı tasarladım. Kitabın tek ilkesi olacaktı: O yüzyılın Gebze ve yöresine ilişkin bulabileceğim bütün bilgileri, hiçbir önem ve değer sıralaması gözetmeden kitaba alacaktım. Böylece, et fiyatlarıyla ticari anlaşmazlıklar, kız kaçırma olaylarıyla isyanlar, savaşlarla evlilikler, paşalarla cinayetler kitapta birbirlerine bağlanmadan, yan yana, tıpkı arşivlerde durdukları gibi uslu ve alçak gönüllü dizileceklerdi. Budak’ın hikâyesini de bunların üstüne oturtacaktım; ama ötekilerden daha önemsediğim için değil, tarih kitabında hikâye arayanlara bir tane olsun verebilmek için. Böylece, kitabım sonsuz bir ‘tasvir’ çabasından oluşacaktı.

… Hiçbir belgeyi gözden kaçırmam, bütün olgular, teker teker yerlerini alır. Kitabımı, baştan sona, haftalar ve aylar boyu okuyan biri, sonunda, benim burada çalışırken hissettiğim o bulutsu kitleyi görür gibi olur ve benim gibi heyecanla mırıldanır: Tarih bu; tarih ve hayat bu işte...”[1]

Veba Geceleri, Faruk’un yıllar evvel düşündüğü üslubu bir şekilde uygulayan o kitap. Romanda adadaki kalenin tarihinden Osmanlı’da eczacılığın kurulmasına, gülsuyu üretiminin inceliklerinden padişahın evhamlarına kadar birbirleriyle veya romanın hikâyesiyle alakalı alakasız pek çok şey art arda veriliyor. Fakat burada Faruk’un yapmaya çalıştığından farklı olarak Pamuk konu dışına çıkma sebeplerini açıklama ihtiyacı duyuyor.

Yazarın konu dışına çıkma sebebini açıklaması, üslubun bir parçası olmaktan ziyade yazarın tercih ettiği anlatım ve romanlaştırma yönteminin aksamasıyla ilgili.

Pamuk’un tarihçi üslubu

“Çağdaş romancı için sanat, gerçeklerin yabancılaştırılarak anlatılması demektir. Yazar gündelik gerçeği yıkarak, onu yabancı kılarak, alışkanlıklarla sıradanlaşmamış yeni/özgür/özgün bir gerçeklik için ortam hazırlar; bu yeni gerçekliği yaratacak olan okurdur.”[2]

Kara Kitap ve Yeni Hayat  gibi romanlarında Pamuk eşyayı, düşünce kalıplarını, tarihî malzemeyi ve kişileri ustalıkla birbirlerinin içine geçirdi. Örneğin Kara Kitap’ta Boğaz’a düşen yeşil kalem sahnesinde Boğaz’ın hikâyesi ve karakterlerin açmazları ustaca birbirine bağlanır. Pamuk’un Proust’tan esinlenerek başarıyla kullandığı üslup Türkçede farklı kapılar aralarken, bir yandan da okuyuculara yeni bir dünyayı görme biçimi armağan etti.

Pamuk özellikle Kafamda Bir Tuhaflık romanından sonra nesnel tarihçi bakışıyla yazmayı daha çok tercih etti. Özellikle yazarın son romanları uzun zaman dilimlerine yayılırken, merkezde tarihçiliğin “çözümleyen” metodunu bir edebi araç olarak bilinçli olarak kullanıyordu. Tarih elbette malzemeyi “örme” gücü olarak edebiyat kalıplarından daha güvenilir bir alan. Tarihçi bakış açısı da Pamuk’un maziyi modern bir üslupla gören klasik dil kullanımına uygundu. Ülkenin son yarım asırlık sarsıntılı politik geçmişi, nesnel tarihçi diliyle yazıldığında Althusser’in edebiyata atfettiği güç ortaya çıkıyor ve eser, edebi vuruculuğu sağlayabiliyordu.

Veba Geceleri’nde de yine Pamuk söylemek istediklerini dilin kapsayıcılığı içinden değil, tarihçi nesnel bakışla veriyor. Bir romancı için olaylara dışardan bakan “aktarıcı” dil her şeyi anlatabilme özgürlüğü sağlıyor görünse de, anlatılan dönemin uzaklığı burada bir paradoksa yol açıyor. Özellikle Minger Adası gibi sıfırdan kurulan bir dünya söz konusu olunca, zaten bilinmeyen bu yeni âlemin renklerini tarihçi mesafesiyle anlatmak, okuyucunun romanın dünyasını anlamlandırmada zorluk çekmesine sebep oluyor. Yani Pamuk Tolstoy’un önemsediği, edebiyatın “özdeşlik kurduran” üslubunu tarihî sorunları nesnel verebilmek için feda ederken yarattığı âlemi gerektiğinden fazla uzak kılıyor. Bu ikilemi açabilecek anahtar olarak roman kişileri iyi bir çözüm olabilecekken, Pamuk kişilerini de olabildiğince romanın yalnızca bir “parçası” kılarak bu yöntemden de uzak duruyor. Kitabın girişinde Mina Mingerli’nin söylediği, kişilerin kararlarının etkisi için roman sanatına başvurulması böylece istenen amaca ulaşamıyor.

Veba Geceleri’nde roman kişisi sorunu

“İnsanların yaşantısı konusunda bildiğimiz her şey, sadece özgürlüğün zorunlulukla olan belirli bir ortaklığından yani bilinç ile aklın kanunları arasındaki ilişkiden başka bir şey değildir.”[3]

Pamuk’un romanda Tolstoy’un mistik yüce tarih bakış açısından değil ama bu büyük romancının “tarihi harekete geçiren özgür irade mi yoksa iktidarlar mı” sorusundan etkilendiğini görebiliyoruz. Örneğin romanın 31. bölümünün girişinde yazar bu tartışmaya ortak oluyor:

“Biz de tarihî bir kişinin karakter ve huylarının zaman zaman tarihi etkileyebileceğinize inanıyoruz. Ama bu kişisel özelliği belirleyen yine tarihin kendisidir.”[4]

Tolstoy, Savaş ve Barış’ta tarihi öğeleri, iktidar mekanizmalarını, mekânları romanın içinde kullanırken, tarihin “eseri” kişilerini de konturları koyu olacak şekilde epik romanın içine yerleştiriyordu. Burası önemli bir nokta. Tolstoy tarihî bir roman yazarken ne olursa olsun roman kişilerinin iç dünyalarını ve açmazlarını ayrıntılarıyla vermeye özen gösteriyordu. Bunu yapmasının sebebi en başta kişilerin tarihe etkisini göstermekti. Fakat bunun yanında okuyucuya özdeşlik kuracağı kişiler sunmanın ve roman dünyasını “içerden” göstermenin öneminin de farkındaydı.

D. Shmarinov'un çizgileriyle Tolstoy'un Savaş ve Barış'ındaki kahramanlardan bazıları.

Pamuk, Tolstoy’dan her ne kadar etkilense de Veba Geceleri’nde roman kişilerini özellikle belirgin kılmamaya özen gösteriyor. Çünkü Pamuk eserinde hiçbir “karakter”in genel uluslaşma alegorisinin önüne geçmesini istemiyor. Ama bu yapıldığında da bir ikilem doğuyor. Roman kişileri onlara verilen tarihî, büyük rolleri üzerlerinde taşıyamıyorlar. Örneğin Fransız Devrimi hayranlığı yalnızca okuduğu bir iki kitapla üstünkörü verilen Kolağası’nın birdenbire Telgrafhane Baskını gibi büyük bir olaya girişmesi inandırıcılıktan yoksun kalıyor, edebi bir efekt oluşturamıyor.

Pamuk aslında güzel Akdeniz adası Minger’i en başta bize Pakize Sultan karakteriyle tanıtarak iyi bir başlangıç yapıyor. Tarihimizdeki sorunlarla iç içe geçmiş kişisel dertleri Pakize Sultan’ı mekânla ve öyküyle başarılı bir şekilde birbirine bağlıyor. Osmanlı devletinde kadının yeri ve bürokrasi mücadeleleri titizlikle veriliyor onun sayesinde. Fakat sultanın rolü kısa sürede zayıflıyor. Roman bir tarih anlatısı olma yolunda yazıldığı için Pakize Sultan öyküsü de kitabın içindeki bir başka roman gibi görünüyor. Eserin içindeki bu dönüşümler üslubun çeşitlenmesinden çok kopukluk yarattığı için romanı olumsuz etkiliyor.

Bazı yazarlar romanlarında anlatmak istedikleri için roman karakterlerini olabildiğince sembolleştirirler. Bu elbette bir risktir. Ama bahsi geçen tüm bu romanlar gün sonunda söylediklerinin büyüklüğü ile risklerin üstesinden gelirler. Yani bu verilmesi gereken bir tavizdir çoğu zaman. Örneğin Thomas Mann’ın Majesteleri Kral romanı yok olmaya başlamış aristokrasiyi bir prensle sembolize ederken, yeni burjuvaziyi de müstakbel gelin olarak tasvir eder. Kişisel dünya, karakterin düşünceleri burada da olabildiğince az verilir. Fakat romanın sonunda tüm taşlar yerine oturur. Tüm semboller verilen mesajın “ahengi” içinde yerlerini bulur. Veba Geceleri dağınıklığı ile sonunda ahenk yaratmada zorlanan bir roman.

Pamuk’un Kar romanı sembolleştirmenin başarılı örneklerinden biriydi. Kitabın sonunda olup bitenler: darbe, sahnelenen oyun tüm taşların başarılı şekilde yerine oturmasını sağlarken romanın söylemek istedikleri Ka karakterinin açmazlarıyla iç içe geçiyordu. Karakterin aşkı, hayattaki yerinin belirsizliği romanın göstermek istedikleriyle ustaca sarmalanıyordu. Fakat Kar’ın arka yüzü gibi duran Veba Geceleri’nde roman öğeleri belli bir “merkezin” veya “mesajın” veya “hayata dair derin bir görüşün” –Pamuk’un tabirleri–[5] etrafında birbirlerinin içine giremedikleri için bir ahengin parçası olmada sorun yaşıyorlar.

 

NOTLAR: 


[1] Orhan Pamuk, Sessiz Ev, Can Yayınları 1986, s. 175.

[2] Yıldız Ecevit, Orhan Pamuk’u Okumak, İletişim Yayınları, 2008, s. 131.

[3] Tolstoy, Savaş ve Barış Cilt II, İletişim Yayınları, 2013, s. 886.

[4] Orhan Pamuk, Veba Geceleri, YKY, 2021, s. 205.

[5] Orhan Pamuk, Saf ve Düşünceli Romancı, İletişim Yayınları, s. 115.