Okumama tavsiyeleri

Nuray Mert'ten karantina günlerinde okunmaması gereken kitaplar, kulak asılmaması gereken iddialı değerlendirmeler için birkaç tavsiye...

18 Mayıs 2020 13:00

Her tür baskıyı meşrulaştırmak için kullandıkları, ‘içinden geçtiğimiz şu olağanüstü süreçte’ sözü ilk kez gerçek bir olağanüstü hale işaret eder oldu. O nedenle ben de bu söz ile başlayayım, içinde bulunduğumuz şu olağanüstü süreçte okuma tavsiyesi yapmanın riskli bir hale geldiğinin farkındayım. İki ay evde hapis veya dışarda tedirgin bir hayat süren en okuma meraklısı insanlar bile kitaptan ve hatta her şeyden soğudu. Bilinmezlik, tedirginlik içinde insanın içinden hiçbir şey yapmak gelmiyor, kendini ekmek pişirmeye verenler hâlâ sıkılamadı mı bilemiyorum ama benim çevremdeki herkes her şeyden fazlasıyla sıkıldı. O halde, size ‘okumama’ tavsiyesi yapayım ben.

Bir kere, her olayı entelektüel bir çerçeveye sokmak meraklılarının tavsiyelerine kulak asmayın. Öncelikle, tarihten salgın örnekleri üzerine hiçbir şey okumayın, zaten asabımız bozuk, eskileri kurcalamaya hiç gerek yok. İlk akla gelip öne çıkarılan Camus’nün Veba  ve Thomas Mann’ın Venedik’te Ölüm  romanlarına sarılan oldu mu bilemiyorum, ama daha önce okuduysanız tekrar okumayın, hiç okumadıysanız ilk kez elinize almayın. 

Popüler filozof  Alain de Botton’un Mart ayı sonlarında New York Times’da yazdığı  “Camus on the Coronavirus” değerlendirmesine baktım. (Yazının Türkçe çevirisi de Medyascope'ta var.) Evet, tam isabet, Veba sadece salgın konulu bir roman değil, Camus’nün insan hayatının kırılganlığı, saçmalığı ve ölümün en temel meselemiz olduğu felsefesini işlediği eserlerinden biri. Yani bizi derin derin bu konuları düşünmeye sevk eden bir roman. Bence, zaten karamsar olduğumuz bir sırada olayı deşmek insan ruhuna iyi gelen bir şey olmasa gerek. Thomas Mann’ın Venedikte Ölüm’ü kolera salgını ile bitiyor, ama bir salgın romanı değil, yadırgatıcı da olsa şaheser bir aşk romanı bu. Bence daha önce okumadıysanız şu sıkıntılı günlerde romana yazık etmeyin, tekrar okumak niyetindeyseniz daha önceki okumanızın tadını bulacağınızı hiç sanmam.

Sizi bilemem, ama ‘korona sonrası dünya’ temalı tüm büyük laflardan ve yorumbazlıktan bana gına geldi. Bakın, her zaman ‘dizi dizi inci, yorumbazlıkta birinci’ Žižek hiç vakit geçirmeden, ‘dünyanın geleceği komünizm’ mealinde çıkış yapmadan duramadı. Siz siz olun, eline kalemi alanın üzerinize üzerinize gelmesine izin vermeyin, daha az iddialı dolayısıyla daha makul değerlendirmeleri, zaten biraz düşünseniz siz de akıl edersiniz.

Ahir zaman Fukuyama’sı Noah Yuval Harari, tabii bu furyada geri kalamazdı, 21 Mart’ta Financial Times’da uzun bir değerlendirme yazısı yazdı – ben sadece onu okudum, sonra hikmet yumurtlamaya devam etti mi bilemiyorum. Berbat bir yazı; koronavirüs devlet gözetleme ve kontrolünü iyice attırabilirmiş; a sahi mi? Böylesini kimse düşünemezdi, o düşünmüş, taşınmış ‘sağlık mı, kontrol altına girmek mi?’ ikilemini aşmak için bir yol bulmuş; vatandaşları güçlendirmek ve inisiyatifi onlara vermek.  Mesela, ‘elimizi sabunla yıkamak’: Tüm televizyon kanallarında saatlerce el yıkama muhabbetine Harari daha derinlikli bakıyor; 19. yüzyılda hijyenin keşfedilmesinin insanlık için ne kadar büyük bir adım olduğunu hatırlatıyor. Devam ediyor: Eskiden bu adet yokken, şimdi milyonlarca insan ‘sabun polisi’nden korktuğu için değil, faydasını kavradıkları için sabunla el yıkıyormuş. Bakın ‘sağlık mı, özgürlük mü?’ diye seçim yapmak zorunda kalmadan bazı meseleler nasıl da kolayca çözülüyor. Tabii bu arada insanların seçim yapma şansı olduğu varsayılıyor. ‘Sabun polisi’ni bilemem ama normal polislerin, ‘seç bakalım özgürlük mü, güvenlik mi, sağlık mı?’ gibi bir seçimimiz olduğunu dikkate alacaklarını sanmıyorum.   

Bir de ‘ulusların içine kapanması mı, küresel yönetim mi?’ ikilemi ile karşı karşıyaymışız. Bu olay göstermiş ki, içe kapanmak iyi bir fikir değilmiş, küresel ‘birliğe her zaman olduğundan daha çok ihtiyaç duyduğumuz günlerden geçiyor’muşuz! Hay Allah, insanlar bunu koronavirüsten önce nasıl akıl edememiş, içe kapanmalara, silahlara, savaşlara ne gerek varmış, iyi kalpli bir küresel yönetim her şeyi çözebilirmiş.

Siyasetin, tarihin her döneminde her kılıf altında zuhur eden, hırs ve açgözlülük yarışı olduğu, ‘hayatın bayram olup insanların el ele tutuşması’ önünde nasıl bin bir engel teşkil ettiği Harari kardeşimizin hiç aklına gelmiyor. Hadi bırakalım, tarihin her devrini, ‘talan tanzimi’nin diğer bir adı olmuş olan ‘siyaset’lerin her ülkeye mahsus aldığı türlü şekilleri… Kapitalizmin, tıp bilimini nasıl ticarileştirdiği, insan sağlığı mevzusunun akla en son gelen şey olduğu, en gelişmiş kapitalist ülkelerde parasız sağlık sistemlerinden ne zamandır vazgeçildiği veya hiç uygulanmadığı, baş tacı edilen ABD’de, parası olmayanın ucuz da olsa bir dişçi bulup dişini bile çektirmekten aciz kaldığını hiç duymamış, bilmiyor. Gerçi, Trump yönetimine söyleyeceği bir çift lafı yok değil, işbirliğinin faydasını kavramayıp en yakın ABD müttefikleri olan AB’yi bile küstürmüş. Ama, artık tavrını değiştirse de, çoğunluk “hiç sorumluluk almayan, hatalarını kabul etmeyen, devamlı başarıları kendi hanesine yazıp, tüm suçu başkalarına yükleyen liderlere” bundan sonra prim vermeyecekmiş. Bu anlamda ‘her kriz aynı zamanda bir fırsat’mış, bakın adamdaki düşünce derinliğine, bunlar kimin aklına gelebilirdi ki!

İyi ki var, beş on yılda bir çok satan bir kitapla piyasaya çıkan düşünce insanları, yoksa nasıl temize çekilebilir bu denli kirli bir dünya! Koronovirüs gerçekten de iyi bir fırsat!