Niçin “Türkçe” edebiyat?

"Afrika’nın eski Fransız sömürgelerinden çıkmış önemli yazarlar vardır, Frantz Fanon, Léopold Senghor, Ousmane Socé gibi. Onlara “Fransız edebiyatı” demek gülünç olur, özellikle de birçoğunun Fransız sömürgeciliğine karşı, Afrikalı kimliği uğruna nasıl mücadele ettikleri hatırlandığında."

Deleuze’den, Guattari’den söz edilen bir tartışmada benim söyleyeceklerim mutlaka çok basit kaçacaktır, ama yine de şu kısa notu yazmak istedim.

Bir onomastik sorunuyla karşı karşıyayız. İngilizcede “English”, Fransızcada “Français”, İspanyolcada “Español”, Almancada “Deutsch”, İtalyancada “Italiano” ... tabirleri, hem belirli uluslara mensup olan insanlara denir, hem de o insanların konuştuğu dile. Yani o dillerde “Türk” ve “Türkçe” arasındaki farkın muadili yoktur. Örneğin “the English speak English” dediğinizde, “İngilizler İngilizce konuşur” demiş olursunuz, yani “English” kelimesi aynı cümle içinde iki farklı anlam taşır. Peki, tartışma konusu olan “Türk edebiyatı/Türkçe edebiyat” benzeri bir ayırım onlarda yapılamaz mı, yapılırsa nasıl yapılır?

Sözgelimi Afrika’nın eski Fransız sömürgelerinden çıkmış önemli yazarlar vardır, Frantz Fanon, Léopold Senghor, Ousmane Socé gibi. Onlara “Fransız edebiyatı” demek gülünç olur, özellikle de birçoğunun Fransız sömürgeciliğine karşı, Afrikalı kimliği uğruna nasıl mücadele ettikleri hatırlandığında. Dolayısıyla da kendilerine “littérature de langue française” yahut kısaca “littérature francophone” denir, yani “Fransız dili edebiyatı” yahut “Fransızca konuşanlar edebiyatı”.

İngiltere’nin de, malûm olduğu üzere, bir zamanlar “üzerinde güneşin hiçbir zaman batmadığı” bir imparatorluğu vardı. Dolayısıyla Chinua Achebe, Salman Rushdie, V.S. Naipaul, Arundhati Roy gibi İngilizce yazan önemli yazarlar vardır. Kendilerine “English literature” denmiyor, çünki İngiliz değiller. Eskiden “Commonwealth literature” denirdi, şimdilerde “post-colonial literature” deniyor. Ama bugün İngilizce dilinde yazan en önemli yazarlardan bazıları bunlardandır.

Bunlar gibi, Latin Amerika edebiyatına “literatura Española” denmez, daha ziyade “literatura Hispanoamericana” yahut “Latinoamericana” denir, Isabel Allende, Mario Vargas Llosa yahut Gabríel García Márquez gibi.

Falan, filân.

Türkçede ise insan ve dil için farklı kelimeler vardır. Yani İngilizcede hem Türk insanına, hem Türkçe diline “Turkish” denir, ama Türkçede iki farklı kelime kullanılır. Bu durumda, “Türk edebiyatı” mı, “Türkçe edebiyat” mı demeli sorusu, dilin özellikleri tarafından kendiliğinden cevaplandırılmıyor, bilinçli bir seçim yapmak lazım.

Evet, Türkçe Türklerin dilidir, ama her Türkçe konuşan yahut yazan Türk olmuyor. Nasıl ki her İngilizce yazan İngiliz, her Fransızca yazan Fransız olmuyorsa. Türkçe yazan Kürtler, Ermeniler, Yahudiler vb. var. Türkçe yazdıkları için Türk olmadıkları gibi yazdıkları da “Türk edebiyatı” olmuyor.

Hattâ bırakın “Türkçe edebiyat” demeyi, belki “Türkiye Türkçesi edebiyatı” demek en doğrusu olur, bilmiyorum. Ne de olsa Azerî edebiyatı, Türkmen edebiyatı, Almanyalı Türklerin Türkçe edebiyatı vb. de var.

1970’li yıllarda “Türk mü, Türkiyeli mi?” tartışması vardı, şimdiyse “Türk edebiyatı mı, Türkçe edebiyat mı?” tartışması. Bir arpa boyu yol gidemedik yani. Ben illâ ki “Türk edebiyatı” denmeli diyenleri açıkcası anlayamıyorum. Her halükârda “Türk edebiyatı” tabirinin isteseler de istemeseler de, milliyetçi ve dışlayıcı bir çağrışım yaptığı gerçeğiyle yüzleşmeleri gerekiyor. Kendilerine böyle duygular isnad etmiyorum, ama tercihleri bu yönde. Bunu inkâr etmek mümkün görünmüyor bana.

 

GİRİŞ RESMİ:


Osmanlıca ve Karamanlıca bir çeşme kitabesi:
“Sâhibü’l-hayrât, içenlere âfiyet, yapdırana rahmet / Sahip-oul-hağirat, itzenlere aafiğiet, ğiaptirane rahmet”.