Merhaba size Vasili Grossman

"Çok az edebiyatçıyla birlikte Ermenileri bir imge, bir simge olmaktan çıkarıp bir bedene kavuşturmuş yazarlardan biri de kuşkusuz Grossman’dır."

29 Temmuz 2021 15:30

Yaz geldi. Yaz geldi. Bin kere de söylesem bitmiyor yaza hevesim. Sabah dükkânının önünden geçiyordum, bunları söyledi Suriyeli Süryani terzi Naim Mirza. Gülümsedim. Trene bindim, işe gittim, trenden indim, eve geldim. Yaza nasıl aşk dolu şarkılar söyleyeyim, zamanım yok ki… Mecbur, Naim’i dinlemekle yetindim. Kitap okuyan insanlarla da karşılaştım, ham yorumlarla da… Emperyalizm azgelişmiş halklardan çalıyor, beyaz uluslara veriyormuş; onlar da bu sayede okuyor, bira içiyor, trenlere biniyorlar, yağmanın tadını çıkarıyorlarmış. “Ayıp ediyor terbiyesiz beyaz uluslar” dedim. Para biriktirmek dışında bir derdi olmayan yol arkadaşım biraz bozuldu. Gülmeyelim mi hal ve gidişatın bunca kötü açıklanmasına? Saat sabahın 7’sinde birinin elinde Vasili Grossman’ın An Armenian Sketchbook adlı gezi kitabı gözüme çarpınca “ben de okuyayım artık bunu” dedim. Kulağımda Naim Mirza’nın sesi. Yaz geldi. Yaz geldi. Haziran neredeyse bitiyor oysa. Yaz geldi ama gökyüzünün rengi mi yoksa tadı mı demeli, nesiyse işte o kaçmış. Tam bir yanık havası. Dünyanın tepesini ateşe vermişler gibi, çoğunlukla kirli dumanlı bir gökyüzü.

Andığım kitap Taşlar Ülkesine Yolculuk adıyla, 2017 yılında Aras Yayıncılık tarafından neşredilmiş. Biraz bahsetmek gerekirse eğer, Grossman’ı dünyada “Sovyetler Birliği’nin Tolstoy’u” namıyla tanıtıyor yayıncıları. Grossman duysa bu tanıma öfkelenirdi gibime gelir benim hep. İvo Andriç de Balkanların Tolstoy’udur hani. Teşbihte hata olmaz mı hiç, bal gibi olur; oğullar fazla babalarına benzetilmemeli.

Büyük yapıtı Yaşam ve Yazgı’yı Sovyet sansüründen kurtaramamış bir yazardır Ermenistan’a doğru yolculuğa çıkan Grossman. Ermenistan’a, Ermenilere dair bilgi sahibidir giderken. Gittiği memleketin halkına geldiği Rusya’dan bohçasında neler getirdiğini kendi kendine sayar döker. Komik, eciş bücüş Ermeniler, Rus halkının gündelik dilinde aşağılanmış yoksullar, zenginler, yemek kültürü, aşk meşk, folklor… Bütün bunları bu küçücük kitapta bile yer yer uzatmak, baymak pahasına ortaya serer döker, hesaplaşır. Bütün halklar gibi Ermeniler de sizin aşağılamalarınızla aşağılık varlıklara dönüşmezler, der. İyisi var ayısı var, Erivan’ın çok güzel bir pazarı var, içinde bahçası var, bağı var, ayvası var, narı var…

Ermeniler bildiğimiz gibi Rus edebiyatında da, Avrupa edebiyatında da bir yarı imge, henüz vücut bulamamış bir hayalet olarak epeyce yer tutarlar. Çehov’un bazı öykülerinde uyanık köylü, anasının gözü tüccar Ermeni’ye rastlarsak eğer, Balzac romanlarında, özellikle Kibar Fahişelerin İhtişamı ve Çöküşü’nde tıpkı Yahudiler ve Çingeneler gibi Ermeni kadınlarını da bir güzelliğe bürünmüş görürüz. Anlatıcının yardımına hemen bir çöl yetişir. Kadın anadır, topraktır, toprak yeşeremiyorsa bırak yeşermesin, bu güzel kadın içimizi yeşertecektir. Dünyanın sokakları onun ayakları altındadır; gezmiş, çile çekmiş, demlenmiş gelmiştir. Görgüsü etkileyicidir. Yani biraz arabesk, Doğu’nun en eski Hıristiyan halklarından birini anlamak için bile Hızır olur, hizmetinize hazır ve nazırdır. Öyle Musa Dağ’da Kırk Gün gibi romanlara hayat kazandırmak güneşe karşı beş on bin birden ölmeden kolay kolay olmuyor.

Bağlayacağım yer şurası aslında. Grossman uzun zamandan beri gündelik dilin, onun da ötesinde edebiyatın konusu olan bir ulusun topraklarına gidiyor. Ermenilere sarılması, hani deyim yerindeyse Ermenileşmesi biraz da bundan. Çok az edebiyatçıyla birlikte Ermenileri bir imge, bir simge olmaktan çıkarıp bir bedene kavuşturmuş yazarlardan biri de kuşkusuz Grossman’dır.

Tüm yapıtındaki gibi burada da Grossman yazıda bir kalemde güzeli aramaz. Güzel yazmaz. Güzel imge vermez. Güzel satırlara göz dikmez. Özgüveni yüksektir. Yolculuk boyunca alter-egosu onu bir an olsun yalnız bırakmaz. Yazara farklı sıfatlar bulur (çevirmen mesela) ve Ermenistan’la söyleşir durur. Bir tek insan da değildir Grossman’ın derdi. Bütün Ermenistan’dır. Ama insanı da, hayvanı da, doğayı da iyi görür. Çoğul olana tekili, tekil olana çoğulu feda etmez. Yazdıkça satırları da, öyküleri de arınır, yıkanır. Güzel Grossman’da cümlenin sonunda yer alır. Anlatı bittiğinde öykü kendi güzelini bulmuştur. Grossman’ın yazısı şöyle gelişiyor olabilir: Konu kafasında birikiyor, kalemi eline alıyordur, sözcükler onun önü sıra yürüyorlar, kaçışıyorlardır ama o onları bir yere bırakmıyordur. Gelin buraya bakalım, sizinle birlikte bir dünya kuracağız. Onun yazarlığında bir önceki vasat, olmasa da olur cümleyi bir sonraki olağanüstü öykü toparlayacaktır böylece. Sözcükleri kovalar, yakalar, dönüştürür. Kolay iş değil ama adam Yahudi, o çağların Yahudisine kolay ekmek de yok hani!

Eğer (imrenilesi bir çalışkanlıkla öykü, deneme, roman üreten) Behçet Çelik’in kitabın yayınlanmasıyla eş zamanlı K24'te yazdığı yazısından el alacak olursak:

“Taşlar Ülkesine Yolculuk, sadece seyahati sırasında gördüklerinden ve izlenimlerinden ibaret değil Grossman’ın, dışarıyla bağının seyrelip kendi içine döndüğü şaşırtıcı bölümler de içeriyor. Bu arada şunu da eklemeliyim; Grossman’ın romanlarında metin çok doğal bir biçimde denemeye yaklaşıverir kimi zaman, anlatıcı olayları şerh etmez, ama sanki hızını alamayıp araya girer, bir şeylerden söz ediverir.”

Grossman Yahudi bir yazar olduğunu, belki de aileden asimile olmuşluğuna bir tepki olarak hep belirtir. Es geçilecek gibi değildir bu onun için. Hem tamamlayamadığı romanı Her Şey Geçip Gider’deki gibi rejim takıntılıdır. Yahudiler orada da Yahudi oldukları için kolaylıkla cehennemi boylarlar; hem de burada Grossman’dan önce de, sonra da büyük Yahudi yazarlar vardır. Onları sever, sayar, onurlandırır, bazılarını da yer yer küçümser. Hem de Ukrayna kökenlidir. Faşistlere annesini, teyzesinin ailesini, daha pek çok yakınını kaptırmıştır. Üstelik tanıktır. Almanya’daki mahkemelerde onun yazdıkları okunmuş, Treblinka’daki dehşet biraz da bu sayede gün yüzüne çıkmıştır.

“Peki ama Ermenistan bu Yahudi yazarın nesine?” diye sorulabilir. Grossman İsrail’e gidemeyince Ermenistan’a gelmiş gibidir. Eh, annenizi görmeniz mümkün değilse teyzenize gidersiniz; onda da annenizi anımsatan pek çok şey vardır.

Durumun izahı için Dovlatov’a başvurabiliriz aslında:

“Bir zamanlar bana uslu ve yazgısına boyun eğer gibi görünen Elena’nın İsrail’e göç konusunda gösterdiği kararlığa şaşıp kalıyordum. O zamanlar Sovyetler Birliği’nden dışarı adım atmak Mars’a yolculuk gibi bir şeydi.”[1]

Dovlatov’a göre çok daha karanlık bir dönemde yaşamış olan Grossman başında bunca belayla ancak Sovyetler Birliği’nde gezebilirdi. O halde Balzac’ın aklına ham haliyle gelen Ermeniler Grossman’da niçin bir bütün halini bulmasın ki? Pek çok ulus birbirine benzetilir. Ağır yazgıları dolayısıyla Ermeniler de Yahudilere yakındırlar. Yahudi gibi sürülür, hayat kurar, onu da gasp eder birileri, yenisine azmeder gâvur yahut çıfıt… Bitmeyen kavga.

Tipik emperyal Rus aydını değildir Grossman; kitap boyunca da milliyetçiliği alaya alır, uzun uzun milliyetçilerin hödüklüğünden bahseder durur. Bunlardan biri de Hraçya Koçar’ın romanını Rusçaya çeviren, Grossman’ın iş ortağı Hasmik Daronyan’dır. Ermenileri abartıyor, büyütüyor, yere göğe sığdıramıyordur. Şovenizme gelemez yazarımız. SSCB’de bozulan komüne karşın Grossman enternasyonal bakış açısını koruyordur.

Ailesi asimile olmasına rağmen Vasili Semyonoviç Yahudi’dir ama Rus hinterlandını evi gibi görür. Ukrayna’dan Ermenistan’a, bir uçtan diğerine gider gelir, öyküler anlatır. Kendisinden bir kuşak küçük, Gürcü vatandaşı Ermeni sinemacı Sergei Paracanov’un sinemasını Ukrayna’da yapması gibi, Grossman’ın da bir entelektüel olarak evi dağınıktır. Haliyle Ermenistan’da da yabancılık çekmez, halkını tanıyordur, sıra hanenin kapısını çalmaya geldiğinde gider çalar.

Halklarını gözlemler; Ermenistan’ın yanı başında Türkiye, Türkiye’nin bu yakasında Kürt köyleri vardır. 1915’in hatıraları canlıdır. Gözlemler, dinler, kayda geçirir. Malakanlarla, Ruslarla tanışır. İçer, ağır yemekler yer, mide ağrıları çeker, tuvalete zar zor yetişir, utanır, kaygılanır, Ermenistan’dan döndükten bir iki sene sonra da zaten mide kanserinden ölür.

Hraçya Koçar’ın romanı Rusçaya çevrilmiştir. Erivan’a gelen yazarımız bu çeviriyi edebileştirecektir. Böylece başyapıtı Yaşam ve Yazgı’ya el konmasını biraz olsun unutacaktır, hem para da kazanacaktır. Bu çeviri yöntemini Azra Erhat-A. Kadir ikilisinin Homeros çevirilerinden de anımsarız hani. Biri baklavayı pişirir, diğeri şerbetlendirir diyelim de keyiflenelim. Malum, mevsim yaz. Komşu Naim Mirza akşam sabah susmuyor hem. Yaz geldi. Üstüne bir de aşı geldi.

Yazarımız gezi boyunca bir kez olsun kitabıma el koydular diye yakınmaz (şahidim). İşine bakar, Ermenistan’ı gezer. Gezi boyunca Ermenistan’ın delilerine, Malakanlara, köylülere ve hayvanlara ve dağlara dair çok içten öyküler anlatır. Ben bazı bölümlerin altını çizdim, onları daha sonra tekrar tekrar okuyacağımı biliyorum.

Bugün Erivan’a gidenlerin ilk göreceği şey yüksekçe bir tepede Ermenistan Ana heykeli olacaktır. Bir ulus-devlet için daha iyisi bulunamaz bir simge. Tepede tüm heybetiyle duruyor. Çocukları bu ananın dizlerinin dibinde oturuyorlar. Öncesinde bu heykelin yerinde devasa bir Stalin heykeli vardır. Yüksekçe bir diktatör heykeli, hayal etmesi çok kolay. Nasılsa bizim de 1001 odalı sarayımız var, diktatörün gövdesini silahlar, kurşunlar, gülleler, askerler, köylüler, bilmem daha neler destekliyor. Manzara Grossman’da tiksinti uyandırmıştır. "Hani her şey emeğin olacaktı? Stalin bütün hayata kayyum atamıştır.

Heykelin etrafında ilginç öyküler anlatır Grossman. Savaş muhabiri olduğunu anımsarız. Svetlana Aleksiyeviç gibi güçlü röportajcıların kimlerden el aldığını anımsarız. Stalin sonrası tartışmalar başlamıştır, Ermenistan da homurdanıyordur. Madem Kruşçev kısmen de olsa Stalin’in suçunu günahını kabul etti, o halde heykelinin başkentte durmaya, bütün bir ülkeye hükmetmeye ne hakkı vardır ki? Halkın bir bölümü heykelin yok edilmesini ister. Diğer bir bölümü bu fikre karşı çıkar. Köy kolhozundan dünyanın parası toplanmıştır heykel yapılırken, kaldırılacaksa bile heykelin gömülmesini önerenler dahi çıkar. Devran bir kez daha Stalin’den yana dönerse ahali bir kez daha para ödemeyecektir. Grossman, Stalin’e karşı ağır bir tiksinti duyar, ama gerçeklikten de kopmaz. Heykel tartışmalarının içinde bir de bir deli vardır: Antreas. Antreas Batı Ermenisidir. Atranik Paşa ile birlikte soykırım sırasında Osmanlı’ya karşı direnmiştir.

Antreas, Stalin’in faşizmi durdurduğunu düşünür. Haliyle heykelini de Türk ajanları ortadan yok etmiştir. Ermenilerin Stalin’e ne gibi bir garezi olabilir ki? Grossman işte bu tür öyküleri bir gezi kitabında dahi o kadar güzel dönüştürür ki, diliniz damağınız kamaşır adamın yeteneği karşısında.

Daha böyle pek çok güzel öykü vardır bu küçücük gezi kitabında. Bu yaz gezecek olanlar her nereye giderlerse gitsinler, Grossman’ın gezi notlarını yanlarına almayı ihmal etmesinler bence. Grossman yolculukları boyunca onlara çok şey anlatır. Turist olmamak şartıyla…

Nitekim herhangi bir turistin zaman kaybedeceği bir şey değildir Grossman’ın kendinden “Çevirmen” diye bahsettiği şu satırlar:

“Çevirmenin okşamak istediği koyun ise yardım ve himaye beklercesine eşeğe sokuldu. Bu durum tarifi olmayacak bir şekilde dokunaklıydı: İçgüdüsel olarak koyun, ona uzanan insan elinin ölümün taşıyıcısı olduğunu hissetmişti ve işte ölümden kaçmak istercesine, çeliği ve termonükleer silahı yaratan bu elden korunmak için dört ayaklı eşeğin himayesine sığınıyordu.”[2]

Ne diyelim işte… İnsan yavrusu kuş misali. Grossman Moskova’dan kalkar, Ermenistan’a gider; Naim Mirza’nın dedeleri Hakkari’den Suriye’ye gider; Suriye’den Avusturya’ya gelir. Üstüne bir de yaz gelir. Sonra bir de her şey geçip gider.

 

NOTLAR: 


[1] Sergey Dovlatov, Bavul, çev. Faruk Ünlütürk, Cem Yayınevi, İstanbul, 2004, s. 74.

[2] Vasili Grossman, Taşlar Ülkesine Yolculuk, Aras Yayıncılık, İstanbul, 2017, s. 56.