Makro düzlem, mikro düzlem

“Has edebiyat en kapsamlı özetin bile anlatmaya yetmeyeceği, yerini başka hiçbir metnin tutamayacağı yaratımların diyarıdır. Kavramlarımız ise, mutlaklaştırmaksızın ve fazla bel bağlamaksızın, düşünceye yol yordam sağlayabilecek birer gereç. Diyeceğim, makro ya da mikro düzlem yapıtı olmak genel bir değer ölçütü değil, yapıtla ilişki kurmada yol açıcı olabilecek gereçlerden biri, nihayet bir bakış açısıdır.”

20 Ekim 2022 22:30

 

“Edebiyat bazen makro adaletsizlikleri mikro düzeylerde daha iyi gösterebiliyor, çünkü biz okurlar ne de olsa mikro boyutlara daha yakınız ve iktidarlar da 'bahtımız' gibi boy boy.”

Yukarıdaki cümle Kitap24’te yayımlanan 2018 tarihli “Edebiyatın adaleti” başlıklı yazımdan. Çeşitli bağlamlarda, içerdiği öğelerin üzerinde durmak istediğim bir cümle.

Bu öğelerden “makro/mikro düzlem” kavram çiftinin kurmaca okurken zihnimde belirmesi epey eskidir aslında, ancak adını Burhan Sönmez’in ilk romanı Kuzey’i okurken koymuştum. Sönmez’le daha sonra, 2016 sonbaharında Bakırköy Kapalı Kadın Cezaevi’nin avukat görüş kabinlerinden birinde tanıştık. Tam bir sürprizdi benim için o ziyaret: Sönmez’in hukukçu yanı dikkatimden kaçmıştı. Tipik bir gecikmeci okur olarak, kendisini yalnızca Kuzey’in yazarı olarak biliyordum. Sohbet arasında romanıyla ilgili fikrimi de söyledim: Şiirsel bir roman, bir mikro düzlem romanı. Pek tepki vermedi diye hatırlıyorum. Belki sempatik de gelmemişti, ne de olsa “mikro düzlem” teknik kokulu, iktisat gibi disiplinleri çağrıştıran bir kavram. Aynı kavram Sönmez’in yanı sıra başka bazı yazarlar ve yapıtları için de geçmiştir aklımdan: Sait Faik, Bilge Karasu, Oğuz Atay, James Joyce, Marcel Proust, Max Frisch, Jorge Luis  Borges, García Márquez, Latife Tekin, Sema Kaygusuz, Aslı Erdoğan, Barış Bıçakçı, Şule Gürbüz... Bu yazarların yapıtlarında genellikle olay örgüsü belli belirsiz kalırken, dikkatimiz daha çok anlatımın sözcük, cümle, paragraf, vb. mikro denebilecek öğelerine, oralarda olup bitenlere yönelir; yazının getirdiği olanakların alabildiğine biriktiği modern dönemin “sonrasına” geçişin göstergeleri gibi... Anlatılması, özetlenmesi olanaksıza yakın metinlerdir bunlar. Olay örgüsü büsbütün yok olmamış, arka planlarda, belli belirsiz işlemektedir.

“Makro düzlem” yapıtları ise anlatılabilir metinlerdir, masal ve efsane geleneklerinin devamcısı olan bir yanları vardır. Aynı zamanda Roland Barthes’ın kullanımıyla, “okunabilir (Fr. lisible)”[1] niteliktedirler; olay örgüleri belirgin, hatta belirleyicidir. Barthes “klasik” metinlerin bu çerçevede, okuru pasifleştirebilen metinler olduğunu düşünmüştür. “Makro düzlem” derken benim de aklımda O’Henry ve Bekir Yıldız gibi öykücüler, Jane Austen, Charles Dickens, Puşkin, Tolstoy, Halit Ziya, Halide Edip gibi romancılar vardır. Bazı yazarlar ikircim uyandırır bu açıdan. Sözgelimi büyük Oscar Wilde’ı hangi listeye alacaksınız? Hep söylendiği üzere, has edebiyat en kapsamlı özetin bile anlatmaya yetmeyeceği, yerini başka hiçbir metnin tutamayacağı yaratımların diyarıdır. Kavramlarımız ise, mutlaklaştırmaksızın ve fazla bel bağlamaksızın, düşünceye yol yordam sağlayabilecek birer gereç. Diyeceğim, makro ya da mikro düzlem yapıtı olmak genel bir değer ölçütü değil, yapıtla ilişki kurmada yol açıcı olabilecek gereçlerden biri, nihayet bir bakış açısıdır. Barthes’ın “okunabilir” olanla karşıtlaştırdığı “yazılabilir (scriptible)” metin kavramının da tıpkı Umberto Eco’nun “açık yapıt” dediği metinler gibi, çoklu yorumlara (bu anlamda “yeniden yazılmaya”) elverişli olana işaret ettiğini ve yolunun mikro düzlemle kesiştiğini söyleyebiliriz. Barthes’ın diline çevirecek olursak, mikro düzlem romanları “okunabilir”den çok, “yazılabilir” romanlardır.

Peki ya Zadie Smith’in kullandığı o kavram çifti?

Geçenlerde Zadie Smith’in 2008 tarihli “That crafty feeling (Şu becerme duygusu)”[2] başlıklı yazısında “makro planlayıcı yazarlar (Macro Planners)/mikro idare yazarları (Micro Managers)” adını verdiği kavramları görünce heyecanlandım tabii; benim kullandığım “mikro düzlem yazarı/makro düzlem yazarı” biçimindeki kavramlarla olan “kesişimselliği” fark etmemek mümkün değildi. Yine eskiden rastlamış ve bir güzel unutmuş olma hallerinden biri mi gelmişti başıma? Yanıttan emin olmak zor. Şu kadarını söyleyebilirim: Tam olarak aynı içerikte değil bu kavramlarımız: Zadie Smith “yazmak” bağlamında, önsel kaygılarla kullanıyor kendi kavram çiftini; yazılmışı anlamaktan çok, yazılacaklara yönelik olarak, yani kurmaca yazarlarının yazma edimi öncesinde, demek önsel olarak başvurdukları yordamlar bahsinde düşünüyor bunları. Gerçi onun bu kavramlarını “okumak” ya da “eleştirmek” gibi bağlamlarda, sonsal olarak da kullanmak mümkün. Zaten yazmak da okumanın ve eleştirmenin bir türü, hatta daniskası değil midir?


Zadie Smith

Zadie Smith de kendi kavramlarını “çirkin” buluyor, herhalde soğuk, hesapçı gibi geliyor ona da bu sözcükler. Ayrıca, günümüzde disiplinler arası terim alışverişine karşı olan da çok. Yine de kendisinin “mikro idare yazarı” olduğunu söylemekten geri durmuyor. Zaten kastettiği, romanın da tıpkı binalar gibi (o arada inşaat eğretilemesine başvuruyor), bir bütün olarak önceden planlanmış olması ya da olmaması durumudur. “Mikro idare”den kastı ise, herhangi bir bütünsel plan olmadan, romanın sonu dahil her şeyin yazarken kararlaştırılması ve cümleleri, paragrafları ya da bölümleri sözcük sözcük, cümle cümle yaratmaktır. Onun bu anlattığı, sayısız yazardan roman yazma süreci konusunda işittiğimiz bir açıklamayı çağrıştırmıyor mu? Hatta romanı kendisinin yazmadığını, romanın (ya da öykünün/şiirin) kendi kendisini yazdırdığını söyleyenlere az mı rastlamışızdır? Bütünsel plan hiç mi yoktur akıllarında peki, bu son tür yazarların? Öyle anlıyorum ki, akıllarında bir plan olsa bile, mikro düzlemcilerde o plan her zaman metnin dokusuna, örüntülerine, malzemesine göre dallanıp budaklanmakta, daha da ötesi, kılık kıyafet değiştirmektedir.

“İdare”den, “planlama”dan söz etmek edebiyat söz konusu olduğunda hoşumuza gitse de gitmese de, bu akıl yürütmede Zadie Smith ile yollarımızın kesiştiği bir gerçek. O, ikinci terim olarak “plan”ı ve “idare”yi ekliyor, bense Smith’in kendi romanları açısından mutlaklaştırdığı ayrımı, “öne çıkarmak” fiilinin de yardımıyla göreli-dereceli bir kavrayışa elverir hale getirmek gereğini duyuyorum. “Makro planlayıcı” ya da “makro düzlem yazarı” diyebileceğimiz pek çok klasik yapıtın bünyesinde, deyim yerindeyse “etini budunu” oluşturan öylesine “mikro düzlem” metinleri, metin parçaları vardır ki, onlarsız suları buharlaşıp yok olmuş bir gezegene dönüşebilecektir yapıt. Örnek gerektirmeyecek kadar aşikâr bir gerçek bu. Dolayısıyla, her iki listenin de esas olarak bir ağırlıklandırma sonucu olduğunu söylemek belki daha doğru. Bileşimin yapıttan yapıta farklılık gösterebildiğini...

Burhan Sönmez’in ilk romanı Kuzey’de mikro boyut daha ilk sayfada çarpar sizi: “Üşüyen teni gerildi, parmaklarındaki sızı kaydı. Bir an sessizliğin içinde başka bir sessizlik oldu.” Şiir okuyor gibiyizdir. Gerçekçiliğin “büyülü” denen türü geçer aklınızdan. Cümleler ayrı ayrı haz verir. Ve Kuzey, cümle cümle, neredeyse kesintisiz olarak bu yoğunlukta devam eder. Sanki yazar, becerikli insanların eskilerden yeni giysi dikmesi gibi, kendi –büyük olasılıkla gerçekten var olmuş– eski şiirlerini bozup bozup romanda değerlendiriyor gibidir. Ancak ilmekleri bulmanız hiç kolay değildir. Jameson’ı haklı çıkarmak gibi olmasın ama, romanın adından itibaren zihninize alegorik yorumlar sökün etmiştir zaten. Aslına bakılırsa dünyada ve bizim dünyamızda “Kuzey”den çok bir şey yoktur: Kuzey Afrika, Kuzey İrlanda, Kuzey Irak... Boş bir sayfasına “bir distopya” diye not etmişim romanın, öyle bir boyutu da var. “Güney”e göredir bu Kuzey belki. Ama bu neliğe ilişkin nefis bir tartışma için, 3. baskı, 81. sayfanın sonuyla devamına da bakılmalı.

Çokkültürlü bir roman olan Masumlar’da şiirsellik bazen küçük şiir parçalarına kadar varır, “şiir sanatı”nın ölmekte olduğuna ilişkin motifler içerir. (4. baskı, s. 134) Yoğunlaşmak için açıkça trajik bir ortam seçilmiştir bu kez: “Kardeşlerin adı hiç anılmazdı. Kini taşıyan tarafta Asya’nın kardeşleri, diğer tarafta Ferman’ın bilinmez kitapları okuyamadan ölen kardeşleri, hikâyede asıl kişiler olduklarını kabul ettiremeden gece sohbetlerinde isimsiz birer mezar gibi dururlardı.” (s. 11) Ve “Masumlar bazen günahkârların yükünü taşırdı”. (s. 92)

Labirent’ten: “Gelecekte alışveriş merkezlerinin bir ucuna doğumevi, diğer ucuna mezarlık yapılır.” (2018, s. 48)

Bu yazıyı, 2021’de çıkan Taş ve Gölge adlı romanın bütün o tarihsel panoramasıyla makro düzleme daha yakın seyrettiğini söyleyerek bitirebilirdim. Ama 2022 başlarında okuduğum İstanbul İstanbul’un 2015'te Orhan Pamuk’u yankılayarak her şeyi sil baştan etmiş olduğunu söyleyerek bitiriyorum.

 

 

NOTLAR:


[1] Roland Barthes, S/Z, çev. Sündüz Öztürk Kasar, YKY, 2006, s. 16 vb.

[2] Zadie Smith, "That crafty feeling", Culture.org. Yazıyı Türkçeye çeviren oldu mu bilmiyorum.

 

GİRİŞ RESMİ:

Burhan Sönmez, fotoğraf: Nazlı Erdemirel, Zadie Smith, fotoğraf: Justin Hollar