Kimlik ve Kundera’nın bakışıyla eylemin çelişkili karakteri

"Kimlik’i olaylarıyla, karakterleriyle, betimlemeleriyle bir bütün haline getiren, bir arada tutan harcın 'kaybetmek' kavramı olduğunu düşünüyorum. Kaybettiklerimizden geriye kalan ne? Bir beden ve kimlik olarak da kaybettiklerimizden geriye ne kalıyor? Nerede başlıyor ve nerede bitiyoruz?"

02 Eylül 2021 14:30

Milan Kundera gelmiş geçmiş bütün romanların “ben”in bilmecesi üzerine eğildiğini söyler. Yazar hayalî bir kişilik yarattığında kendiliğinden “Ben nedir, neyle kavranabilir?” sorusuyla karşı karşıya kalmaktadır. Kundera’ya göre bu, romanın roman olarak üzerinde yükseldiği temel sorulardan birisi.

İlk hikâyeciler insanın iç dünyasının keşfiyle henüz ilgilenmeye başlamadıkları için eylemin peşinden koşarlar. Eylemin eyleme geçeni betimlediği, bir anlamda onun portresi olduğu düşüncesinin karşılığını Decameron’da da, Binbir Gece Masalları’nda da görürüz. Psikolojik romanla birlikte “ben” arayışı yön değiştirir. Şimdiki zamanı yakalamaya çalışan iç monologlar devreye girer. Ama her yeni an bir sonrakini unutturacaktır. Kundera kurgusunu psikolojik romanın dışında bir yere koyuyor. Romanlarında iç monolog görmüyoruz. Ona göre ben’i kavramak için iç hayata yönelmek her zaman paradoksal bir tatminsizlikle son bulmuştur ve öyle olmaya da devam edecektir. Kundera’nın temel düşüncesi “ben”in kendi varoluş sorunsalının özü tarafından belirlendiği.

Roman –felsefeden de önce– varlığın, değişme imkânının kendisi olduğu düşüncesine varmıştır. Bunu edebiyat tarihine baktığımızda görebiliriz. Bilmenin zorluğu ve ele geçirilemeyen gerçeklik konusu ilk romana kadar (Don Kişot, 1605) uzanıyor. Bugüne gelirken yolda sapmalar olsa da Kundera romanı aynı perspektife çekmeye çalışıyor. Eylemin çelişkili karakterinin romanın en büyük buluşlarından birisi olduğu kanısında.

Kimlik, Milan Kundera’nın Fransızca yazdığı ikinci kitabı. Yavaşlık’tan (1995) sonra, 1998’de basılıyor. İlk romanı Şaka 1968’de, Çekoslovakya’da yayımlanmış. Yavaşlık’tan öncekiler Fransa’da yayımlandığı halde Çekçe yazılmış.

Kompozisyon sanatı –biçim– Kundera edebiyatının temel öğelerinden. Kimlik’e dikkatli bir okuyucu gözüyle baktığımızda o bütünlüğü, uyum duygusunu fark etmemek mümkün değil. Kimlik’i olaylarıyla, karakterleriyle, betimlemeleriyle bir bütün haline getiren, bir arada tutan harcın “kaybetmek” kavramı olduğunu düşünüyorum. Kaybettiklerimizden geriye kalan ne? Bir beden ve kimlik olarak da kaybettiklerimizden geriye ne kalıyor? Nerede başlıyor ve nerede bitiyoruz?

Ben’in ve kimliğin belirsizliği karşısındaki şaşkınlık Kimlik’in, hatta Kundera’nın romanlarının ve öykülerinin bütününe yayılmış durumda.

Roman Chantal’in Normandiya kıyısındaki küçük bir kente gelmesiyle açılıyor. Kalacağı otel Jean-Marc’la birlikte bir gezi rehberinde rastlantı sonucu buldukları bir yer. Jean-Marc ertesi gün öğleye doğru ona katılacak. Chantal’in otelin lokantasında tanık olduğu ilk olay iki garson kızın daldığı ateşli bir konuşma. Kızların kendilerini tutkuyla kaptırdıkları konu “Gözden Yitirdiklerimiz” adlı programda söz konusu edilmiş bir kayıp haberi. Böylece kaybetme kavramıyla romanın daha ilk sayfalarında yüz yüze gelmiş oluyoruz. Kavram romanın bütününü bir ağ gibi yavaş yavaş sarıyor. Chantal ve Jean-Marc’ın kaybolmaya başlayan aşkları ise merkezde yer alıyor. İki sevgili kaybettikleri aşklarını sorgularken bir varoluş-kimlik arayışı içine de giriyorlar.

Jean-Marc için aşkın kaybının belirtisi Chantal’in saflık ve sadakat sınırları içindeki varoluşunun başka bir gerçekliğe evrilmesi. Tanıştıklarında onun bedenini bütünüyle kırmızıya dönüştüren saflık nişanesini boşuna arıyor.

Chantal’in kendisi de gençliğini ve masumiyetini yitirmenin paniği içinde. Onun paniğinin kaynağı, bedenindeki değişimler ve erotik düşleriyle gündüz hayatının arasındaki çatlak. Varlığını derinden hissettiğimiz anlatıcı, kadının yaşamının gizlerinden biri olan bu gece karmaşasını açıkça dile getiriyor:

“… Chantal, Cleves prensesi, Bernardin de Saint-Pierre’in iffetli Virginie’sini, Avilalı Azize Teresa’yı ya da günümüzde insanlara iyilik yapmak için kan ter içinde koşuşturan Rahibe Teresa’yı zevkle düşlüyor; gecelerinden, itiraf edilemeyecek, kuşkulu, saçma bir çirkeften çıkar gibi çıkan, buna karşın gündüzleri el değmemiş ve erdemli birer insana dönüşen o kişileri düşlemekten zevk alıyor. Gecesi işte böyle geçti; her defasında, tanımadığı ve iğrenç bulduğu erkeklerle yaptığı tuhaf zevk âlemlerinden oluşan düşlerin ardından birçok kez uyanarak.”

Chantal, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ndeki unutulmaz karakter Tereza ile aynı kumaştan dokunmuş. Yazarın Gülünesi Aşklar adlı öykü kitabında yer alan “Otostop Oyunu”nu da atlamamak gerekiyor. Masumiyet temsili açısından öyküdeki kadın karakter, Tereza ve Chantal aynı aileden kanımca. Bunun yanında “Otostop Oyunu” için –kimliklerine ilişkin şüpheye düşen çifti düşünürsek– Kimlik’in prototipi demek bile mümkün.

Jean-Marc aşk ülkesinin topraklarında bulunduklarında Chantal’den güçlü. Onun çöküşe geçen zavallı bedeni karşısında hüsrana uğradığını görüyor. Sürekli değişen bedene yetişebilmek için belki de gözlerini birbirinden hiç ayırmamalılar. Ama Jean-Marc tehlikeli bir oyuna girişiyor. Amacı Chantal’i ölüm düşüncesinden korumak. Başka bir erkeğin maskesini kullanan Cyrano de Bergerac o artık. Virginie ve Cyrano bu hikâyede Chantal ve Jean-Marc olarak buluşuyor.

İnsan eyleminin nedensiz, hesaplanamaz, gizemli yanına da ışık tutuyor Kundera. Jean-Marc romanın bir yerinde, gidecek bir yeri ve cebinde yeterli para olmadığı halde, Chantal ile yaşadıkları evden çıkıp gidiyor. Hiç beklenmedik bir itkiyle anahtarını masanın üzerine bırakıyor. Bu onu gafil avlayan bir karar. Roman boyunca karakterlerin aniden ortaya çıkan bir güdüye, gelip geçici duygulanımlara kapılmalarının izini sürüyor anlatıcı. Biz de okur olarak anlatıcının izini sürüyoruz. Onun giderek derinleşen bakış açısı Chantal ile Jean-Marc’ın varlıklarını iyiden iyiye duyuruyor.

Romanın sonuna gelindiğinde anlatıcı Olimpos’tan başını uzatıp bize sırrını söylüyor. O da gördüklerinden emin değil. Bütün yaşananlar olasılık ağacının bir dalı sadece. Hatta roman boyunca olan biteni düşleyen kim, onu da bilmiyor. Kimlik her adımda okuyucusuna “Durumlar senin düşündüğünden karışık” diyor.