Kırılgan erkekliğin şiddetli şakası

Hiçbirimiz zorba erkekliği başka bir yıkıcı erkeklik versiyonuna ikame eden bir “şaka” istemiyoruz, değil mi?

Açılış sahnesinde bir aynanın önünde oturan Arthur ağzının iki yanını parmaklarıyla aşağı ve yukarı doğru zorlayarak çekiyor. Bu, Antik Yunan’dan gelen tiyatronun iki önemli durak noktasına güçlü bir imgesel göndermeyi hatırlatıyor. Oldukça keskin bir mutluluk ifadesi ve yine oldukça köşeli bir üzgünlük ifadesi. Birazdan Arthur’dan Joker’e dönüşümünü izleyeceğimiz kişi bize ne ile karşı karşıya kalacağımızın sinyalini veriyor.

"Joker: Hayatımın bir trajedi olduğunu düşünürdüm. Şimdi fark ettim ki bir komedi."

Hayranlık ve nefret ilişkisinin ötesinde, Joker filmi dayatılan erkekliği ve sonuçlarını tartışmak için bir imkân sunuyor. Lakin sonunda saptığı geleneksel çözüm yoluyla çok kıymetli bir “yeni erkeklik inşası” imkânını şimdilik ıskalıyor ve yeniden kırılgan umuttan kendini imha etmeye yol alan erkekliğe evriliyor.

Sanırım bu etkileyici sinema eserini ve olası etkilerini farklı başlıklarda tartışmak sanatın her daim vurgulanan gücünü yeniden düşünmek için de önemli bir fırsat.

Ne görüyoruz?

Todd Phillips’in Joker filminin açılış sahnesinden son sahnesine kadar büyük oranda erkekleri görüyoruz. Oyuncu kadrosuna sayısal olarak baktığımızda da bu sonucun ortaya çıkması doğal. Film boyunca karşılaştığımız erkekler henüz Joker olmamış Arthur Fleck’i zaman zaman sözlü zaman zaman fiziksel olarak taciz etmekten imtina etmeyen, geleneksel erkeklik kodlarını yüklenmiş kişiler. Gerek bir grup yeniyetme delikanlı, gerek palyaçoluk yaparak hayatını kazanmaya çalışan işçiler, gerekse ayrıcalıklı sınıfa mensup takım elbiseli kolluk kuvvetleri, beyaz yakalılar ve patronlar, her birinin ortak noktası oldukça sıradan erkekler olmaları. Kendilerini her şeyden ve herkesten güçlü gören, zayıf olana hükmeden, suratı asık, acımasız ve bir noktada Arthur’un dediği gibi, kaba insanlar.

Arthur zihinsel kondisyonuyla, yaptığı işle, fiziksel özellikleriyle ve hatta farklı espri anlayışıyla bu egemen erkeklik tarafından aşağılanıyor ve itinayla dışlanıyor. Her tarafta hukuksuzluğun, adaletsizliğin, işsizliğin, yoksulluğun ve sıçanların kol gezdiği, çöplerin dağ gibi biriktiği Gotham Şehri’nde Arthur, naifliği ve hastalığının yarattığı farklılık nedeniyle ya “görünmez” kılınıyor ya da nörolojik rahatsızlığının bir sonucu olarak tedirgin edici kahkahaları nedeniyle insanların uzak durmak istediği tekinsiz bir insan oluyor.

En büyük hayali komedyen olmak olan, annesi Penny’ye incelikle bakan ve onun hassasiyetlerini gözeten, insanlara zararı dokunmayan, zihinsel olarak yaşadığı sorunları çözmek için çaba sarfeden ve kimsenin gülümsemediği bir şehirde daima gülümsemesi annesi tarafından salık verilen bir erkek adım adım bir sosyopata nasıl dönüşür?

Ve sonra…

Bu zorlayıcı rutin başka felaketlerle taçlanıyor. Gotham Şehri’nin karanlık dünyasında Arthur haksızca işini kaybeder, sağlık sistemi çöktüğü için takip etmesi gereken yedi ilacı artık alamaz, annesi Penny hastalandığı için sahip olduğu tek ilgi ve sevgiyi temin edemez ve son olarak hayran olduğu sohbet programı yapımcısının alay konusu olur.

Arthur’un kendine has kimliği ve müşfik duyguları erkekler tarafından yağmalanır.

Komedyen olma hevesi taşıyan naif Arthur’un nihilist ve sosyopat bir şakacıya (Joker) dönüşümü, şiddeti kullandığı anda başlar. Bu ilk şiddet kullanımı uzun zamandır kontrolden çıkmış Gotham Şehri insanlarının zenginlere karşı ayaklanmasının önünü açar. Şiddet daha fazla şiddeti beraberinde getirir.

Arthur’un lider olmak gibi bir arzusu yoktur. Kendi ifadesiyle, o tek bir şey arzu etmiştir.

Arthur Fleck: Artık kendimi kötü hissetmek istemiyorum.

Peki, bir erkek kahramanın daha şiddeti meşrulaştırmasına ihtiyacımız var mı?

İki noktayı birbirinden net bir şekilde ayırmak istiyorum. Joker, başrol oyuncusu Joaquin Phoenix’in şahane performans sergilediği oldukça etkileyici ve güçlü bir sinema filmi. Özellikle zorbalar çağında yaşayan ve bu zorbalığın hedefi olan insanlar için anlamlı bir özdeşleşme vadediyor. Bu da hikâyeyi tehlikeli bir hâle getiriyor. Diğer taraftan, kadınların öykülerini kadınların ağzından duymuyor oluşumuz, kadınları neredeyse hiçbir kritik anda olaya etki ederken, karar alırken görmememiz de bir sıkıntı. Sanki kadın karakterler sükût ile cazalandırılmış. Mesela ana taşıyıcı öykülerden Penny’nin hikâyesini kendisinin ağzından dinlemememiz filmle ilişkilenişimizde handikap yaratıyor.

Bu göstergelerin etrafında filmin geneline dair şu soruları zihnimde döndürüp duruyorum.

Arthur Fleck’in Joker olmadan önceki kırılgan erkeklik hâlini ısrarla dışlayan toplumdan intikamını şiddet kullanarak ve her seferinde şiddetin dozunu artırarak alması mı gerekli? Bu acımasız erkekliğin panzehiri yine şiddeti kullanan başka bir acımasız erkeklik hâli mi? İnsanların ölüm makinesine dönüşen bir erkekle daha özdeşleşmesi içinde yaşadığımız çağda ne anlama geliyor? Hayatını değiştirmek isteyen hınç dolu erkeklerin dünyaya ne yaptığını bir daha düşünmemiz gerekmez mi? Yeni bir geleceğe açılabilecek bir ihtimal tekrar kin, öfke, nefret ve intikamla tıkanmış olabilir mi?

Joker gibi sarsıcı bir filmden yola çıkarak bu soruları sormak can sıkıcı, heves kaçırıcı görülebilir. Yine de eğer sinema ve/veya diğer görsel sanat dalları erkekliği tartışmaya açma yoluna giriyorsa, bugüne kadar temsili pervasızca çoğaltılmış nobran, müdanasız, şiddeti meşru gören ya da meşrulaştıran ve bu hâllerine alkış tutulmuş erkekliğin yerine nasıl bir erkeklik inşa edileceğine dair düşünmek de sanırım elzem. Erkeklerin yaşadıkları duygulardan sadece öfkeyi ifade etmelerine imkân veren dünyada, belki de şiddeti tamamiyle reddederek ve şefkati ana ilke olarak gören yeni bir değerler sistemi tahayyül ederek yeni bir olasılığa doğru açılabiliriz.

Nihayetinde, hiçbirimiz zorba erkekliği başka bir yıkıcı erkeklik versiyonuna ikame eden bir “şaka” istemiyoruz, değil mi?