Greta Garbo'lu bir İstanbul hikâyesi

"Üç farklı kentte (Stockholm, Berlin ve İstanbul) geçen bu hikâyenin ana kahramanlarını şöylece sıralamak mümkün: Filmin yapımcısı David Schratter, yönetmen Maurice Stiller, senaryo yazarı Ragnar Hyltén-Cavallius, oyuncular Greta Garbo ve Einar Hanson, görüntü yönetmeni Julius Jaenzon ile ekibe İstanbul’daki süreçte yardımcı olan Muhsin Ertuğrul."

31 Aralık 2020 19:30

Sinema tarihinde maddi sorunlar ya da anlaşmazlıklar nedeniyle çekilememiş ve yarım kalmış filmlerin sayısı bir hayli fazla. Ancak, bu gerçekleşmemiş projelerin pek azı tarihçelerde kendine yer bulabilmiş. İsveçli yönetmen Mauritz Stiller’in oyuncu Greta Garbo ile İstanbul’da çekmeyi planladığı film de bunlardan biri. Sinema araştırmacıları Bo Florin ile Patrick Vonderau’nun birlikte kaleme aldıkları Bir İstanbul Hikâyesi, gerçekleşmemiş bu projeyle ilgili bilinmeyenlere odaklanıyor.

Hazırlıklarına 1924’te başlanan ancak ortak yapımcılar arasındaki anlaşmazlık nedeniyle tamamlanamayan film, Almanya’da Saint Peterburglu Cariye (Die Odaliske von Smolny), İsveç’te ise Bir İstanbul Hikâyesi (En historia från Konstantinopel) adıyla biliniyor. Filme dair bugüne değin pek çok şey yazılıp çizilmesine karşın, elde yeterli bilgi bulunmadığından bunların çoğu söylentiden ileri gitmiyor. Florin ve Vonderau’nun ilgisi ise, Bir İstanbul Hikâyesi’nin kayıp sayılan senaryosunun arşivde bir tesadüf sonucu bulunmasıyla başlıyor. İkili daha sonra, İsveç’ten Almanya’ya, oradan da ABD’ye uzanan geniş çaplı bir araştırmayla film projesine dair derinlikli bir çalışmaya girişiyorlar. İşte onların ortaya çıkardıklarına bizim İstanbul cephesinden eklediğimiz bilgilerle, çekilmemiş bir filmin nefes kesen hikâyesi…  

Elbette her hikâye gibi, İstanbul Hikâyesi’nin de başlangıcı ve sonucu anlatıcısına bağlı olarak değişiyor. Üç farklı kentte (Stockholm, Berlin ve İstanbul) geçen bu hikâyenin ana kahramanlarını şöylece sıralamak mümkün: Filmin yapımcısı Trianon AG’nin başındaki David Schratter, yönetmen Maurice Stiller, senaryo yazarı Ragnar Hyltén-Cavallius, oyuncular Greta Garbo ve Einar Hanson, görüntü yönetmeni Julius Jaenzon ile ekibe İstanbul’daki süreçte yardımcı olan Muhsin Ertuğrul. Bu isimlerin yanı sıra gölgede kalmış bir kahramana daha dikkat çekiyor Florin ve Vonderau: senaryoya kaynaklık eden hikâyenin yazarı Vladimir Semitjov. Ancak, onunla ilgili bilgiler çok sınırlı…

Sessiz sinemanın ustası: Mauritz Stiller

1910’ların sonundan itibaren hızla gelişen ve dünya çapında tanınmaya başlayan İsveç sineması, Hollywood filmlerinin artan popülerliği karşısında 1920’lerin başlarından itibaren rekabette zorlanıyor. Bu atmosferde, Mart 1924’te İsveç’te gösterime giren Stiller imzalı Gösta Berlings Saga (Gösta Berling Efsanesi) geniş yankı uyandırıyor. Bu sırada, Alman film şirketi Tiranon AG, tüm Avrupa’da yakından tanınan Stiller’in son filminin dağıtım haklarını almak için girişimde bulunuyor. Trianon AG, filmin Almanya’nın yanı sıra, Avusturya, Macaristan, Çekoslovakya, Rusya, Balkan ülkeleri, Türkiye ve Mısır’daki gösterim hakları için Svensk Film’e yüklü bir meblağ, 130,000 mark, ödüyor. Ancak yine de karlı bir anlaşma bu, zira şirket kısa bir süre sonra filmin gişe hasılatından 600,000 mark gelir elde edecektir. Anlaşmadan % 10 komisyon alan yönetmen Stiller ise, Nisan ayında Trianon AG ile müzakerelerde bulunmak üzere Berlin’e gidiyor.

Bir İstanbul Hikâyesi’nin de bu aşamada şekillenmeye başladığı anlaşılıyor. Yazarlar Florin ve Vonderau’nun ortaya koyduğu üzere, Stiller daha Almanya’ya doğru yola çıkmadan birkaç gün önce, 27 Mart’ta, filme kaynaklık etmesi planlanan hikâyenin haklarını satın alıyor. Stiller’in Berlin ziyaretinde İstanbul’da çekilecek bir film projesi konusunda ön anlaşmaya varılıyor. Ama dilerseniz önce biraz başa sıralım ve bir başka kahramana odaklanalım.

İsveç’te Strindberg ve Stiller’in İzinde: Muhsin Ertuğrul

Türkiye’de tiyatro ve sinemanın öncülerinden olan yönetmen Muhsin Ertuğrul, 1923 yılı sonunda birlikte çalıştığı Kemal Film’le anlaşmazlığa düşer ve sinema çalışmalarına son verir. Bu boşluğu fırsat bilip Ocak 1924’te soluğu Stockholm’de alır. Amacı, yazar August Strindberg’in 75. doğum yıldönümü etkinliklerine katılmak, tiyatro ve sinema konusunda görgüsünü arttırmaktır. Ertuğrul’un İsveç’e dair izlenimleri Akşam  gazetesinde yayınlanır. Bu değerlendirmelerin bir bölümü, daha sonra Benden Sonra Tufan Olmasın  başlıklı anılarında da yer alacaktır. Anılarında aktardığını göre, Ertuğrul Stockholm’de hayranı olduğu Mauritz Stiller’le tanışır, onun Gösta Berling Efsanesi filminin setine dahil olma fırsatı elde eder. Filmin yangın sahnesinin çekimlerine tanıklık eder. Ertuğrul’a göre bu eşsiz bir deneyimdir. Gerisini kendi ağzından dinleyelim:

"Çalışma bittiği zaman itfaiyeciler hortumlarla su sıkarak yan­gını söndürdüler. Biz de otomobillere binerek kente döndük. Opera’nın altındaki bodrum, hemen hemen tüm Stockholm’ün, oyun­lardan sonra yemek yenecek en güzel lokantası... Çekimden dö­nenler çeşitli masalara dağıldılar. Ben, senaryo yazarı Hyltén-Cavallius’la birlikte bir masaya düştüm. Masamıza Stiller de gelip oturdu. Üşüyüp üşümediğimi sordu. Söz arasında İstanbul’da bir film çevirmenin çekici bir girişim olacağını söyledi. Uygun bir senaryo çıkarsa, bu düşüncesinin gerçekleşebileceğini ortaya attı.

O aralık Hyltén-Cavallius, Bolşevik İhtilali’nden kaçıp İstanbul’a sı­ğınan Vrangel Ordusu göçmenlerinin eylemlerine ve yabancı bir ülkeye sığınan binlerce kişinin yeni bir çevrede sürdürmek zorun­da kaldıkları yaşama ilişkin bir konunun bütün dünya seyircileri için çok çekici olacağını söyledi."

Stiller bu konuyla birden ilgilendi ve bana dönerek şunu ek­ledi:

“Böyle bir film çevirme olanağını bulursak, sizin de yardı­mınızdan yararlanırız.”

Ağır bir çalışmadan sonra yorgun argın dönülen bir lokanta­ da geçen bu üstünkörü konuşma, aradan pek az bir zaman geçtik­ten sonra birden gerçekleşti. (Ertuğrul, 1989: 320)

Aradan dokuz ay geçer. Bir İstanbul Hikâyesi’nin çekimine dair anlaşma, Stiller ile Trianon AG arasında Ekim 1924’te imzalanır. Ödeme yapılacak oyuncu listesinde, Gösta Berling Efsanesi’nde başrolü paylaşan Greta Garbo ve Einar Hanson’un yanı sıra, ünlü Alman oyuncu Conrad Veidt de yer almaktadır. Ekibin en kısa zamanda İstanbul’a giderek çekim için hazırlıklara başlaması kararlaştırılır. Muhsin Ertuğrul, anılarında Stiller’in hemen hemen aynı tarihlerde İstanbul’a geleceğini kendisine telgrafla bildirdiğini ve ekip için otellerde yer ayırtmasını istediğini belirtir.

Bir göçmen yazar: Vladimir Semitjov

Yine bir parça geriye gidip hikâyenin bir başka kahramanını tanıyalım… 1882’de St. Petersburg’da doğan Semitjov, kayıtlara göre 1923 yılında İsveç’e gelmiş. Mühendislik eğitimi alması karşın edebiyata ilgi duyduğunu biliyoruz. Yine anlatılanlara göre, Stockholm’de ayağının tozuyla Gösta Berling Efsanesi filminde set işçisi olarak çalışmaya başlıyor. Sette hangi görevleri yerine getirdiğine dair bir bilgi yok. Ancak, o da tıpkı Muhsin Ertuğrul gibi, bu set üzerinden sinema dünyasından isimlerle tanışıyor. Bunlardan biri de Stockholmstidningen gazetesinin film eleştirmeni Bengt Idestam-Almquist. Semitjov, taslağını daha önceden hazırlamış olduğunu tahmin ettiğimiz Bir İstanbul Hikâyesi’ni bu film eleştirmenine aktarıyor. Idestam-Almquist de, “kendisine isimsiz bir Rus yazar tarafından aktarıldığını” belirterek, Eylül-Ekim 1923 arasında hikâyeyi kendi gazetesinde dört bölüm halinde yayınlıyor.

Yayınlanan hikâye, sinemacıların da ilgisini çekmiş olmalı. Senaryo yazarı Ragnar Hyltén-Cavallius, anılarında, Semitjov’un kendisiyle temasa geçtiğini ve hikâyesinin senaryoya dönüşmesine aracılık ettiğini belirtiyor. Aktarılanlar Muhsin Ertuğrul’un anılarıyla da örtüşüyor. Yukarıda aktardığımız Stockholm Operası’nın lokantasında geçen konuşma, projenin Ocak 1924’te şekillenmeye başladığını gösteriyor. Hyltén-Cavallius’un Muhsin Ertuğrul’a sözünü ettiği İstanbul’a sığınan Beyaz Rus ordusunu konu olan hikâye, Smetijov’un tefrikasından esinlenmiş olmalı. Ancak bu projenin gerçekleşmesi için öncelikle gerekli finansmanın sağlanması gerekmektedir.

Hemen ardından, Hyltén-Cavallius’un bu hikâyeden yola çıkan senaryo üzerine Stiller’le birlikte çalıştığını öğreniyoruz. Semitjov’un ise bu yazım sürecine dahil edilmediği anlaşılıyor. Rus göçmenin ismi, ancak resmi anlaşmalar hazırlanırken akla gelmiş olmalı. 27 Mart 1924’te imzalanan sözleşme gereği Semitjov, hikâyenin sinema haklarını 100 kron gibi cüzi bir ücret karşılığında Stiller’e devrediyor. Anlaşmada, filmin İsveç’te gösterime girmesi durumunda Semitjov’a 300 kron daha ödeme yapılacağı belirtiliyor. İlerleyen tarihlerde filmle ilgili haberlerin basında çıkmasıyla, Semitjov projenin boyutlarından haberdar olacak ve haklı olarak kendisine yapılan ödemenin pek de adil olmadığını düşünecektir. Eylül 1924’te Stiller’e yazdığı mektupta, kendisine 300 kron daha ek ödeme yapılmasını talep eder, buna karşılık senaryo için yardımda bulunabileceğini belirtir. Senaryoyla ilgili bir başka ilginç gelişme de, hikâyenin yayınlanmasına aracılık eden Idestam-Almquist’in de hak talebinde bulunması ve yine Stiller’e yazarak Semitjov’un film haklarını satmaya yetkili olmadığını öne sürmesi…

Senaryo

Vladimir Semitjov’un, yazdığı hikâyeden yola çıkarak, 1920 yılı sonlarından Kırım üzerinden İstanbul’a gelmiş olabileceğini tahmin ediyoruz. Bilindiği gibi bu tarihlerde, General Wrangel komutasındaki Beyaz Ordu’nun Bolşevikler karşısındaki yenilgiye uğramasının ardından binlerce asker ve sivil İstanbul’a sığınmıştır. Bunların bir bölümü işgal altındaki İstanbul’da hayatlarına devam ederken, bir bölümü de İmparatorluğun çeşitli yerlerine dağıtılmıştır. Daha sonra, bu sığınmacıların çoğu Avrupa’da farklı ülkelerine göç edecektir. Semitjov’un hikâyesi, bu yolla nişanlısıyla birlikte İstanbul’a gelen bir kadın sığınmacının başından geçenleri konu alıyor. Genç beyaz Rus mülteci burada esir tüccarlarının eline düşüp cariye olarak satılıyor. Conrad Veidt’in canlandırması planlanan Askot Bey adlı bir Osmanlı’nın haremindeki zorlu maceraların ardından özgürlüğüne kavuşuyor. Senaryonun birbirinden farklı versiyonlarına göre, önce İstanbul’da iş bulup çalışıyor, ardından Avrupa’ya göç ediyor. Florin ve Vonderau’nun kitaplarında tam metinine yer verdikleri senaryonun esas sorguladığı konu ise, adaletsizliğe karşı verilen bu mücadele her yolun mubah olup olmayacağı… Söz konusu egzotik hikâye, beyazperdede seyirciyle buluşamasa da, İsveç’te roman formatında okuyuculara ulaşıyor. I livets virvlar: Ett kvinnoöde (Hayat Döngüsü: Bir Kadının Kaderi) adlı Semitjov imzalı kitap 1925’te yayınlanıyor.  

Einar Hanson, Mauritz Stiller ve Greta Garbo Ayasofya’nın önünde. (Fotoğraf: Julius Jaenzon)

Ekibin İstanbul Günleri

Trianon AG ile Stiller arasında imzalanan anlaşmadan çok kısa bir süre film için çalışmalara başlanır. Mauritz Stiller, yanına senaryo yazarı Ragnar Hyltén-Cavallius, oyuncular Greta Garbo ve Einar Hanson ile görüntü yönetmeni Julius Jaenzon’u da alarak İstanbul’a doğru yola çıkar. Ekip, Orient Ekspres’le Prag, Budapeşte ve Belgrad üzerinden 30 Kasım 1924’te İstanbul’a ulaşır. Ancak, yaklaşık altı hafta sürecek İstanbul macerası beklendiği gibi verimli geçmez. Jaenzon tek kare çekim yapma imkânı bulamaz. Ekip, günlerinin çoğunu beklemekle ve şehri gezmekle geçirir. Bu gecikmenin ana nedenlerinden biri, gerekli teknik malzemenin teslim edilememesidir. Senarist Hyltén-Cavallius’un aktardığına göre, bu projeye özel olarak İstanbul’da kurulacak yeni bir stüdyo için 5 ton ağırlığında aydınlatma ekipmanı siparişi verilmiştir. Siparişleri getirecek Alman teknisyen bilinmeyen bir nedenle gümrükte gözaltına alınır ve malzemeler bir türlü adresine ulaşmaz. Teknik sıkıntıların yanı sıra, Stiller ve ekibinin de bu maceraya yeterli hazırlık süreci olmadan çıktıkları anlaşılıyor. Zira, Hyltén-Cavallius, üç gün süre tren yolculuğu boyunca, Stiller’le senaryo üzerinde çalışmaya devam ettiklerini kaydediyor. Gerekli çekim izinleri için de önceden başvurulmadığını öğreniyoruz.

Filmnyheter dergisinde yayınlanan İstanbul günlüklerinde, Hyltén-Cavallius ekibin neler yaptığını şöyle anlatıyor:

“Stiller sürekli çekim mekânı bakıyor. Garbo kuzu derisinden yapılmış bir palto deniyor. Küçük rehber Muhammet onu kapalı çarşıya götürmek üzere kapıda bekliyor. Einar Hanson ise sakallarından utanıyor. Bu nedenle göz önüne çıkmamayı tercih ediyor, ama Türk yemeklerini çok seviyor.”

Oyuncu Einar Hanson Galata Köprüsü üzerinde. (Fotoğraf: Julius Jaenzon)

Diğer pek çok Batılı gezgin gibi Hyltén-Cavallius da, dış görünüşünün ardında şehrin farklı yönleri olduğunu vurgular:

“Burası Güney… Evlerin tahta ve düz çatıları incir ağaçlarıyla kaplı, duvarların sıvası dökülüyor. İnsanı, çığlıklar, mırıltılar ve gürültüyle karşılayan bu şehir hayatının ardında, ancak Doğu’nun sunabileceği türden bir sakinlik, huzur gizli.”

Yönetmen Stiller ise, henüz yeni kurulmuş Cumhuriyet’in politik atmosferinin farkında gibidir:

“Her şey daha hızlı, insanın nabzı bile daha hızlı atıyor. [Türkiye] Batı’daki gelişmenin bir parçası olmak istiyor, ancak milliyetçi duyguların da her zamankinden daha üst düzeyde olduğu söyleniyor”.

Greta Garbo ise, arkadaşı Vera Schmiterlöv yazdığı mektupta, sokakların pisliğinden ve başıboş hayvanlardan yakınır. Yıldız oyuncu, İstanbul’da Noel öncesi (mektup 23 Aralık 1924 tarihli) karamsar bir ruh hali içindedir.

“Şimdiye kadar tek kare çekmedik, her şey çok saçma. Bu insanlar o kadar yavaş çalışıyor ki, Stiller bile işleri yoluna koyamadı. Einar Hanson da burada, ama birlikte çok fazla vakit geçirmiyoruz. İnan bana burada giderek çirkinleşiyorum. Eğer bir parça fedakârlığı göze alabilirsen, buraya gelmelisin. Günlerimin çoğu bir şeylere sinir olmakla geçiyor, bu da elbette beni daha çekici kılmıyor.”  

Ünlü yıldız arkadaşından ayrıca kendisine okuyacak kitap göndermesini rica eder. Bu mektuptan iki gün sonra, İsveç Konsolosluğu’nun düzenlediği Noel davetine katılan Garbo’nun bu sayede bir parça neşelenmiş olduğunu tahmin edebiliriz.

Great Garbo sokakta. (Fotoğraf: Julius Jaenzon)

İstanbul’da üç hafta geçmiş olmasına karşın, ekip henüz çekimlere başlayamamıştır. Üstelik kaynaklar hızla tükenmektedir. Stiller, son bir umutla ek kaynak bulmak için 24 Aralık’ta İstanbul’dan Berlin’e doğru yola çıkar. Geri dönüp çekimlere başlamak ya da en azından ekibin masraflarını kapatmayı hedeflemektedir. Garbo dahil geri kalan ekip, İstanbul’da beklemeye devam edecektir. Stiller geri dönmez ancak, Ocak ortasında otel ve diğer masraflar ödenir. En sonunda geride kalanlar da İstanbul’dan ayrılır. Ancak, İstanbul Hikâyesi projesi artık rafa kaldırılmıştır.

Bütün bu süreçte, Stiller’in oyuncuları Garbo ve Hanson ile birlikte Hollywood’a gitmek üzere temaslarda bulunduğu biliniyor. Bu amaçla daha önce Hollywood’a giden İsveçli yönetmen Viktor Sjöström ve MGM şirketiyle görüşürler. En sonunda MGM’le anlaşarak 1925 yazında ABD’ye doğru yola çıkarlar. Sonrası bilinen hikâye… Greta Garbo, sinema tarihinin en önemli yıldızlarından biri olurken, yönetmen Stiller ABD’deki yapım şirketiyle anlaşmazlığa düşerek İsveç’e dönecek, çok geçmeden 1928’de hayatını kaybedecektir. Hollywood’da umut vaat eden yıldızlardan biri olan Hanson’un yaşamı ise, 1927’de Kaliforniya’daki bir trafik kazasıyla trajik biçimde sonlanacaktır.

Jaenzon tarafından çekilen Mevlevihane fotoğrafı (1924)

Proje tamamlanabilseydi…

Bir İstanbul Hikâyesi tamamlanmış olsaydı, bu üçlünün hayatları nasıl gelişecekti? Film, özelde İsveç sinemasını, genelde ise Hollywood karşısında Avrupa sinemasını nasıl etkileyecekti? Sinema tarihçileri bu sorulara farklı yanıtlar veriyor. Kimilerine göre, film çekilebilseydi, Garbo Hollywood’un değil Avrupa sinemasının önemli yıldızlarından biri olacaktı. İsveç sinemasının Altın Çağı’nı inşa eden yönetmenlerden biri olan Stiller, Almanya’da belki de farklı ve özgün bir sinema dilinin gelişimine öncülük edecekti. Hollywood sinemasının o dönemde küresel ölçekte genişleyen hakimiyeti ve yaratıcı yetenekler için nasıl bir cazibe merkezi olduğu gözönüne alındığında bu tahminler spekülasyondan ileri gitmiyor.

Öte yandan, projenin Türkiye’de sinemanın gelişimine olası etkilerini düşünmeden edemiyor insan. 1922-23 yılları arasında faaliyet gösteren Kemal Film şirketi Muhsin Ertuğrul yönetmenliğinde altı film üretmiştir. Bu filmler sinemaya yönelik ilginin artmasına katkıda bulunurken, sinema salonları da çoğalmaktadır. Ancak, Kemal Film’in kapanması yerli film yapımının da durmasına neden olur. 1928’de İpek Film’in kuruluşuna kadar Türkiye’de dört yıl boyunca film çekilmeyecektir. Florin ve Vonderau, çalışmalarında Trianon AG ve Stiller’in Türkiye’de Angora Film adlı bir şirketle çalıştıkları bilgisini veriyor. Angora Film bu film için bir stüdyo inşa ediyor. Eğer bir girişim başarılı olsaydı, Türkiye’de yeni filmler üretilebilecek miydi bu konuda geçmişe dönük tahminde bulunmak kolay değil. Ancak, sinemanın gelişiminde gerekli sermaye ve altyapının yanı sıra çok çeşitli faktörlerin rol oynadığı düşünüldüğünde, bu düşünce egzersizinin pek de anlamlı olmadığı söylenebilir. Bunun yerine Türkiye’de çekilmeyen diğer filmlerin izini sürmek sinema tarihi açısından bize yeni ipuçları sunabilir.  

 

İstanbul hikâyesine küçük bir ek:

"Greta Garbo’nun güzelliğinden istifade eden kayıkçı"

 

Bu arada meşhur rejisör Stiller’le ve o sırada onunla birlikte film çevirmekte olan Greta Garbo ile tanışmıştım. 1924’te İstanbul’a geldiğim zaman onları da davet etmiştim. Kabul ettiler. Ve o zaman, bugün bütün dünyanın hayran olduğu sanatkâr ve rejisör burada bende tam iki ay misafir kaldılar. Bir gün onlarla beraber yaptığımız bir gezintiden dönüyorduk. Yeniköy’den geçerken, Greta, Boğazın çok sevdiği manzarasını biraz seyretmek için otomobili durdurttu.

Meğer biçarenin başına gelecek varmış. Tam otomobilden indik ve iki adım attık, yanıbaşımızda genç bir balıkçı peydah oldu. Ve birden, Greta’nın üzerine atıldı:

– Ah anam! Kurban olayım! diye yanaklarını kıskaçladı. Zavallı kızın yanakları, kayıkçının iri parmakları arasında mosmor kesilivermişti.

Ben müthiş bir hırsla kendimden geçmiştim. Balıkçı ile kavga etmek için atıldım. Stiller de, Greta da önümü kestiler. İkisi de katılasıya gülüyorlardı.

Nihayet, Greta:

– Çocuk musunuz, dedi, cahil insanların insiyaki hatalarına kızılır mı? Canı yanan benim, ve gülüyorum. Size ne oluyor. Yoksa kıskandınız mı?

Bu sevimli soğukkanlılık, ihtimal büyük mahcubiyetimi avutmak için gösterilen bir nezaketti. Fakat kıymetli artistte öyle kandırıcı ve inandırıcı bir eda vardı ki, sunilik ve calilik sezemedim. Ve onlarla beraber gülmeye mecbur oldum.

Muhsin Bey, Greta’nın İstanbul’da kaldığı günlerin hatıralarını hayalen bir daha yaşar gibi bir iki lahza daldı. Sonra gülerek ilave etti:

– Yeniköylü balıkçıyı bir daha görmek ve ona yanaklarını kıskaçladığı kadının kim olduğunu söylemek isterdim. Acaba, onun, bütün dünyanın hayran olduğu ve hiç kimsenin parmağının ucunu bile süremediği bir mahluk olduğunu öğrenseydi ne yapacak, ne diyecekti?

Güldüm.

– Greta Garbo’nun güzelliğinden kayıkçıdan fazla istifade edenler yok mudur?

– Hayır emin olun rekor kayıkçıdadır. Çünkü Greta, hiç kimse ile konuşmayan, ve … erkekler hiç alakası olmayan bir kadındır!

– Bunu duyacakların içinde fesat düşünenler, sözünüze, ancak, Greta Garbo’ya bir balçık sıvamak şartıyla inanacaklardır!

– Yanılacaklardır!

– O halde İsveçli yıldıza cinsi cazibe, cinsi hislerden anlamamasından mı geliyor dersiniz?

– Belki!

Naci Sadullah, “Ertuğrul Muhsin Neler Anlatıyor?”,

Ye­digün, No. 56, 4 Nisan 1934, s. 9.

 

 

KAYNAKLAR: 

 

  • Ertuğrul, Muhsin. Benden Sonra Tufan Olmasın. İstanbul: Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı Yayınları, 1989.
  • Sevinçli, Efdal. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e, Sinemadan Tiyatroya Muhsin Ertuğrul. İstanbul: Broy Yayınları, 1987.
  • Sobin, Gustaf. In Pursuit of a Vanishing Star, New York ve Londra: W.W. Norton & Company, 2002.

Not: Kaynak verilmeyen alıntılar A Tale from Constantinople adlı kitaptan. (Bo Florin ve Patrick Vonderau, A Tale from Constantinople: The History of a Film that Never Was (Bir İstanbul Hikâyesi: Çekilmemiş Bir Filmin Tarihçesi), Höör: Brutus Östlings Bokforlag Symposion, 2019, 248 s.