Geçmiş devirlerden iki kadın: Benli Belkıs ve kara kâküllü kız

“Şaziye Karlıklı’nın biyografileri içinde geçen şahsiyetler ve olaylar o denli çarpıcı ki, bu kitaplar üzerine çıkan kısa yazılarda ister istemez bu detaylar öne çıkmış, ben daha katmanlı bir okumayı önermek istedim. Ayrıca, kitap tanıtımı sadece tanıtmakla kalmalı ki, gerisini merak edip siz okuyun, dikkatinizi çeken kısımları siz kendiniz seçin, en önemlisi, şu sıkıntılı günlerde, Karlıklı’nın su gibi akıp giden iki kitabı ile tanışın…”

28 Nisan 2020 15:02

Deneyimli gazeteci Şaziye Karlıklı son iki yıl içinde iki harika kitap yazmış; birincisi Benli Belkıs, ikincisi Emine Adalet isimli iki kadın üzerine. Çoğumuz ve özellikle yeni kuşak için bu isimler bir şey ifade etmiyor. Doğrusu ben de Emine Adalet ismini hiç duymamıştım, ama hakkında hiçbir şey bilmediğim halde Benli Belkıs ismini hatırıyordum. Bu iki kitap içinde geçen olaylar, şahıslar, dönemlere ilişkin bilgim ise kısmen tarih bilgimden, kısmen ise eski magazin dünyasına aşina olduğum için. Halalarım, annem, anneannem, hem sıkı gazete okuyucuları, hem eski magazin mecmuaları takipçisiydiler. Benim çocukluğumda eve giren magazin dergisi Hayat Mecmuası idi. Bu mecmua, bugünkü magazinlerden çok farklıydı, siyasi olaylara da yer verir, sadece Türkiye’nin değil, Batının ve hatta bütün dünyanın ‘cemiyet hayatı’nı ve şahsiyetlerini de tanıtırdı. Çocukken, Prenses Süreyya’nın neden mahzun prenses olduğunu, Osmanlı hanedan mensubu Prenses Fazıla’nın, genç Irak kralı ile kısa nişanlılık dönemini, Monaco kraliyet ailesini… annemden, halamdan duyar idim. Daha sonra tarihe merak sardığımda, büyük halamın evindeki kütüphanede kırklı yılların ciltlenmiş bazı magazin mecmualarının içinde, pek çok ‘eski devir siyasetçisi’nin hatıratlarının ve romanların tefrika edilmiş olduğunu gördüm. Şimdi 97 yaşında olan ‘küçük halam’ lisede okurken Yıldız mecmuası okurmuş; geçen sene Nadir Kitap’tan ciltlenmiş birkaç nüshasını alıp ona hediye ettim, ben de zevkle karıştırdım.   

O devirde tarih, siyaset magazin fazlasıyla iç içe geçmiş vaziyetteydi. Dahası, bu mecmuaların modern hayatın ayrılmaz bir parçası, rehberi olduğuna şahidim. Belli ki, o dönem taşra hayatında dahi, konser, sinema, tiyatro bugün zannedildiğinden daha fazla yer alıyormuş. Otuzlu yılların sonu ve kırklı yılların başında halam, Trabzon’da babalarının onları tiyatroya götürdüğünü anlatırdı, annem de babasının memuriyeti dolayısı ile Samsun’da bulundukları esnada, ilkokula gittiği dönemde Safiye Ayla’yı dinlediklerini... Samsun’da yaşayan halalarımdan birinin ta o dönemden kalma, başlarında komik kukuletaların olduğu yeni yıl kutlamaları fotoğrafları vardı. O kadar ki çocukken ve hatta lisedeyken Türkiye’nin genelinin bizim evin havasında olduğunu sanırdım.

Emine Adalet Pee

Karlıklı’nın Emine Adalet üzerine kitabında Karadeniz turnelerine ve gazino hayatına değindiği dönemi tüm bunları hatırlayarak okudum. Bu arada, Karlıklı, değerli tarihçi dostum Veysel Usta’nın (Ömer İskender Tuluk ile yazdığı) Başlangıçtan Halkevlerine Trabzon’da Tiyatro kitabına da gönderme yapmış. Modernleşme sürecinde taşrada kültür hayatı ile ilgilenenlere bu kitabı da şiddetle tavsiye ederim, daha doğrusu kültürel tarihle ilgilenenlerin İstanbul dışındaki Türkiye ile de ilgilenmeleri gerektiğini hatırlatırım.

Karlıklı’nın iki kitabı da, iki kadın etrafında sadece magazin ve hatta kültürel tarihle sınırlı olmayan bir tarihsel süreç anlatısı. Emine Adalet üzerine yazdığı biyografiyi romanlaştırmayı tercih etmiş, bu benim hiç hoşlanmadığım bir tarzdır, ancak Karlıklı o kadar ölçülü davranmış ki ben de kitabın akışına yenik düştüm. Emine Adalet: Kara Kâküllü Kız, öncelikle bir kadın portresi olarak çok ilginç, çünkü bizi yirmili otuzlu yıllarda İstanbul’dan çıkıp yolu Beyrut, Kahire ve dahası Avrupa ve Amerika’ya düşmüş yetenekli ve maceracı bir dans sanatçısının ilginç öyküsü ile tanıştırıyor. Geri planda ise –röportajlardaki anlatımın biraz abartılı olabileceğini akılda tutmak kaydıyla– Adalet’in İngiltere Kralı, Hitler ve tüm tayfası ile tanışması, Alman ve Türk istihbaratı için çalışması gibi çok ilginç bir izlek var.  Adalet, Kahire’de Ümmü Gülsüm’ün alt kadrosunda yer almış, Amerika ve Avrupa’da  Oryantalist muhayyile üzerine kurgulanmış gösterilerde ‘Şark’ı temsil etmiş. Alman eşi dolayısıyla yaşadığı Berlin’de ve sonra Viyana’da ‘mecbur kaldığı’ için de olsa, Nazi Almanyası için propaganda faaliyetlerine katılmış biri. ‘Mecburiyet’ Emine Adalet’in bahanesi değil, öyle bir rejimde, mesleğiniz ne olursa olsun Parti’nin faaliyetlerine katılmamak gibi bir lüksünüzün olmadığının çarpıcı bir örneği.  
Daha önemlisi, Berlin’de yaşadığı dönemde Nazi rejiminin, gündelik hayat içinde yansımalarına şahitlik etmiş olması: SA, SS milislerinin sokakları doldurduğu, ‘gönüllü yardım’ kampanyalarına para vermemek gibi bir gönül tercihinin söz konusu olamadığı, Yahudilerin dışlanmaya başladığı yılları ve Kristal Gece’yi yaşamış. Yahudi meselesine özel olarak değinmekten kaçındığını belirtmeye gerek yok, ama İstanbul’a döndükten sonra, başından geçenlerin ardından Yahudi bir doktora gitmeye hazır hissetmediğini bir tür nedamet olarak anlatmış.

Bu arada, Nazi Almanyası, İkinci Dünya Savaşı ve Yahudilerin yaşadığı zulümler, benim tarihe merak sarmamdan çok önce çocukluğumdan beri kulak dolgunluğum olan konulardı. Özellikle beni yetiştiren ve öğretmen olan halam, İkinci Dünya Savaşı dönemine çok meraklıydı. Onun sayesinde lise öğrencisi iken okuduğum Cephe dergisinin aslında İngilizler tarafından yayınlanan bir yayın olduğunu yıllar sonra öğrendim. Tarih öğrencilerine iyi bir lisansüstü tezi veya makalesi konusu olabilir diye bahsini geçirmek istedim. Ama en iyisi Emine Adalet biyografisini tanıtmayı burada bitireyim, gerisini siz okuyun, ben de diğer kitaba geçeyim.

Benli Belkıs

Benli Belkıs biyografisi, bir başka ilginç ve maceracı kadının hayat hikâyesi; onun hayatının uzun bir bölümü de Türkiye dışında geçiyor. Belkıs hanım bir sanatçı değil ancak kendine mahsus bir şöhreti var, ilginç dönemlerde, ilginç insanlar ile tanışmış, ilginç bir hayat yaşamış. Ancak hikâyesinin bizim açımızdan en ilginç taraflarından biri, Benli Belkıs’ın her şeyden önce eski bir Osmanlı seçkin ailesine mensup –daha da önemlisi Süleyman Şefik Paşa’nın kızı– olması…

Süleyman Şefik Paşa, Milli Mücadeleye karşı kurulan, Hilafet Ordusu diye de bilinen Kuva-yı İnzibatıye’nin[1] ilk başkanı, Cumhuriyet döneminde 150’liklerden[2] yani ülkeden sürülenler arasında olan bir isimdir. Cumhuriyet kurulduktan sonra, sürgünde bulunduğu dönemde, bir süre Suudi kralının maiyetinde bulunmuş, Mustafa Kemal’e muhalefet çabaları içinde ‘Osmanlı Öç Cemiyeti’ diye bir dernek kurmaya çalışmış, nihayet 1940’ta afla Türkiye’ye dönerek, Söylemezoğlu soyadını almıştır. Baba ve kızının yolları tabii ki çoktan ayrı mecralara akmış. Ancak Belkıs’ın maceralar dolu hayatı bir yana, fevkalade ‘alafranga’ bir kadın olması, pek çok yabancı dil bilmesi, yarı aristokratik tavrı o dönem için garipsenecek bir durum değil. Yaygın kanaatlerin aksine, hayat tarzının Batılılaşmasının Cumhuriyet ile başlamadığı ve son dönem Osmanlı seçkin sınıfının alafranga ve aristokratik hayat tarzı, benim birçok vesile ile değinmeye çalıştığım bir konu.[3]  

Belkıs, babası Yemen Sana’da görevli iken doğmuş, ismini Saba Melikesi’nden almıştı. Babasının sürgün yıllarında Mekke’de yaşamak zorunda kalan annesi İstanbul’daki ve daha sonra İskenderiye’deki rahat yaşamı orada bulamadığı için kızları ile özel izinle Türkiye’ye dönmüştü, ancak babaları ile yaşamları sona ermiş olmakla birlikte yaşadıkları çevre, Osmanlı son dönemi seçkinler çevresi idi. Nitekim Belkıs’ın kız kardeşi Perizat Hanım, 1938’de Kahire’de Sultan Reşad’ın oğlu Şehzade Mehmet Nazım Efendi ile evlenmiş ve babası bu evlilikten çok memnun kalmıştı. Benli Belkıs ve ailesinin hayatında geçen pek çok isim, Osmanlı son dönem ve Cumhuriyet modernleşme süreçlerinin nasıl iç içe geçmiş olduğuna dair önemli örnekler. Bu örneklerden çarpıcı olan bir diğeri de, Belkıs’ın amcasının kızı Lamia’nın Mustafa Kemal’in silah arkadaşı Hüsrev Gerede ile evlenmiş olması…Belkıs’ın hayatı vesilesi ile o kadar çok mevzuda parantez açmak mümkün ki, bu yolu tutmamakta karar var. Bu biyografide beni en çok şaşırtan bilgi, Baron von Oppenheim ile ilgili bölümde anlatılanlar oldu. Kahramanımız Benli Belkıs diye biliniyor, ama babası sürgündeyken Rumeli Beylerbeyliği ve Konya Valiliği yapmış olan dedesi Ali Kemali Paşa’nın isminden mülhem Kemali soyadını kullanıyordu, bu nedenle, Macaristan’da yaşarken Mustafa Kemal’in kızı sanılmıştı. Kont Zecini ile yaşadığı Macaristan’da, 1941 yılında, o zaman seksen yaşlarında olan bu önemli Alman’dan bir davet almıştı. Oppenheim ismini başta Birinci Dünya Savaşı olmak üzere yakın dönem tarihi çalışanlar iyi bilirler. Baron ünlü bir oryantalist, siyasetçi, istihbaratçıydı; Şarkiyatçılığı bir yana, Osmanlı devletinin Birinci Dünya Savaşına Almanya’nın yanında girmesinin, bu savaşta Osmanlı hilafetinin çağrısı ile ‘cihat-ı ekber’ (büyük cihat) ilan edilmesinin baş mimarlarındandı. Daha sonra, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında Alman siyasetindeki devamlılığı gösteren ekipten biri oldu; Hitler’in yönetimi altında bu kez Nazilerin İslam dünyasına yönelik propaganda faaliyetlerinin mimarlarından biri olarak çalıştı. Belkıs, Oppenheim ile Kahire’de Kral Faruk’un davetlerinden birinde tanışmıştı, Baron onu şatosuna davet etti. Davete icabet ettiğinde, Baron’un ondan tuhaf bir isteği olmuştu; Şark kıyafetleri giyecek ve Baron’un hazırladığı bir kitap için poz verecekti.

Oryantalizmi sadece Edward Said’den okuyanlar, oryantalizmin siyasal yanı dışında Batılı uzman, yazar ve siyasetçilerinin bir bölümünün dünyasında tuttuğu yeri, Şark fantezisinin anlamını bilemezler. Oysa oryantalistlerin bir kısmı sahiden, Batı modernitesine karşı,  kafalarında alternatif olarak kurdukları Şark’a hayrandır, bu muhayyel Şark havası içinde yaşamak isterler, kimisi hayatları boyunca Şark ülkelerinde yaşamayı seçer, kimisi Şark’ı evine taşır. Nitekim Oppenheim da Belkıs ile geçirdiği süre içinde Şark kıyafetleri içinde Belkıs’ı seyreder, ‘piyano çalmaya başlar, melodiler ibra eder, prelüdler besteler’ imiş…Şaziye Karlıklı’nın biyografileri içinde geçen şahsiyetler ve olaylar o denli çarpıcı ki, bu kitaplar üzerine çıkan kısa yazılarda ister istemez bu detaylar öne çıkmış, ben daha katmanlı bir okumayı önermek istedim. Ayrıca kitap tanıtımı sadece tanıtmakla kalmalı ki, gerisini merak edip siz okuyun, dikkatinizi çeken kısımları siz kendiniz seçin, en önemlisi, şu sıkıntılı günlerde Karlıklı’nın su gibi akıp giden iki kitabı ile tanışın. Konusu ne olursa olsun, ne kadar ilginç ayrıntılar içerirse içersin, nihayetinde kitabı zevkle okunur kılan şey, yazarının bu konudaki yeteneği; Şaziye Karlıklı iki konuya da hakkını vermiş, fazlasını katmış.  


[1] Bu dönemki faaliyetleri için, o dönem üzerine yazılmış en yetkin çalışma olarak bkz. Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Cem Yayınevi, 1983.

[2] 150’likler üzerine bkz. İlhami Soysal, 150’likler Kimdiler, Ne Yaptılar, Ne Oldular? , Gür Yayınları, 1985. Ayrıca bkz. Sedat Bingöl, 150’likler Meselesi – Bir İhanetin Anatomisi, Bengi, 2010.

[3]  Nuray Mert, “'Aşırı' Batılılaşanlar: Kültürel Batılılaşmanın arka planı", Şehvar Beşiroğlu’na Armağan, Pan Yayıncılık, 219, s.385-409 (Bu makalenin kısa versiyonu Radikal gazetesinde "Beyaz Türklerden AK Türklere" başlıklı bir yazı dizisi olarak yayınlanmıştı.)