Feminizm 101: "Çünkü feminizm herkes içindir"

"Bilindiğinin tersine feminizm kendi içinde bütünlüklü bir kavram değildir. Kimi zaman ayrışan kimi zaman kesişen, ama çoğunlukla birbirlerini besleyen, dönüştüren farklı feminist gelenekleri vardır. Cümbüş cemaat feminizm! Ama işin güzelliği biraz da burada. Neyse ki hepimize uygun bir feminizm geleneği var."

27 Ağustos 2020 21:30

Memduh Şevket Esendal’ın 1940'larda yazdığı bir hikaye var. "Feminist".

İstatistik müdürü Salim Bey feminist diye bir lakırdı duyar, merak içinde vilayet memuru arkadaşlarına, diğer tanıdıklarına bu feminist de neyin nesidir diye sorar durur, bir türlü tatminkâr bir cevap alamaz. Ahbaplarından Raif Bey diğerlerine nazaran biraz daha duruma vakıf şöyle der:

“Feminist? Feminizm, azizim nasıl arz edeyim... Kadınlığı başlayan ve bizden ayıran bütün kayıtlar ve şartlar... Bir kadın niçin erkek değildir? Bu yoklukları, bunların acılıklarını ben de şehirde duymayan kalmadı sanıyorum!”

Hikayenin sonunda Salim Bey, feminist nedir, kime denir diye o kadar sorar soruşturur ki, sonunda adı feminist kalır. İnsanlar gitgide feministi bir meslek adı sanmaya başlar, böylelikle bizim Feminist Salim Bey kadınlar tarafından müsamerelerinde konferans vermeğe çağırılır, yeni çıkan gazetelerde kadın sahifeleri için kendisinden yazı istenir.

Feminist Salim Bey’i müteakip ben de başladım en yakınımdan sormaya:

– Anne, feminizm nedir?

Yüzüme bakmadan, kahvesini yudumlarken, gayet sakin:

– Erkek düşmanlığı.

– Peki sen feminist misin?

– Sonuna kadar.

Çok şükür annem feminist...

“Ben bilmem babanız bilir,” ama feminist..

“Onun başında kocası yok,” ama feminist..

“Kadın kısmı bu dünyaya çile çekmeye gelmiş yavrum,” ama feminist... hem de sonuna kadar.

Babama da sordum. Hak geçmesin.

– Baba, feminizm nedir?

Gülerek:

– Biraz erkekleri soyutlayan bir durum mu? Erkeklersiz de biz bu yaşamı sürdürebiliriz mi? Erkekler biraz fazladır mı? Kadın da en az erkek kadar güçlüdür mü?

– Peki sen feminist misin?

– Ben niye feminist olayım? Feminist kadınlar olur. Erkeklerde karşılığı yok... diye biliyorum..

Sizler de annem gibi sonuna kadar feministseniz, elektrik süpürgesini iki dakika susturun, viledayı yerine koyun, ütünün fişini çekin, yemeğin altını söndürün ve de şişe şişe konservelenmeyi bekleyen domatesleri bir kenara bırakın, yarın şişelersiniz. Onun yerine oturup şu yazıyı bir okuyuverin. Zira dert büyük.

Yok o değil de babam gibi “ben niye feminist olayım”cıysanız, o zaman eşinizin, partnerinizin elinden bıraktığı elektrik süpürgesini çalıştırın, viledaya su koyun, ütüyü fişe geri takın, yemeğin altını yakın, bir zahmet şişe şişe konservelenmeyi bekleyen domatesleri de şişeleyiverin, beklemez. Yazıyı da artık işler bitince okursunuz.


Yiğit Özgür

Feminizm erkek düşmanlığı, veya erkekleri soyutlayan bir durum veya erkeklersiz de biz bu yaşamı sürdürebiliriz demek değil.

Ne demek o zaman?

Feminizm en basit anlamıyla kadınlar ve erkeklerin aynı toplumsal hak ve özgürlüklere sahip olmaları gerektiğini savunan, dolayısıyla her türlü cinsiyetçi söylev, duruş ve davranış biçimlerine, ataerkil toplum yapısının getirdiği tüm fikirsel ve yapısal baskılara karşı duran bir fikir akımıdır. Fikir akımı diyorum. Fikir hareketi demiyorum. Çünkü feminizm, feminist hareketten farklı bir olgudur. İlki bir bakış açısıdır, ikincisi kadının erkeğe itaat etmesi, veya erkeğe tabi olmasına karşı gelen bir harekettir. Yani feminist olup da feminist bir hareket içinde bulunmayabilirsiniz. Yeri gelmişken, her kadın hareketi bir feminist hareket de olmayabilir. Herhangi bir kategoride toplumsal değişim yaratmak adına kadınların bir araya gelip başlattığı hareketin temelde ataerkil düzeni değiştirmeye yönelik bir kaygısı veya eylem planı yoksa o bir kadın hareketidir, feminist bir hareket değildir. Diyelim ki alttaki fotoğrafta gördüğünüze benzer bir alkol karşıtı kadınlar cemiyeti kurdunuz, bu bir kadın hareketidir, feminist hareket değildir.


“İçkiye değen dudaklar bizimkilere değemez”: Amerikan alkol karşıtı hareketin öncülerinden Carrie Nation'ı hicveden Kansas Saloon Smashers adlı kısa komedi filminden bir kare.

Feminizmin fikirsel kökeninde biyolojik cins (sex) ve toplumsal cinsiyet (gender) ayrımı yapılması gerektiği yatıyor. Biyolojik cins, yani kadın olma, erkek olma durumu (ve de son zamanlarda Almanya dahil birkaç ülkede resmi kimlik belgesinde bir üçüncü kategori olarak eklenen interseks) toplumsal cinsiyetten farklıdır. Toplumsal cinsiyet sosyal, kültürel değer yargıları, dini hassasiyetler ve benzeri dinamikler ile yıllar içinde şekillenir. Kadın ve erkek kategorilerinin beynimizde oluşturduğu imaj, kadın olma ve erkek olma durumu ile ilişkilendirdiğimiz her türlü tanım, işte bu içselleştirdiğimiz toplumsal cinsiyet rollerinin bir tezahürüdür. Hatta bu rolleri o kadar özümseriz ki, biyolojik ve toplumsal cinsiyet arasındaki temel farkları algılama yetimiz bile erir gider. “Kadın doğulmaz, kadın olunur” derken Simone de Beauvoir tam da bundan bahsediyor. Beauvoir’ın klasikleşen İkinci Cinsiyet kitabında bahsettiği gibi, kadına atfedilen, kadınlıkla bağdaştırılan tüm toplumsal cinsiyet rolleri, kadın olmanın doğal bir getirisi sanılıyor. Bu roller bir süre sonra o kadar içselleştiriliyor ki, kadınlık ile ilişkilendirilen aslen sonradan öğrenilmiş davranış biçemleri, sanki kadının “fıtratından” gelen halihazırda mevcut bulunan davranış biçemleriymiş gibi algılanıyor, dolayısıyla kadının biyolojik ve toplumsal cinsiyeti arasındaki doğal farz edilen yapay bağ sorgulanmıyor.  

Bu ne demek?

Televizyonda ev temizliği ile ilgili reklamlarda genellikle erkekler yerine kadınların kullanılması ve bizim bunu yadırgamamamız demek. Eve misafir geldiğinde çayları, kahveleri evdeki kadınların servis etmesi demek. İki cins arası herhangi bir tartışmada “kadınlığını bil hanım abla” demek. Diyelim tır şoförü olarak hayatını kazanan bir teyze iseniz kimine göre “elinin hamuruyla erkek işine karışma bacım,” kimine göre ise “erkek gibi kadın maşallah,” demek. Kız çocuklarına illaki bebek, erkek çocuklarına oyuncak araba alınması demek. “Öğretmenlik de tam bayanlara göre bir meslek canım” demek.

Şimdi öyle evde iş bölümü yapmakla, trafikte çeneyi tutmakla da feminist olunmuyor.

İş masum gibi görünen cinsiyetçi şakalar veya tabirler ile başlıyor, eğitimde fırsat eşitsizliği, kız çocuklarının okutulmaması, erken yaşta evlendirilmesi, aileyi geçindirme yükümlülüğünün erkeğin omuzlarına bindirilmesi ile devam ediyor. Erkekler liderlik vasıfları olan, etkin, girişken, kontrollü, akılcı, cesur, muhakeme gücü yüksek bireyler olarak kabul edilirken, kadınlar daha duygusal, şefkatli, kırılgan, pasif, dengesiz, hatta kimi zaman “histerik” farz ediliyor. Cinsiyete dayalı ücret eşitsizliği, çalışma hayatında fırsat eşitsizliği işte bu tarz kökten yanlış karakter betimlemelerinin doğal getirileri. Götürüleri de malumunuz. Buradan erkeğin kadın üzerinde kurduğu tahakküm ve kadının değersizleştirilmesinden başlayıp, aşağılama, psikolojik, fiziksel, cinsel baskı ve şiddet, ve de kadın cinayetlerine kadar olayın boyutlarını vardırabiliriz.


Yiğit Özgür

Cinsiyet eşitsizliğinin toplumsal tezahürlerine dair örnekler çoğaltılabilir. Hatta sırf bu konuyu örneklendiren bir yazı dizisi hazırlayayım diye Genel Yayın Yönetmenimiz Mustafa Arslantunalı ile anlaşsam bir otuz yıllığına bu köşeyi kapatırım. Ama asıl mesele şu: Birbirinden bağımsız gibi görünen verdiğim bu örnekler aslında birbirine bağımlı, hatta birbirinden beslenen cinsiyetçi önyargılarla örülmüş zincirlerin farklı farklı halkaları. İşte feministler bu zincir halkalarını tek tek birbirinden ayırmalı, yeni, eşitlikçi, adil bir düzen oluşturmak için gerekli toplumsal ve siyasi adımların atılmasını sağlamalı.

Sağlamalı da hangi zinciri neresinden koparmalı, yerine nasıl bir düzen oturtmalı?

Bu konuda fikirler örtüşmüyor.

Biz tarihçiler feminizmin tarihini farklı coğrafyalarda, kendi içinde fikirsel bütünlük arz eden farklı alt dönemlere böleriz; 1. Feminist dalga, 2. Feminist dalga, 3. Feminist dalga, gibi. Genellikle 1920'ler, 1930'lara kadar olan temelde siyasi hakları elde etmek için uğraşılan döneme 1. dalga, 1960'ların sonları, 1970'lerin başında, siyasi hakların ötesinde, evde, işyerinde ve eğitim alanında eşit hak ve özgürlüklere sahip olunması için uğraşılan döneme 2. dalga, en son ırk, dil, din, etnik köken, ekonomik ve sosyal sınıf farklılıklarına duyarlı herkesi kapsayıcı feminist politikalar üretmeyi dert edinen dönemi de 3. dalga diye nitelendiririz.[1] Farklı tarihçiler, farklı temellendirmeler ile büsbütün farklı tarihsel alt gruplara bölebilir bu feminizmin geçirdiği evreleri. Sorun değil, kendi içinde tartışmaya açık bir konudur. Ayrıca arada paralellikler, eş zamanlı bütünlükler, karşılıklı etkileşimler (zaman zaman itişmeler) olsa da, uluslararası feminizmin tarihsel seyri, Ortadoğu feminizminden, Ortadoğu feminizmininki, misal Osmanlı ve sonrasında Türkiye’deki feminizm geleneğinden elbette ki farklıdır. Bu farklılıklar dalga teorisi faydasız demek değil. Tabii ki faydalı, ama esneme payı da içinde.

Feminizm konusunda bu tarz kendi içinde tartışmaya açık dönemsel genellemeler yapılabileceği gibi kuramsal veya tematik gruplandırmalar da yapılabilir, hatta her kuramsal ve tematik gruplandırma pekâlâ kendi alt tarihsel evrelerine bölünebilir. Bu gruplar kendi içinde fikirsel anlaşmazlıklar da barındırabilir.

Bir örnek vereyim. Karen Offen’ın 1988’de yazdığı “Feminizmi Tanımlamak: Karşılaştırmalı Tarihsel bir Yaklaşım” (Defining Feminism: A Comparative Historical Approach) başlıklı makalede “İlişkisel Feminizm” (Relational Feminism) ve “Bireyci Feminizm” (Individualist Feminism) diye iki kategoriye ayırdığı feminist gelenek yandaşları arasında büyük tartışmalar yarattı. İlişkisel feminizm geleneğinde müşterek, eşitlikçi, kadın ve erkekten oluşan çekirdek aile toplumun temel yapı birimini oluştururken, bireyci feminizm geleneğinde cinsiyet gözetmeksizin bireyin kendisi toplumun temel yapı birimini oluşturur. Diğer bir deyişle, ilişkisel feminizm kadın haklarını kadınların üstlendiği, annelik gibi topluma katkısı olacak kadının ayırt edici sosyal rolleri üzerinden temellendirirken (mesela kadınlara eğitim hakkı verilmelidir çünkü onlar geleceğin nesillerini yetiştirecek analardır gibi), bireyci feminizm daha soyut, kişisel hak ve özgürlükler üzerinden temellendirir (mesela kadınlara eğitim öğretim hakkı verilmelidir çünkü bu her bireyin en temel hakkıdır gibi). Bireyci feminizm geleneği, ilişkisel feminizmin öne sürdüğü kadının çekirdek aile yapısındaki tamamlayıcı eş rolü, veya annelik vasfı gibi birçok sosyal kimlikten bağımsız bir hak araması yapılması gerektiğini savunur, bu tarz herhangi bir sosyal kimlik eşitlikçi hak ve özgürlükleri talep etmekte bir kıstas olmamalıdır der. Kadın olduğumuz, anne olduğumuz, eş olduğumuz için değil, insan olduğumuz için bu hak ve özgürlüklere sahip olmalıyız anlayışı ile hareket eder. Bu gelenekler hep tarihsel çerçeveleri içinde değerlendirilmeli tabii ki. Örneğin, 19. yy. Fransa’sında bireyci feminizm geleneği toplumda oldukça tahribata yol açabilirdi, dolayısıyla daha ılımlı, aile değer yargılarını ön planda tutan bir feminizm geleneği o dönem şartları içinde daha avantajlıydı, denilebilir. Dolayısıyla farklı tarihsel dönemlerde, farklı coğrafyalarda bu tarz kolektif, ılımlı, çoğu zaman pragmatik feminist politikaların uzun vadede, daha kalıcı kazanımlar yaratacağı savunulabilir. 

Benzer tartışmaları 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başlarında Osmanlı’da yayınlanan dergi ve gazetelerde “mutedil feminizm” (ılımlı feminizm) geleneğine karşı “müfrit feminizm” (ifrat eden, haddini aşan, radikal feminizm) kullanımları altında da görürsünüz. Hatta sonraki yıllarda Nezihe Muhiddin gibi dönemin öncü feministleri “ferdiyetçi” değil “cemiyetçi” feminizm geleneğinden geldiklerini beyan ederler. Ufak nüanslar hariç az çok birbirine yakın tartışmalar.

Tüm bu “ilişkisel-bireyci,” “mutedil-müfrit,” “ılımlı-radikal,” “cemiyetçi-ferdiyetçi” feminizm tartışmalarının ortak paydasında şu yatıyor: Her fikir akımında olduğu gibi, toplum feminizme ne kadar hazır, yeni fikirler topluma hangi hızda tanıtılmalı, tabandan bu yönde bir kaygı veya değişim yönünde bir talep yoksa kime neyi neden dayatıyoruz? Örneğin, 1913-1921 arası yayınlanan Kadınlar Dünyası gibi dergilerde feminizm ve kadın hakları konulu tartışmalarda daha ılımlı ve ihtiyatlı hareket etmek konusunda ikazda bulunan şu tarz cümlelere rastlarsınız: “kırık kanatlarla yükseklere pervaza çalışırsak gülünç oluruz,” “kafesten kaçan kuşu kedi kapar,” “acele işe şeytan karışır,” “turfanda teşebbüs,” gibi. Bu tarz “aman acele işe şeytan karışır” tarzındaki serzenişler karşısında, kimi kesimlerin “müfrit,” “radikal” tabir edebileceği bazı feministlerin cevaplarından da bir örnek vereyim ki iki tarafın mantığını da anlayalım:

"Acele işe şeytan neden ve hangi hakka istinaden karışır? Biz şeytan efendinin kendine taalluku olmayan işlere burnunu sokacağını pek de memul etmeyiz. Bilemeyiz, bu fikir doğru mu? Madem ki acele işe şeytan karışıyormuş, madem ki menzil-i maksuduna yalnız aheste giden erişiyormuş, o halde teenni ile başlanılan işlerimiz niçin bir netice-i haseneye bağlanmadı, bağlanmıyor? Her işimize şeytanı karıştırarak başlamamıştık ya! Elbet bunlar arasında müddet-i medide hatta lüzumundan fazla düşünülerek, teenni ile başlanılan işler de vardı. [...] Acaba şeytan efendi mesleğini tebdil mi eyledi? Hiç de memul edilemez çünkü şeytan bizim gibi gel geç, her şeyden çabuk usanacak kadar az sebata malik olmasa gerek. [...] Artık acele işe şeytan karışır sözünü unutalım. [...] Yirminci asırda herkes şeytanlık düşünüyor. Şeytanlarda acele işe karışmaya cesaret kalmadı, çünkü asr-ı hazır-ı medeniyet ona gerek külahı gerek pabucu ters giydiriyor." [2]


Cebelibereket Mebusu İhsan Bey’e göre 10 yıl sonra kadın.. (sağda), Isparta Mebusu Hafız İbrahim’e göre 10 yıl sonra erkek.. (solda) Akbaba, no: 135, 20 Mart 1924, s. 2 [Atatürk Kütüphanesi] 

Derginin farklı sayılarında kadınlar arası atışmalar sürüp gidiyor. Benzer tartışmalar feminizmin farklı gelenekleri arasında da mevcut. En hararetli tartışmalar genellikle seküler feminizm, İslami feminizm, ve hatta İslamcı feminizm geleneğinden gelenler arasında oluyor. Bunlara ek liberal feminizm, neo-liberal feminizm, post-modernist feminizm, sosyalist feminizm, Marksist feminizm, ve hatta eko-feminizm gibi birçok farklı akıma, ideale, fikir yapısına eklemlenen feminizm geleneğinden, bunlar arası fikir ayrılıklarından, bu fikir ayrılıklarının tarihsel ve güncel boyutlarından ayrı ayrı, uzun uzun söz edebiliriz.

Bütün bunları neden söylüyorum?

Bilindiğinin tersine feminizm kendi içinde bütünlüklü bir kavram değildir. Kimi zaman ayrışan kimi zaman kesişen, ama çoğunlukla birbirlerini besleyen, dönüştüren farklı feminist gelenekleri vardır. Cümbüş cemaat feminizm! Ama işin güzelliği biraz da burada. Neyse ki hepimize uygun bir feminizm geleneği var. Biraz daha bu konuda okuyayım öğreneyim diyorsanız aşağıda vereceğim kitap listesine bir göz atmanızı öneririm.

Zafer Toprak,
Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm, 1908 - 1935

Bu kitap Zafer Toprak'ın yıllar içinde yazdığı makalelerin bir araya getirilip genişletilmiş bir derlemesi. 1908-1935 arası feminizm fikrinin yavaş yavaş feminist harekete evrimleştiği dönemi konu alıyor. Türkiye’de feminizmin ve feminist hareketin tarihini inceleyen çalışma oldukça az, hatta bu anlamda uluslararası akademik camiada parmakla gösterilecek kadar vahim durumdayız. Bunun nedenlerini başka bir yazıda ayrıca paylaşacağım. Ancak Zafer Toprak'ın kitabı Osmanlı ve Türkiye’de feminizmin tarihine merakı olanlar için bir giriş niteliğinde ve bu konuda yazılmış birkaç kitaptan biri.    

Birkaç Arpa Boyu – 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’de Feminist Çalışmalar,
derleyen Serpil Sancar

Türkiye’de kadın ve cinsiyet çalışmaları alanında neler yapılıyor merak edenler, Serpil Sancar’ın Nermin Abadan Unat’a armağan niteliğinde derlediği Birkaç Arpa Boyu 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’de Feminist Çalışmalar kitabına bakabilir. Otuz, otuz beş kadar akademisyenin katkılarıyla hazırlanmış iki ciltlik bu kitap Koç Üniversitesi Yayınları tarafından basılmış. Başlığından da anlaşılacağı üzere hem şu ana kadar yapılmış çalışmaları derliyor, hem de bu alanda henüz birkaç arpa boyu yol alındığı konusunda bir öz eleştiri yapıyor. Bu tarz kitapların basılması feminist çalışmalar ile ilgilenen farklı disiplinlerden gelen akademisyenleri bir araya getirip kolektif bir projede buluşturması açısından oldukça kıymetli. Feminizm ve cinsiyet çalışmaları konusunda çalışan tarihçiler, siyaset bilimciler, sosyologlar, antropologlar, kadın çalışmaları konusunda neredeyse ortak bir manifesto hazırlamış oluyor, alanın geçmişini, bugününü ve geleceğini masaya yatırıyor. Özellikle bu konularda akademik çalışma yapmak isteyen herkesin mutlaka okuması gereken bir temel kaynak.

Deniz Kandiyoti,
Cariyeler, Bacılar ve Yurttaşlar:
Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler

Deniz Kandiyoti Londra Üniversitesi’nde Emeritus profesör, ve Türkiye’de kadın, cinsiyet araştırmalarına en fazla katkıda bulunmuş çok değerli akademisyenlerimizden biri. İngilizce yayınlayıp editörlüğünü yaptığı Women, Islam and the State ve Gendering the Middle East: Emerging Perspectives kitapları alana oldukça büyük bilimsel katkılar sağladı. Cariyeler, Bacılar ve Yurttaşlar  Kandiyoti’nin 1975 - 1995 yılları arasında yazdığı yazıların derlenip Türkçe’ye çevrilmesi ile dilimize kazandırıldı. Kitap Türkiye’de ataerkilliğin ideolojik ve kurumsal bağlantılarını, kırsal ve kentsel dönüşümün toplumsal cinsiyet rollerine etkisini inceliyor.

Lerna Ekmekçioğlu ve Melissa Bilal
Bir Adalet Feryadı: Osmanlı'dan Türkiye'ye Beş Ermeni Feminist Yazar, 1862 1933

Lerna Ekmekçioğlu ve Melissa Bilal’in Osmanlı’dan Türkiye’ye beş Ermeni feminist yazarı derleyip tanıttıkları Bir Adalet Feryadı’nı okumadıysanız mutlaka okumalısınız. Elbis Gesaratsyan, Sırpuhi Düsap, Zabel Asadur (Sibil), Zabel Yesayan ve Hayganuş Mark’ın kaleme aldığı Ermenice eserlerden çevrilmiş metinlerden oluşuyor, ayrıca onlar hakkında yapılmış incelemeleri içeriyor. Aras Yayınları’ndan çıktı ve şu anda birçok üniversite ve lisede ders kitabı olarak okutuluyor. Bildiğim kadarıyla bu kitabın daha geniş kapsamlısı, 1860 - 1960 yılları arasında İstanbul’da doğmuş on iki Ermeni feministin tanıtıldığı Ermenice Feminizm: Açıklayıcı Bir Antoloji (Feminism in Armenian: An Interpretive Anthology) yakında Stanford Üniversitesi Yayınevi’nden çıkacak. Sanıyorum ileride çevirisi de yapılır.

İlerici Kadınlar Derneği, 1975 – 1980: Kırmızı Çatkılı Kadınlar’ın Tarihi, Derleyen Muazzez Pervan

Tarih Vakfı Yurt Yayınları’ndan çıkan bu kitap 1975’te kurulan faaliyetleri 1979’da sıkıyönetim komutanlığı tarafından durdurulup kapatılan İlerici Kadınlar Derneği’nin (İKD) Tarih Vakfı elindeki belgelerini Muazzez Pervan’ın derlemesi ile ortaya çıktı. İKD’nin merkezi İstanbul’du, ve Pervan’ın kitabın başında belirttiği gibi 15.000'e yakın üyesi ile 33 şube ve 35 temsilcilikle örgütlenmişti. Yayın organı Kadınların Sesi gazetesi 30.000 baskıya ulaşmış, emekçi kadınların örgütlenmesine öncelik vermiş bir dernekti. Bu derneğin belgelerinin bütünlüklü olarak yayınlanması, merkez genel kurulları, örgütlenme biçimleri, kampanyaları dahil kapsamlı bir şekilde literatüre kazandırılması araştırmacılar için çok önemli bir kazanım. Çünkü örneğin Türk Kadınlar Birliği’nin belgelerine şu anda ulaşamıyoruz ve dolayısıyla bu konuda kapsamlı bir tarih çalışması yapamıyoruz. Bu açıdan kitlesel bir kadın örgütünün belgelerinin yok edilmeden günümüze kadar ulaşabilmesi ve okuyucu ile buluşması Türkiye’de kadın çalışmaları alanı açısından önemli bir dönüm noktası.  

Chandra Talpade Mohanty,
Sınır Tanımayan Feminizm: Teoriyi Sömürgeleştirilmekten Kurtarmak, Dayanışmayı Örmek


Chandra Talpade Mohanty Syracuse Üniversitesi’nde kadın ve cinsiyet çalışmaları bölümünde profesör. Kitabı Feminism without Borders: Decolonizing Theory, Practicing Solidarity Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi tarafından Türkçe’ye çevrilip basıldı. Kitap ayrımcılık siyaseti ve dayanışma karşıtlıklarını, hem akademik kurumlarda pedagojik anlamda, hem de tabandan gelen hareketlerde güç ilişkileri ve direnç stratejileri anlamında masaya yatırıyor. Kültürel, cinsel, ulusal, sınıfsal ve ırksal sınırların üzerinde bir etik anlayış nasıl oluşturulur, ve kapitalizm karşıtı demokratik bir eleştiri kolektif çaba sayesinde teoriye nasıl yansır, ve pratiğe nasıl dökülür bunları konu alıyor. Mohanty ırk, renk, ulus ve sınıf ayrımcılığının ve bu ayrımcılıklar çerçevesinde örülmüş katı sınırları aşan, kişisel ve kolektif bir feminizm pratiği öneriyor, ve bu anlamda ilerici, solcu, anti-emperyalist feministler, entelektüeller ve aktivistlerle iletişim halinde olup bu kitabı hazırladığını söylüyor. Mohanty’nin 20 yıllık çalışmasının bir ürünü olan bu kitap “üçüncü dünya feminizmi,” toplumsal cinsiyet, kapitalizm, ve sömürgecilik tartışmalarını birbirine harmanlıyor.

Bell Hooks,
Feminizm Herkes İçindirTutkulu Politika

Feministlerin bir avuç sinirli erkek düşmanı lezbiyenler olduğunu düşünen kesimin önyargılarını yıkmak için “buyurun okuyun, feminizme bir de daha yakından bakın,” mantığıyla yazılmış bir kitap Bell Hooks’un Feminizm Herkes İçindir kitabı. Daha kitabın en başından, “gelin, yaklaşın, birinci elden feminizm nasıl hayatınıza dokunup değiştirecek, kendiniz görün,” “gelin yaklaşın göreceksiniz ki feminizm herkes içindir,” diyor Hooks. En basit tabiriyle cinsiyetçiliğe, cinsiyet ayrımcılığına karşı bir duruştur diye tanımlıyor feminizmi. Kitap feminist hareketin başarılarını, başarısızlıklarını, kadın çalışmalarının kurumsallaşmasından tutun da, üreme hakları, feminizmde sınıfsal çatışmalar, iş yerindeki cinsiyetçilik, ırkçılık, aile içi şiddet, global feminizme kadar birçok konuyu kısa kısa işlediği on dokuz bölümden oluşuyor. Feminizmin erkek düşmanlığı olduğu, feministlerin de bir avuç sinirli kadın olduğu önyargısına sahip her yaştan herkesin okumasını öneririm.

Josephine Donovan,
Feminist Teori

Josephine Donovan Maine Üniversitesi’nde karşılaştırmalı edebiyat profesörü. Feminist teori ile ilgilenenler için öyle sahilde okunacak türden değil de daha çok elde kağıt kalem, not alınıp okunacak türden bir kitap. Donovan, Hooks gibi feminizm nedir sorusuna cevap veriyor ancak bunu feminizmin geçirdiği tarihsel evreleri ve feminizm geleneğinin liberal feminizm, kültürel feminizm, Marksist-sosyalist feminizm, radikal feminizm, eko-feminizm, global feminizm gibi farklı alt gruplarını analiz ederek okurlara görece daha derinlikli bir çalışma sunuyor. Yukarıda tek tek giremediğim feminizmin bu alt grupları hakkında daha detaylı fikir sahibi olmak istiyorsanız, ve feminizmin neden kendi içinde bütünlüklü bir kavram olmadığını anlamak istiyorsanız bu kitabı okumanızı öneriyorum.

Elisabeth Brami,
Kız Çocuk Hakları Bildirgesi ve Erkek Çocuk Hakları Bildirgesi

Bu iki kitap Elisabeth Bramin’in Declaration of the Rights of Boys and Girls kitabının bir çevirisi. Aslında orijinalinde tek kitap olarak yayınlanmış ancak Yapı Kredi Yayınları iki ayrı kitap halinde basmış. Belki birlikte basılsa çocuklar için daha faydalı olabilirdi, çünkü birlikte okunduğunda daha anlam kazanıyor bazı fikirler. Kız ve erkek çocukların kendi benliklerini diledikleri gibi deneyimleme ve dışa vurma hakları olduğundan hareketle, küçük yaştan giydirilen toplumsal cinsiyet rollerini nötrlemek için yazılmış iki kitap bu. Kız çocuğu dilerse prenses olmayabilir, erkek çocuğu dilerse pembe giyebilir. Her çocuk kendi cinsiyetini kendi özgür seçimleri doğrultusunda şekillendirmelidir mantığını savunuyor. Çocuklarınıza toplumsal cinsiyet rollerini küçük yaştan giydirmek yerine kendi cinsiyetlerini kendi tercihleri doğrultusunda belirleyip şekillendirmelerini istiyorsanız, bu kitapları çocuklarınıza okutun, ve de siz de onlarla beraber okuyun.

Sassa Buregren,
Küçük Feministin Kitabı

Sassa Buregren’in kitabı bu konuda Türkçe’ye çevrilmiş nadir çocuk kitaplarından biri. Buregren İsveçli bir yazar ve genellikle toplumsal cinsiyet rolleri, feminizm, demokrasi gibi temel kavramlarda kendi çizimleri ile zenginleştirdiği çocuk kitapları yazıyor. Kitaplarını genellikle kız çocuklarının hayatta kendine yer edinmeleri, kendi seslerini bulmaları ve duyurmaları için yazdığını söylüyor. Kitap genellikle sekiz yaş ve üstü çocuklar ve de gençler için tavsiye ediliyor ancak bu kitapları sadece çocukların değil, yetişkinlerin de okumasını öneririm.

 

GİRİŞ RESMİ:

Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfından bir fotoğraf.

 


[1] bkz. Stanford Encyclopedia of Philosophy, Feminizm maddesi: "Feminizm Nedir?" 

[2] Emine Seher Ali, “Lüzum ı İtidal,” Kadınlar Dünyası, No: 48, [3 Haziran, 1913], Kadınlar Dünyası, Yeni Harflerle, (1.-50. Sayılar), s. 487.