“Ev sanki beni çağırıyor gibi geldi…”

Ferzan Özpetek'in kısa süre sonra Can Yayınları'ndan çıkacak olan son romanı Bir Nefes Gibi'den tadımlık kısa bir parça sunuyoruz...

11 Haziran 2020 22:00

Rosto neredeyse hazır. Mis gibi kokuyor. Graten seb­zelerin kokusu da iştah açıcı. Buzdolabının yanında asılı duran saat 11.30’u gösteriyor. Bir saate kalmaz misafir­ler gelir, ömürlük dostlara misafir denirse tabii: Giulio ile Elena ve bebek bekleyen Annamaria ile Leonardo. Sergio, buzdolabına doğru dönerken gözü mutfak pen­ceresindeki yansımasına takılıyor ve bir an için bu görün­tü hoşuna gidiyor. Yakışıklı bir adam ve bunun farkında. Esmer, kıvırcık saçlı, kahverengi gözlü, geniş alınlı, dol­gun dudaklı. Otuz dört yaşında, vücudu fit ve kaslı, ama spor salonlarından çıkmayanlar gibi abartılı değil.

Hemen arkasında, Giovanna mutfak masasının etra­fında dönüp duruyor. İki yıldır evli, on iki yıldır da bir­likteler. Ve Sergio onu, ne yaptığını gözü kapalı bilecek kadar iyi tanıdığını düşünüyor. Ama on iki yıl birbirini gerçekten tanımak için yeterli mi? Sergio ansızın dönüp Giovanna’ya bakıyor; üstünde eşofmanı, bir binanın te­melini atan mimar titizliğiyle altı kişilik sofrayı hazırlı­yor. Mavi gözleri düşünceli. Dağınık kısa sarı saçlarıyla, üniversite kafeteryasında tavladığı o genç kızdan farkı yok sanki, oysa ikisi de aynı yaşta, arkadaşları gibi otuz­larındalar. Sergio kendi kendine gülümsüyor: Karısını, her satırını ezbere bildiği bir kitap gibi okuyabildiğinden emin. Kendine güvenli, samimi ve karizmatik. Onda ol­mayan bir şey varsa o da öngörülemezlik. Belki de bu yüzden seviyor onu.

Tıpkı Testaccio’da, 1900’lerden kalma görkemli apart­mandaki daireleri gibi, duruşuyla güven veriyor. Zevkleri­ni tam anlamıyla yansıtan bu evi iki yıl önce satın aldılar, ama sanki yıllardır orada yaşıyorlar. Ev, aydınlık iki geniş bölümden oluşuyor: bir tarafta gömme dolaplı ve ebe­veyn banyolu yatak odası, diğer tarafta ise salon, bitişiğin­de çalışma odası ve mutfak. Mutfak, zaman içinde vazge­çilmez bir ritüele dönüşen pazar yemeklerinde dostlarını rahatça ağırlayacakları genişliğe sahip.

Sergio arkadaşlarına yemek yapmayı seviyor. Hafta içi, adliye ve avukatlık bürosu arasında mekik dokuyarak geçiyor. Uzmanlık alanı şirketler hukuku, müvekkilleri zengin, aldığı davalar milyon ciroluk. İyi kazanıyor şüphe­siz, ama stresli bir iş. Yemek yapmak onun için bir terapi gibi. Tam bir gurme olarak, kavanozlar, baharatlar ve aro­matik bitki saksılarıyla dolu, tam teçhizatlı geniş mutfa­ğında yeni tarifler denemeye bayılıyor. Giovanna’yla bir­likte dostlarını mutfağın tam ortasındaki, zamanla rengi koyulaşan ahşap masada ağırlıyorlar. Çünkü orası evin, ikisinin de en çok sevdiği bölümü. Buradaki her mobilya, her eşya özenle seçildi ve yerleştirildi.

Giovanna, masa örtüsü kullanmayı hiç sevmez çün­kü ahşabın dokusundan çok hoşlanır. Tabakları, çatal bı­çakları yerleştirdikten sonra bardakları getiriyor. Ardından da bir adım geriye gidip, tuvaldeki bitmiş tablosunu süzen ressam edasıyla eserini inceliyor. Sergio gözucuyla ona ba­kıyor. Yaptığı her işte mükemmeliyetçi. Giovanna şimdi buzdolabından çıkardığı kabak çiçeklerini bir demet kır­mızı biberle karıştırıyor, ardından iki baby patlıcan ekli­yor. Dolaptan beyaz seramik bir kâse alıp karışımı içine koyuyor: Orta süsü olarak masada muhteşem duracak.

“Hay aksi, saat yarıma geliyor ve ben hâlâ duşa gire­medim!” diyor mutfak duvarında asılı saate bakarak.

Sergio fırını kapatırken, “Telaş yapma, git sen, geri­sini ben hallederim,” diyor onu sakinleştirmek için. “Fı­rınla işim bitti zaten.”

“Ekmek dolapta, beyaz torbanın içinde...”

“Tamam, hadi sen işine bak, yoksa eşofmanla karşı­layacaksın insanları!”

Bu korkunç ihtimal karşısında –konukların onu böy­le paspal yakalaması– Giovanna hızla banyoya giriyor. Sergio bu arada dolaptan aradığını buluyor: Kocaman bir odun ekmeği. Yarısını dilimleyip diğer yarısını da, gerek tiğinde hemen kesmek için, ekmek tahtasında bırakıyor. Belli belirsiz gelen su sesinden karısının duşa girdiğini an­lıyor. Tam o anda mutfağa açılan dış kapının zili çalıyor. Leonardo ve Annamaria olmalı, diye düşünüyor, hep de erken gelirler, apartman kapısı açık kalmış olmalı.

“Erken gelmeseniz olmaz, kahro...” derken birden susuyor.

Kimin geldiğinden emin bir şekilde gözetleme deli­ğinden bile bakmadan kapıyı hırsla açtığı anda şaşkınlık­tan donakalıyor. Karşısında: Yılların yorgunluğuyla omuz­ları düşmüş, yetmişlerinde bir kadın duruyor. Omuz hi­zasındaki boyalı sarı saçlarının arasından değerli oldukla­rı belli antika küpeler göze çarpıyor. Üzerinde, bedenine hafifçe oturan, dikimi kusursuz, petrol mavisi keten bir elbise var. Boynunda kehribar bir kolye, elinde ise işle­meli şık bir çanta. Yüzündeki kırışıklar hayli belirgin, ama Sergio’nun dikkatini çeken, sürmeli, insanın içine işleyen yeşil gözleri oluyor.

Sergio biraz şaşkın, biraz büyülenmiş, kadını inceli­yor. Kim acaba? Tanışmadıklarından emin. Kadın da ona şaşkın bir ifadeyle bakıyor. Aslında şaşkından çok, karşı­sında başka birini görmeyi beklediğinden olsa gerek, sar­sılmış gibi. Sonra, bir an duraksayıp gözucuyla kapı zilin­deki ismi kontrol ediyor. Ama Sergio ve Giovanna henüz isimlerini zile yazmaya vakit bulamamışlar, açıkçası hiç de önemsememişler. Şimdi birden, bu yaptıkları Sergio’ya kabul edilemez bir ihmalkârlık gibi geliyor.

Sessizlik uzayınca, bu davetsiz misafir silkiniyor ve masum bir edayla gözlerine bakıp gülümsüyor: “Affeder­siniz rahatsız ettim. Üstelik pazar pazar, bu saatte...”

Sergio şaşkınlıktan bir süre konuşamıyor, tam bir şey söyleyecekken kadın devam ediyor: “Adım Elsa Cor­ti, yıllar önce burada oturuyordum.”

Elini uzatıyor. Sergio da karşılık verdiğinde kadının bir daha bırakmayacak gibi sıktığını fark ediyor. Serçe­ parmağında mühürlü altın bir yüzük var. Bu arada, elin­den kendini tanıtmak ve istemeden yaptığı korkunç bir hatayı itiraf eden bu kadını anlayışla karşılamaktan baş­ka bir şey gelmeyen ev sahibinin omuzlarının üzerinden içeri göz atıyor.

“Kadere inanır mısınız?” diye soruyor umut dolu bir edayla.

Böylesi net bir soru karşısında Sergio irkiliyor. Genç­liğinde çok güzel olmalıydı, diye geçiriyor aklından.

“Apartman kapısını açık bulunca ev sanki beni çağı­rıyor gibi geldi,” diye devam ediyor Elsa. “Uzun süredir Roma’dan uzaktaydım... elli yıldır gelmiyordum bu so­kağa. Bu sabah biraz yürümek için otelden erkenden çık­tım. Colosseum’a gideyim derken ayaklarım beni bura­ya, her şeyin başladığı yere sürükledi. Etrafımdaki her şey aslında çok farklı olsa da, gözüme garip bir şekilde aynı geliyordu ve kendimi bir anda bu kapının önünde buluverdim, sanki burayı hiç terk etmemişim gibi. Evi tekrar görmeyi çok istedim. Sizi de rahatsız ediyorum, lütfen kusuruma bakmayın! Bugün böyleyim, aklım kim bilir nerede.”

“Rica ederim, ne demek, anlıyorum...” diye kekeli­yor Sergio. “Anlıyorum...” Şaşkınlıktan ne diyeceğini bi­lemiyor.

Elsa verdiği rahatsızlıktan ötürü tekrar özür diler­ken bir yandan da, orada oluşunun asıl nedenini saklar gibi evin içine göz atmaya devam ediyor. Sonra bir anda kendine geliyor, “O halde teşekkür ederim, hoşça kalın. Eee, şey, sakıncası yoksa, yine gelebilir miyim?..” diyerek isteksizce geri adım atıyor.

Normal şartlarda Sergio, kendisini pazar ritüelin­den ve yemek yapmaktan alıkoyan bu yersiz ziyaretçi­den bir an önce kurtulmak için hiçbir fırsatı kaçırmazdı. Sadece ses tonuyla canını sıkan herhangi birini ânında başından savan Giovanna kadar olamasa da, o da düze­ninin bozulmasından pek hoşlanmaz. Ama kadının ha­linden etkileniyor. İçinde uyanan merak duygusunu bas­tıramıyor.

“Gelmişken eve bir bakmak ister misiniz?..” diye so­ruyor bir anda, onu davet edercesine kenara çekilerek. “Ama ne yazık ki size ayıracak çok vaktim yok: Az sonra misafirler gelecek de...”

“Çok naziksiniz!” Kadının yüzü bir tebessümle ay­dınlanıyor. “Sizi yeterince rahatsız ettim. Aslında...” Bir an için duraksıyor. “Şöyle etrafa bir göz atsam yeter.”

Sözlerini bitirmesiyle içeri girip mutfağın orta yeri­ne durması bir oluyor.

“Ne heyecanlar yaşadım burada bilemezsiniz, ama şimdi bambaşka bir ev sanki. Burada bir duvar vardı. Orada da kiler dolabı. Ve ocaklar tabii... o eski ocaklar,” diye mırıldanıyor. Sonra hipnotize olmuşçasına bir nok­taya bakakalıyor. Pencerenin dışındaki bir noktaya.

O esnada Giovanna geliyor yanlarına. Üstünü değiş­tirmiş ama saçları hâlâ nemli. Tanımadığı bir ses duy­ muştu: Neler oluyor? Hoşnutsuzluğunu belirten bir ifa­deyle bir yabancı kadına bir Sergio’ya bakarken Sergio, Giovanna sormadan yanıtlamaya çalışıyor: “Sizi... sizi tanıştırayım. Bu hanım... Elsa Corti.

Kadın, Giovanna’ya gülümserken küpelerinin parıl­tısı göz alıyor.

“Eşiniz beni içeri davet etme nezaketini gösterdi. Yıl­lar önce yaşadığım evi görmek istedim sadece, sonra gide­ceğim,” diyor Sergio’ya bakarak. Öğretmenine suçüstü yakalanan haylaz bir öğrenci gibi. Giovanna’nın yüzünde şaşkın bir ifade: Kim bu kadın?

Sergio hemen araya giriyor: “Yemeğe misafirimiz ol­duğunu söyledim.”

Ama Giovanna pek dinlemiyor onu, dikkati tama­men kadının üzerinde: Yaşına rağmen müthiş bir enerji yayıyor. Ayrıca kıyafetinin soğuk ve sıcak tonlarından, elbisenin petrol mavisi ile kolyenin kehribar rengini bu­luşturan cesur renk uyumundan çok etkilenmiş gibi. Si­yah ve bej tonların tekdüzeliğinden bir türlü vazgeçe­meyen Giovanna, bir an için kendini olduğundan yaşlı hissediyor. Elsa’nın kendine özgü bir zarafeti var. Kuşku­larından sıyrılan Giovanna, gülümsemesine karşılık veri­yor. Birden, bu evin eski sahibi olduğunu söyleyen ya­bancı kadınla empati kuruyor.

“Demek burada oturmuştunuz?” diye soruyor, koca­sına anlayışlı bir bakış atarak: Kadını birkaç dakikalığına dinleseler ne çıkar! İkisi de meraktan çok hayranlık duyu­yor ona. Elsa soruyu bakışıyla yanıtlıyor. Pencereye yakla­şıyor, gözlerini bir anıyı tekrar yaşıyormuşçasına tek bir noktada sabitliyor. Sessizliğin uzamasıyla meraklanmaya başlayan çift ağzından laf almaya çalışıyor.

“Yalnız mı yaşıyordunuz?” diye soruyor Sergio.

“Çocukluğunuz burada mı geçmişti?..” diye ekliyor Giovanna.

Ama kadının aklı başka yerde. Sanki konuşurken zorlanıyor, ancak kısa ve kestirme yanıtlar verebiliyor: “Hayır. Neden?.. Şey...”

“Bizden önce burada bir hanım oturuyordu. Yoksa akrabanız mı oluyor?” diye mırıldanıyor Sergio, Elsa’dan ziyade Giovanna’ya bakarak; ama kadın birden canlanıp tepki veriyor: “O nerede?”

“Kim nerede?” diyor Sergio.

“Evin önceki sahibini mi kastediyorsunuz?” diyor Giovanna.

“Evet, o. Ablam.”

Sergio şaşkınlıkla, ellerini açarak açıklıyor: “Gördü­ğünüz gibi... burada oturmuyor artık.”

Giovanna da endişeli. Şimdi kadına tarif edilemez bir yakınlık duymaya başlıyor.

“Bilmiyor muydunuz? Anlaşılan uzun zamandır ha­berleşmiyordunuz.”

“Hayır... maalesef hayır. Ama bu... çok uzun bir hi­kâye...”

Elsa’nın bakışları, acı bir gerçeği ağır ağır kabulleni­yormuşçasına pişmanlık dolu.

Giovanna onlara evi satan Adele Conforti’yi gayet iyi hatırlıyor. Yıllarca ailesiyle birlikte o evde yaşamış, kocasının ölümünden sonra kendisine artık fazla büyük gelen evi satmaya karar vermiş. Zaten oğluna da yakın olmak istiyormuş. Çok garip. Elsa, Adele Conforti’ye hiç benzemiyor.

“Saflık işte. Hâlâ burada oturuyordur diye düşün­müştüm... onu bulmayı umuyordum,” diyor kısık sesle.

“Demek aslında onu arıyordunuz. Sadece eve bak­mak için gelmediniz!”

“Evet, doğru.”

“Anlaşılan evi satıp buradan gittiğinden de haberiniz yok...”

“Hayır, bilmiyordum.”

Suskunluğunu bozan Elsa, elli yıldır ablasından ha­ber almadığını açıklıyor. Bu sırada, izin isteme gereği duymaksızın evin içinde dolanmaya başlıyor, tavırların­dan huzursuz ama öte yandan kararlı olduğu anlaşılıyor. Sanki o evden hiç gitmemiş gibi. Giovanna ve Sergio şaşkın şaşkın peşinden giderken, yatak odasına giriyor, banyoya bakıyor, çalışma odasının kapısını açıyor. Bu arada verdiği rahatsızlıktan ötürü sürekli özür diliyor.

Robot gibi, “Pekâlâ, şimdi gidiyorum,” diye tekrarlı­yor. “Sizi rahat bırakacağım, merak etmeyin. Geç oldu, gitmem gerek.”

Mutfağa döndüklerinde bir kez daha pencereye bakı­yor, “Ablamı daha sonra hiç gördünüz mü?” diye soruyor. “Yakın zamanda değil. En son satış akdi için notere gittiğimizde görmüştük, sonra birkaç kez telefonlaştık. Adına gelen mektuplar vardı, onları biriyle aldırmasını söylemiştim,” diyor Giovanna, duyarlı, titiz biri olmanın gururuyla.

“Nerede yaşadığını biliyor musunuz?”

“Şehir dışında, Roma’dan biraz uzakta bir kasabada. Ama dediğim gibi, telefon numarası var bizde.”

Hayatının büyük bir kısmını ailesinden uzakta geçi­ren bu kadın onda sempati ve merhamet uyandırıyor. Ko­lay olmasa da kendini onu yerine koymaya çalışıyor. Elli yıl sonra evine dönmek ve her şeyi değişmiş bulmakta in­sanın içine dokunan bir şeyler var. Orada artık iki yabancı­nın oturduğunu, sevdiklerinden hiçbir iz kalmadığını gör­mek. Elsa kim bilir hangi endişe ve beklentiyle az önce zili çalmıştı. Ve kim bilir kaç kere o ânı gözünde canlandırmış­tı. Sonra kapı açıldı ve karşısına bir yabancı, Sergio çıktı. O an belki de ablasının ölmüş olduğunu düşündü.

“Telefon numarasını verebilir misiniz bana?” Elsa tam soruyu sorduğu anda dış kapının zili çalıyor. 

Ferzan Özpetek, Bir Nefes Gibi, Can Yayınları, 2020, s. 16-23.