Donna Haraway ile konuşmak

"Tıpkı Bir Yaprak Gibi, her türlü bilme faaliyetine dair metodolojik ilhamlar vermenin yanı sıra, yazma tarzları hakkında içgörüler ve pratikler de barındırıyor."

10 Mart 2020 16:12

“Konuşmak: Birbirinin karini, yakını, arkadaşı olmak”

TDK Tarama Sözlüğü

Thyrza Nichols Goodeve’in Donna Haraway ile gerçekleştirdiği söyleşilerden oluşan Tıpkı Bir Yaprak Gibi, Şubat 2020’de Aksu Bora çevirisiyle İletişim Yayınları’ndan çıktı. Goodeve, Haraway’in Santa Cruz’daki Kaliforniya Üniversitesi’nin Bilinç Tarihi programında öğrencisi olmuş ve 1994’te bitirdiği doktora tezinin[1] danışmanlığını da Haraway yapmış. Hoca ile öğrencisinin söyleşilerinden oluşan Tıpkı Bir Yaprak Gibi’nin ilk basımı 1998’de İtalya’daki La Tartaruga-Baldini & Castoldi Uluslararası Yayıncılık tarafından gerçekleştiriliyor. Dolayısıyla Donna Haraway’in hayatının son yirmi yılı bu kitapta yer almıyor. Ancak Tıpkı Bir Yaprak Gibi, belirli bir kronolojiyi takip etse de hem Haraway’in hayatını hem de 20. yüzyılın ikinci yarısını sarmal bir şekilde kat eden bir hareketi izlediği ve hatlar çizdiği kadar ağlar da ördüğü için hâlâ güncel.

21. yüzyılda Donna Haraway’in yaşama, düşünme ve eyleme pratiklerinin ne şekilde gerçekleştiğini merak edenler Fabrizio Terranova’nın Donna Haraway: Story Telling for Earthly Survival belgeselini izleyebilir. İlk gösterimi 2016’da yapılan bu belgeselde Terranova ve Haraway, Tıpkı Bir Yaprak Gibi’de fiile dökülen sözün imkânlarına filmi, hikâye anlatıcılığını ve animasyonu da ekleyerek mecralar arası bir alan oluşturuyorlar.

Tıpkı Bir Yaprak Gibi’nin söyleşi uzamında, Haraway’in biyolojik akrabalarından dostları, sevgilileri, öğrencileri, yoldaşları ve biyoloji ile kurduğu akrabalığa kadar uzanan ilişkiler ağı belirirken, özelle kamusal, şahsiyle siyasal, insanla insan-olmayan, metaforla düz anlam, olguyla kurmaca, aşkla dostluk, arzuyla yas, doğayla kültür de birbiri üzerine katlanıp kıvrılıyor. Söyleşi boyunca bu ağ ve kıvrımlar arasında Haraway’in nasıl konumlandığını takip ediyoruz. Goodeve belirli durumlar, olaylar, düşünürler, fikirler, deneyimler karşısında Haraway’in nasıl konum aldığını sordukça, Haraway aldığı konumlar kadar tarihsel bağlam tarafından da nasıl konumlandırıldığını anlatıyor. Konumların açtıkları ve kapattıklarına, kısmiliklerinin imkânlarına dair bu bilincin tüm söyleşiye sirayet etmiş olması sayesinde hem Haraway’in çok-kıvrımlı hayatıyla karşılaşıyoruz hem de önümüzde kendi konumlanışlarımız, kısmiliklerimiz üzerine düşünme alanı açılıyor.

Metis Seçkileri arasında yayımlanan, Güçsal Pulsar’ın hazırlayıp çevirdiği ve güzel bir önsözle sunduğu Başka Yer kitabında yer alan “Konumlu Bilgiler” makalesi, Goodeve ve Haraway’in Tıpkı Bir Yaprak Gibi’de icra ettiği söyleşmeyi anlamak için önemli ipuçları barındırıyor. Orijinali 1988’de basılan makalede Haraway, feminist nesnelliği konumlu bilgilerle ilişkilendiriyor. Mutlak bir özne-nesne ayrımı ya da aşkın bir konumdaymışçasına davranmayla değil de kendi sınırlı/kısmi konumunun ve konumlu bilgisinin farkında olarak eylemeyi önerirken hangi halleri, olayları ve ilişkileri ne şekilde görmeyi öğrendiğimize dair bir farkındalığı ve bu konumlanmanın hesabını verebilmeyi önemsiyor:

“Feminizm başka bir bilime sevdalıdır: yorum, tercüme, kekeleme ve kısmi anlamaların bilim ve politikalarına. Feminizm, (en az) ikili gören çoklu öznenin bilimleriyle ilgili bir şeydir. Feminizm, homojen olmayan, cinsiyetli toplumsal mekânda eleştirel konumlanmaya dayalı bakış açısıyla ilgili bir şeydir. Tercüme her zaman yoruma dayalıdır, her zaman eleştirel ve kısmidir. İşte burada karşılıklı konuşma, akılcılık ve nesnellik için –ki bu da çoğulcu olmayıp iktidara duyarlı olan ‘konuşma’dır- bir zeminimiz olur. (…) O halde konum(luluk) incinebilirlikle ilgili bir şeydir; konum(luluk), kapanım ve nihailik politikalarına direnir, (…) ‘son kertede basitleştirmeye’ direnir. Bunun nedeni feminist bedenliliğin sabitlenmeye direnmesi ve farklılığa dayalı konumlanma ağlarına karşı doymak bilmez bir merak beslemesidir.” (Başka Yer, “Konumlu Bilgiler”, s.112)

Tıpkı Bir Yaprak Gibi’de Haraway’in (heterojen) kendisiyle kurduğu ilişkiyi okumak, Goodeve ile aralarında kurulan söyleşi uzamında kendini hikâyeleştirme tarzıyla karşılaşmak, okurda yorumlamanın yanı sıra kendine tercüme etme isteği de uyandırıyor. Bir başkasının kendi konumlarının avantajları ve dezavantajlarıyla ilişkilenmesinin okuru olmak, özdüşünümselliği (self-reflexivity) teşvik ediyor, kendi kısmiliğine bakma arzusunu harekete geçiriyor. Burada benim deneyimimden çok söyleşinin geçtiği güzergâhların ve geçiş tarzının yol açtığı bir imkândan söz ediyorum. Dünyanın ve Türkiye’nin bugününü kat eden dindarlık, akademik hayat, kadro arayışları, çok-aşklılık, hayvan deneyleri, virüsler, bağışıklık, parazitler, türlerin yoldaşlığı, eleştirellik, yas, yazı gibi meseleleri hep birlikte ya da ayrı ayrı dert edinen bin bir meşrepten insana seslenecek bir potansiyele sahip bu söyleşi. Konuşmak kelimesinin kökensel anlamlarında yakınlık kurmanın, komşu olmanın da yer alıyor olması, Haraway’in özellikle son dönem çalışmalarında vurguladığı kan bağına ve türdeşliğe dayalı olmayan akrabalıklar kurma çağrısıyla konuşuyor.

1944’te Denver’da doğan Haraway’in ailesi Katolik ve zooloji lisansının yanı sıra felsefe ve edebiyatla yan dal da yaptığı Colorado College’a gelene kadar Katoliklik Haraway için belirleyici olmuş. Tıpkı Bir Yaprak Gibi’nin özellikle birinci bölümü, içine doğduğu bu tarihin tasvirine ayrılmış durumda ancak Katoliklik başından sonuna kadar söyleşiyi kat ediyor. Katolik olarak dünyaya bakmanın imkânları ve kısıtlarına dair farkındalık, Katoliklikle ataerkillik arasında ilişkiye dikkat çektiği kadar rahibelere bakınca onların tutkularını görmezden gelen bir cinsel hüsran hikâyesi kurmanın cinsiyetçiliğine de işaret ediyor. Liseden sonra Fulbright Bursu ile gittiği Paris’te evrim felsefesi ve teoloji okuyan Haraway, politik olarak da önce Katolik Sol’a meyleder. Savaş karşıtı hareketlerin yükselişini takip eden ‘68 deneyimiyle birlikte Yale’de komünde yaşayan bir Haraway ile karşılaşırız. Söyleşinin bu kısımları, ‘68 Hareketi diye bir adda toplanan o anın çoğulluğunu, yirmili yaşlarının başlarında birinin hayatında açtığı karşılaşmalar alanını hissetme imkânı veriyor.

Dogma düzeyinde aştığını söylediği Katolikliğin, teorisindeki ve dünya kavrayışındaki izlere dair bilinç de yürürlüktedir. “Rağmen”, “hâlâ” gibi karşıtlığı keskinleştiren ifadelere hiç başvurmadan gerçekleşen bu değerlendirmede geçişlere ve sürekliliklere dair dikkatle kısmiliğin önemine vurgu iç içedir. Story Telling for Earthly Survival’da Terranova ile yaptığı söyleşide de bu konudaki gafletin önemli bir aydın kusuru olduğundan söz eder. Kendini hakikate ermiş, doğru pozisyonda konumlanmış olarak görenlerin diğerlerini mutlak bir hakikatsizlikle itham etmelerinin, o hakikati aşmış oldukları için geride kalanların kısmi perspektiflerini hor görmenin başlıca belirtileri olduğu bir kusurluluk.

Düşüncesinin en önemli damarlarından biri olan maddi ile semiyotiği, biyokimyasal ile dili aynı anda, karşıtlık kurmadan ele almanın, ikiliğe değil de ikisinin iç içeliğine kulak vermenin ardındaki ögelerden biri olarak da Katolikliğe işaret eder Haraway:

“Katolik sembolizmi ve sakramentalizminin üzerimdeki etkisi –tecessüm ve maddenin dönüşümü– yoğun biçimde fizikseldi. Katolikliğin hayatı durmadan sembolize etmesi sadece fiziksel dünyayla ilgili değildir, bu sembolizmin kendisi fiziksel dünyadır. (…) [İ]çinde büyüdüğüm anlatı dünyasında da simgeyle et birbirine ayrılmaz biçimde bağlıydı, son derece ayrıntılı sembolik formlarla doluydu. Dört yaşımdan beri dünyayı böyle anlıyorum.” (Tıpkı Bir Yaprak Gibi, s. 100)

Haraway’in başka konumların imkânlarına, açmazlarına, kapanımlarına dair vurguları kendisini ölçüt dayatan ve hakikati temellük eden bir konumdan uzaklaştırırken, eleştirellik nosyonunu da etkiliyor. Bu nokta, en çok Goodeve’in Haraway’in hocalığından bahsettiği bölümlerde görülüyor. Goodeve, eleştirinin negatif bir etkinlik olmak zorunda olmadığını, üretken de olabileceğini Haraway’le öğrendiğini söylüyor. Mutlak hakikat konumunu işgal ederek, metinlere yokluklar, eksiklikler ve dışarıda bırakılanlar üzerinden saldırmanın, bir değersizleştirme operasyonu olarak eleştirinin karşısında; metinlerle ilişkilenmenin, onlarla üretici ağlar oluşturmanın, metinlerle bir şey icra etmenin, metinlerin kusurluluklarını ve kısmiliklerini kabullenmenin esas alındığı bir eleştiri. Haraway, eksik bulmacı, yokluk tespit etmeci, kusur arayıcı eleştiriyi “bir şeyi bütün dağınıklığı, kirliliği ve mükemmel olmayışı ile kucaklamaktan korkmakla” (s.125) ilişkilendirir.

Konu metinler üzerinden açılsa da Haraway, kapsamı dünyayla kurulan her türlü eleştirel ilişkiye genişletir. Sosyal medyadaki eleştirellik icralarını değerlendirmek bakımından da anlamlı bulduğum sözlerinde Haraway, meramını ırkçılık üzerinden anlatır. Bir metinde ırkın ihmal edildiğini ya da yer almadığını tespit etmekle vicdanı rahatlatmak arasındaki ilişkiden söz eder. Kendilerini yargılanmaktan kurtarmak için başkalarını ırkçı olarak işaretlemede acele edenlere, ‘sorunu görüyorum, o halde sorun bende olamaz’ diye düşünenlere işaret eder.

Haraway, kendi meşrebindeki eleştirel bilinci “kırınım” olarak adlandırır. Asıl ve kopya, model ve örnek, hakikat ve yansıması gibi hiyerarşik karşıtlıklardan kurtulmak ama yine de görsel mecazları kullanmaya devam etmek için elverişli bir kavramdır kırınım:

“Işık yarıklardan geçerken ışık ışınları da kırılır. Olup biteni kaydetmek için bir uca bir ekran koyarsınız, ışık ışınlarının ekrana geçişlerinin kaydını elde edersiniz. Bu ‘kayıt’ ışık ışınlarının yarıklardan geçişinin tarihini gösterir. Yani elde ettiğiniz şey yansıma değildir, geçiş kaydıdır.” (s. 117)

Kökenlere ve yansımalara değil, etkileşimlerin, müdahalelerin, güçlendirmelerin ve farkın tarihine odaklanan bir yaklaşımdır bu. Bir durumda, nesnede, olayda dolaşımda olan olguları, süreçleri, bağlamları dikkate alarak görünmezleştirilmiş süreçleri görünür kılmayı amaçlar kırınım örüntülerine bakmak:

“[D]iğer anlamları yok etmek değil, temelde tek bir yorumu imkânsız hale getirmek için.”
(s. 119)

Tıpkı Bir Yaprak Gibi, her türlü bilme faaliyetine dair metodolojik ilhamlar vermenin yanı sıra, yazma tarzları hakkında içgörüler ve pratikler de barındırıyor. Haraway’in akademinin bölümlenmelerine sığmayan donanımından dolayı akademik kadro bulmakta çektiği sıkıntılara tanık olduğumuz kadar, akademik yazının Haraway’in düşüncesini nasıl kısıtladığına ve onun bu kısıtları nasıl aşmaya çalıştığına dair deneyimlerini de takip edebiliyoruz. Haraway, yöneldiği şeyi temel yapısına kadar ele alıp içindeki anlam ağlarını keşfetmeye yönelirken, biyolojinin işleyişiyle araştırmasının ve yazısının işleyişini paralel kılıyor. Kısmiliklere dikkat kesilmesinin bir başka veçhesi olarak ölçek değişimlerine de odaklanıyor. Ele aldığı şeye farklı ölçeklerde tekrar tekrar bakıyor. “Ölçek değişimleri beni büyülüyor.” (s. 96) Biyoloji, Haraway için bir metafora dönüşüyor ama metaforla hakikat arasında bir karşıtlık kurmadan. Dünyanın karmaşıklığını, gerçeklikle kurguyu, maddilikle semiyotikliği, nesneyle mecazı eşzamanlı düşünerek anla(t)maya çalışıyor:

“Dünyayı anlamak, hikâyelerin içinde yaşamakla ilgilidir. Dünyada hikâyelerin dışında bir yer yoktur. Bu hikâyeler, nesnelerin içindedir. Ya da daha doğrusu, nesneler donmuş hikâyelerdir. Bizim kendi bedenlerimiz en düz anlamıyla birer metafordur. Bu, fiziksel semiyotik kanlı canlı varlığın, içine gömülü hikâyelerle her zaman bir arada var olmasının sonucudur, fizikselliğin oksimoron niteliği.” (s. 121)

Bedenlerin, dünyaların ve hikâyelerin giriftliğini anla(t)mak için akademik yazının ötesinde çoklu bağlantılara müsait, çok katmanlı ve çok mecralı bir yazmaya ihtiyaç duyan Haraway, söyleşinin yapıldığı yıllarda Lynn Randolph’la işbirliği yaparak yeni anlatma / gösterme kiplerine yönelir. Randolph, Haraway’in makalelerinden yola çıkan resimler yapar, bu resimlere baktıkça Haraway’in kendi konusuna dair içgörüsü de artmaktadır. Yaşamın, canlıların, nesnelerin formlarına dair dikkat üzerine kurulan bir yaklaşım, yazının formlarıyla da mütekabiliyet ilişkisi kurmak derdindedir. İnternetin yeni yaygınlaşmaya başladığı bir devirde yapılan bu söyleşiden sonra mecraların yan yana getirilmesi imkânlarında yaşanan gelişmeler, Haraway’in istediği formlar bakımından daha elverişli alanlar açmıştır. Nitekim Terranova ile yaptığı söyleşide, evi animasyonların katkısıyla türlerin karşılaşma sahnesine dönüşür ve belgesel, Haraway’in anlattığı bir hikâye ile sona erer. Son kitabı Staying with the Trouble’ın (2016) sonunda da yer alan Camille hikâyeleriyle Haraway, makale yazarlığı ile hikâye anlatıcılığının buluştuğu bir alanda ikamet etmeye başlar.

Tıpkı Bir Yaprak Gibi’de sözünü ettiği mixotricha paradoxa’nın muadili bir metnin peşindedir Haraway. Bireysel ve kolektif ayrımını zorlayan, aynı anda beş farklı tür varlığın zorunlu ortak yaşamı olan bir varlıktır bu. Kimsenin bağımsız olarak hayatta kalamadığı, bir ve çok ayrımının yapılamadığı bir yaşam söz konusudur. Mixotricha “karışık iplikler” anlamına gelmektedir. İlk kitabı Crystals, Fabric and Fields’den (1976) son kitabına kadar Haraway metinlerinde ipler dolaşmaktadır. Karışan iplere, örülen ağlara, nesnelerin toplandığı çuvallara odaklanırken İngilizcede “cat’s cradle” / “kedi beşiği” olarak adlandırılan Türkçede ip oyunu, düğüm çözme oyunu gibi adları olan iple ağlar oluşturma oyunu, Haraway’in metodolojisine model olur. “Çatışmalı olmayan bir ilişkisellik yaratma figürü” (s. 169) olarak kedi beşiği, çalışma üzerine düşünme imkânı sunar. Uyum ve ortaklık kadar rekabet ve mücadeleyi de barındırır. Dünyanın, maddenin, söylemlerin dolaşıklığını, karmaşasını indirgemeden anlamaya çalışmakla iplerin birbirine dolanmasıyla formlar üretmek, ağlar örmek, düğümlemek, düğümleri çözmek üzerine düşünmek iç içedir.


[1] Haraway’in siborg kavramına başvuran tez “Millennial Memory in American Culture: Quotidian Gothic, Traumatic Recollection, and the Reminiscences of Monsters başlığını taşıyor.