Bitkilerin papası Maurice Mességué: Tabiat haklıdır

İlk baskısı 50 kopya yapılan, on yıl sonra bütün dünyada yüz binlerce satan bir kitap ve daha 1950'lerin başında önce yerel sonra ulusal ölçekte çevreci organik tarım projelerine girişen "bitkilerin papası"... Hikâyenin bir de bitkilerle tedavi boyutu var!

Sahaflarda çevre ile ilgili kitaplar aradığınızda karşınıza mutlaka Maurice Mességué’nin Tabiat Haklıdır (C’est la nature qui a raison) adlı kitabı çıkacaktır. Mességué, Avrupa’da fitoterapinin (bitkilerle tedavi) öncülerinden biri olarak değerlendirilir. Güneybatı Fransa’da Gers ilinde yaşamıştır. 1921’de köylü bir anne babanın çocuğu olarak dünyaya gelir. Çocukluğu Gavarnet köyünde geçer. Babası bitki ve çiçeklere dair bilgisini ona aktarır. Ünlü aktrist Mistinguett’i tedavi etmesiyle ünlenir. 1958’de Paris’te “Aux Fleurs Sauvages” adlı şirketini kurar. Bitki uzmanı ve şifacı olarak önce Fransa’da sonra Avrupa’da ve nihayet dünya çapında üne kavuşur. Winston Churchill’i, Jean Cocteau’yu, Grace Kelly’yi, Jacques Chirac’ı iyileştirdiği rivayet edilir. Afrikalı devlet yöneticileri, papalar ve sanatçılar da zaman zaman bu listeye dahil edilir. “Bitkilerin Papası” olarak tanınır. 2017’de hayata veda eder. Şirketinin faaliyetleri 60 yılı aşkın süredir devam etmektedir.

Mességué Tabiat Haklıdır’ı ilk olarak 1951 yılında kendi imkânlarıyla 50 kopya basar. 1970’lerde 10 dilde 500 bin baskıya ulaşır. 1973’teki Türkçe ilk baskısı E Yayınları tarafından yayımlanır. Çevirisini Safa M. Yurdanur yapar. Kitap 1978, 1982 ve 1991 yıllarında da baskı yapar. E Yayınları 1973’te Mességué’nin çocukluk yıllarından başlayarak hayatını, çektiği sıkıntıları, tedavi ettiği ünlü kişileri, hangi bitkilerden ne tür hastalıkları tedavi ettiğini anlattığı İnsanlar ve Bitkiler (Des Hommes et des Plantes) kitabını da yayınlar.

Mességué Tabiat Haklıdır’da uzun uzun bitkisel tedavilerden, yararlı otlardan, sağlıklı beslenmeden, güzellik reçetelerinden bahseder. Uluslararası bir ün kazanmasında bunlar şüphesiz rol oynamıştır. Bunların yanı sıra toprağın ve suyun kirlenmesine, endüstriyel atıklara ve hava kirliliğine dikkat çekmeye çalışmıştır. Sorumluluk almaktan ve liderlik göstermekten çekinmez. 1971-1989 yıllarında Fleurance şehrinin belediye başkanlığını yapar. Şehrin adı çiçek anlamına gelir ama tarihte bu kent açlık, sefalet ve 17. yüzyıldaki veba ile anılmaktadır. Mességué seçilince halkın arasına karışır ve başlıca dertleri not eder. Kentte çöpler toplanmamaktadır, mezbahalar eskimiştir, kanalın suları, çaylar ve göller kokmakta , hayvanların sağlığı kontrol edilmemektedir.

Gıda temelinde yerel kalkınma

Belediye başkanı olarak ilk işi yerel kalkınmayı sağlamak olan Mességué’nin karşısına çoğu zaman ve çoğu yerde olduğu gibi ekonomik koşullar çıkar. Gers ili endüstriyel kalkınmadan nasibini almamıştır. Ne su kanalları açılmış ne de demiryolu şebekesi onarılmıştır. Dönemin Fransa’sının en yoksul ilidir ve halkın %75’i tarımla uğraşmaktadır. Mességué ilk olarak  bölgenin doğal ürünlerin üretimine yönelmeyi düşünür. Fleurance’taki on iki kasap ve şarküteri mağazasını suni yemle beslenmiş ve kimyasal ürünlerle yetiştirilmiş hayvansal ürünleri satmamaya ikna eder. Ortak imzalanmış bir belge alır. Onları et toptancıları, okul kantincisi ve oteller takip eder. Sadece doğal gıdaların satıldığı bir pazar açılır. İmalatçılar da bu furyaya katılır. Tarım Odalarından uzmanlık desteği gelir.  1971 sonbaharında Avrupa’nın farklı bölgelerinden temin edilen doğal ürünlerin satılacağı “Fleurance Evi” açılır. Yıl sonunda “Fleurance Ürünleri” adıyla sadece bölgeye ait ürünleri satacak bir işletme açılır. Gıda paketleri aracılığıyla köydeki üreticiyle kentteki tüketiciyi buluşturmaya çalışır.

“Benim istediğim, ufaktan ufağa, şehirlilerle köylüler arasında binlerce bağ kurulması, sonunda sınırlara kadar dayanan, örümcek ağına benzer bir şekilde örgütlenmesidir. Dünyanın neresinde olursa olsun besin yoluyla kurulacak bir dostluk bağlantısı hiç de gerçekleşmeyecek bir hayal değildir." (s. 232)

Tüm bu çabalar sonucunda üreticilerin ve esnafın geliri yükselir. Civar bölgeden kente gelen turist sayısı artar. Mességué Fransa Belediye Başkanları Federasyonu başkan yardımcısı sıfatıyla Fleurance’taki yerel kalkınma modelini tüm ülkeye aktarmaya çalışır.

Çevre için halk mahkemesi

27 Haziran 1971’de Mességué Doğayı Koruma Ulusal Kongresi’ni toplar. Aslında bu toplantıya “Çevre Kirlenmesini Yargılama Divanı” adını verdiği vermeyi düşünür ama katılımı azaltacağı endişesiyle vazgeçer. Uzmanlar, doktorlar, araştırmacılar ve tarımcılar tanık sandalyesindedirler. Birkaç ünlü yargıç da davet edilmiştir. Fleurance’ın tam ortasındaki halde çevreyi kirletenleri yargılamak için bir çeşit halk mahkemesi kurulur.

“O gün çevre kirlenmesi uzmanlarının yaptıkları açıklamalar dünyayı yerinden oynattı. Gözlerimizin önünde kıyamet gününe benzer bir tablo canlanmıştı. Her tarafta nehirler zehirlenmiş, toprak çoraklanmış, ormanlar kelleşmişti, hayvanlar kırılıyor, insanlar dumanlı zehirli gazların içinde canlı cenaze gibi dolaşıyorlardı”. (s. 11)

Kongrede tarımda ve hayvancılıkta kullanılan ilaçlardan su kaynaklarının kirlenmesine, endüstriyel atıklardan hava kirliliğine pek çok konu gündeme gelir. Ormancılık üzerine yapılan tartışmalar sonunda Fransa genelinde öncülüğünü iki milyon üyeye sahip Yaşlı Fransızlar Derneği’nin yapacağı bir ağaçlandırma kampanyası başlatılmasına karar verilir. Ortaokul öğrencileri bildiriler yazıp doğa korumaya dair girişimlerde bulunmaya başlarlar.

Çevre AT’nin ve BM’nin gündeminde

1972 küresel ölçekte devletlerin çevre konusunda ilk defa bir araya geldikleri yıldır. Haziran 1972’de Stockholm’de (İsveç) Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı düzenlenmiştir. Aynı yıl AB, o dönemki adıyla Avrupa Topluluğu ortak çevre politikasını oluşturmaya başlamıştır.

Mességué satır arasında Fransa’nın komşuları Almanların ve İngilizlerin birçok haşere öldürücü ilacı zararlı olduğu için yasakladığından bahseder. Tüketicileri Koruma Birliği’nin sağlık konusunda yurttaşların maruz kaldığı tehditleri açığa çıkarmadaki rolüne vurgu yapar. ABD’de dönemin öncü aktivistlerinden Ralph Nader’in General Motors’a karşı yürüttüğü kampanyaya ve çevre kirliliği mücadelesine de selam gönderir. Çevre kirliliğine karşı milli mücadele geliştirilmesini, komşu ülkelerin de buna dahil olmasını ve ancak “uyanık bir Interpol’ün” dünya çapında çevre kirliliği ile mücadele edebileceğini belirtir. Fransa’da Doğa Bakanlığı ile belirli konularda çevre korumaya değin çabasını olumlarken daha bütüncül bir yaklaşım önermektedir:

“Bu topyekün bir politika meselesidir. Bir SU politikası, bir HAVA politikası, bir TOPRAK politikası, bir ORMAN Politikası uygulamalıyız. Biz bunlarla yaşıyoruz. Bütün mesele ortak paydayı bulabilmekte. Tabiatta denge sağlanmalı." (s. 27)

Yararlı yemek tarifleri

Mességué doğaya, bitkilere olduğu kadar midesine de düşkündür. Çevresinden de yardım alarak yararlı yemeklerin tariflerini toplar. Karantina bitip normalleşmeyi tartıştığımız bugünlerde henüz mutfakları terk etmemişken deneyebileceğimiz birkaç kolay tarif.

Sarımsaklı Papara

“Gaskonya’da bu çorbayı yoksul köylüler içerdi. Ama daha   lezzetli oluşu nedeniyle kral sofralarına kadar yükseldi.  İyice kıyılmış altı, yedi yaş sarımsağı zeytinyağında öldürünüz. Yanmaya meydan vermeden, sarımsaklar pembeleşip pembeleşmez tencereye hemen bir litre su, eğer varsa et suyu koyunuz. Sarımsakları birkaç dakika kaynatıp ateşten alınız. Bir ya da iki yumurta kırıp beyazlarını çorbanın suyunda çalkalayınız, daha sonralarını bir kasede iki kaşık sirke ile güzelce karıştırıp bunu da tencereye katarak hepsini birden bire iyice harmanlayınız. Tuz, baharat kattıktan sonra bayat ekmekle papara yapabileceğiniz gibi çorba olarak da içebilirsiniz.”  (s. 199)

Semizotu Kavurması

"Semizotlarını ekşiliği gitsin diye birkaç dakika haşlayınız, daha sonra tuzlu suyunu süzüp, sebzeyi zeytinyağlı bir tencereye koyunuz, içine kıyışmış sarımsak atınız. Dafa sonra sütte ıslanmış bayat ekmek ilave ediniz. Bunların hepsini birlikte hafif ateşte yalandan kavurduktan sonra bir güvece koyarak üstüne de rendelenmiş peynir sürüp fırına veriniz." (s. 217)

Tarçın Likörü

Kral XIV. Louis pek severmiş, tebaası da bunu bildiklerinden krallarına en çok tarçın likörü hediye ederlermiş.

"1 litre kırmıza şaraba 350 gram toz şeker atınız; sonra bu şarabın içine armut ve elma doğrayınız. Ayrıca zencefil, kabuklu badem, tarçın, ve karanfil ekleyip şarabı bir gün dinlenmeye bırakınız. Ertesi gün tülbentten geçirerek süzünüz. Tarçını bir parça fazlaca olur ama içtiğiniz zaman da dünyayı pespembe görürsünüz."  (s. 228)