Betül Tarıman: “Şiirde öykülemeyi, öyküde şiiri seviyorum.”

“Sevim Burak’ın her satırında şiir var, hissetmemek imkânsız. Öte yandan Cemal Süreya da öyküyü ‘şiirin uzun saçlı kız kardeşi’ diye tarif edenlerden. Düzyazıda şiirselliğin etkisini savunan, vurgulayan Virginia Woolf gibi Edip Cansever de şiirlerinde öyküleme tekniğine sıkça başvurmuş. Bu benim için de geçerli.”

18 Kasım 2021 14:48

İlk öykü kitabı Rıza Bıyık’ı 2018 yılında yayımlayan şair Betül Tarıman, yeni kitabı Sinekler Şehri ile üç yıllık bir aranın ardından yeniden okuyucularla buluştu. 2005 Behçet Necatigil Şiir Ödülü sahibi Tarıman, son yıllarda şiirlerinin yanı sıra öykü ile geliştirdiği sıkı ilişkilerle de dikkat çekti. Bir şairin öykü kitabı olarak büyük bir dilsel arayışla okunabilecek Sinekler Şehri, okuyucuya titizlikle işlenmiş, adeta dokunmuş bir dille, duyarlı, etkili bir bakış açısıyla kaleme alınmış öyküler vaat ediyor.

Betül Tarıman ile yeni öykü kitabı Sinekler Şehri, şair kimliğinin öykülerine etkisi, çocuk ve yetişkin edebiyatı arasındaki ilişki ve öykülerinde işlediği kimi meseleler üzerine konuştuk.

1990’lı yıllardan itibaren aktif bir şekilde Türk edebiyatının içerisinde yer alıyorsunuz ve farklı türlerde eserler veriyorsunuz. Söz konusu bunca yıl sizin edebiyatınızı nasıl şekillendirdi?

İlk şiirimi 1992 yılında Kıyı dergisinde yayımlamıştım. Bunu daha sonra Varlık, Gösteri, Adam Sanat, Son Kişot, Kitap-lık gibi dergiler izledi. Geriye dönüp baktığımda ardımda onca yaşanmışlık… Daktilolu zamanlardan bilgisayarlı zamanlara geçiş, ankesörlü telefondan cep telefonlarına; sevinçler, kederler, atölye çalışmaları, kitaplar ve daha pek çok şey… Sanki onca şeyi ben yaşamamışım gibi bir duygu içimde. Daha da geriye gidersem çocukluğum, ilk gençlik yıllarım, babamın memuriyeti nedeniyle Anadolu’nun pek çok kentini art arda gezişimiz. Sonra üniversite yılları, Ankara… Ardından ilk görev yerim Trabzon. Şiirin kapısını araladığım yıllar. Ve Kastamonu… Benim için biraz da okul olan Kastamonu. Orada çok şey öğrendim. Anne oldum o kentte, ilk kitabımı o kentte elime aldım, atölye çalışmaları yaptım, Oğuz Atay, Necatigil, Rıfat Ilgaz adına etkinliklerin yapılmasına, ödüllerin konmasına vesile oldum. Ama hepsinde şiirin acemisiydim hayatın acemisi olduğum gibi. Yaşadığım pek çok kentte hırçın bir iklim, coğrafya vardı. Hayat her birinde biraz büyüttü beni. Şimdilerde Antalya’da yaşıyorum ve burada büyümeye devam ediyorum. Bu kez sıcak bir iklim var burada. Bu iklim sanki ruh halimle örtüşüyor ve ben gibi sakin. Uzun bir ilkbahar yaşadığım bu kentte doğayla birlikte, daha doğrusu Akdeniz mavisiyle türlü düşler kuruyor, bazen de bu düşlerden uyanıyorum. Sanırım ben bu coğrafyanın bende bıraktığı izleri, bu kentteki beni daha çok seviyorum. Lakin yaşanan her yıl, yaşanan kentler, kentlerin insanda bıraktığı izler yazanın da eserlerine yansıyor. Doğrusu bu ya, bundan sonra neler yapacağımı ben de merak ediyorum. Dilerim hayat bizlere bereketiyle gelir ve bizler de yeni mecralara akarız.

Öykü ile şiir çoğu eleştirmen tarafından birbirine en yakın iki tür olarak görülür. Siz de bu iki türde eserler veriyorsunuz. Öncelikle öykü ile şiir arasındaki ilişki üzerine ne söylersiniz? Sizin için bu iki tür nasıl bir anlam ifade ediyor?

Haklısınız, öykü ve şiir pek çok eleştirmen tarafından birbirine yakın iki tür olarak görülüyor. Her iki dalda da kalem oynatıyorum. Ki burada hemen aklıma yeni bir dil oluşturarak öykü dünyasında haklı bir yer edinmiş Sevim Burak geliyor. Çünkü onun her satırında şiir var, hissetmemek imkânsız. Öte yandan Cemal Süreya da öyküyü “şiirin uzun saçlı kız kardeşi” diye tarif edenlerden. Düzyazıda şiirselliğin etkisini savunan, vurgulayan Virginia Woolf gibi Edip Cansever de şiirlerinde öyküleme tekniğine sıkça başvurmuş. Bu benim için de geçerli. Şiirde öykülemeyi, öyküde şiiri seviyor, her iki dalda da ürün vermekten mutluluk duyuyorum.

2018 yılında yayımlanan ilk öykü kitabınız Rıza Bıyık, bir şairin öykü kitabı olmasıyla da ayrıca dikkat çekti. Daha öncesinde öykü yazıyor muydunuz; şiirden öyküye geçiş nasıl oldu?

Yıllar öncesiydi… Öykü deyip de şiirde karar kıldığım yıllardı. O zamandan beri şiir yazıyorum. Fakat zamanla araya başka türler girdi. Bunlardan biri de öykü. Şimdi ne zamandı hatırlamıyorum ama bir gün sevgili Hülya Soyşekerci’den bir mail almıştım. Kadınların Ruh Acıları adlı bir kitap için benden öykü istiyordu. Öyküyü yazdım, gönderdim. Ardından da bir edebiyat dergisinde bir öyküm yayımlandı. Hatta sevgili Jale Sancak bu öyküyü özgün bulduğunu Twitter hesabından duyurdu. Bir de Zer adlı anlatı kitabım var. Bu kitap benim için milattır. Sevgili Necmiye Alpay Milliyet Kitap Eki’nde kitaba, diline ilişkin güzel şeyler söylemişti. Böylelikle 2018 yılında Yapı Kredi Yayınları’ndan Rıza Bıyık çıkageldi. Şimdi de Alakarga Sanat Yayınları’ndan Sinekler Şehri. Bu kitap biraz da insanların kirlettiği dünyada kirlenmiş şehrin insanlarının hikâyesi. Sanırım ben öyküyü, öykü de beni sevdi. Öykü yazmaktan, okumaktan keyif alıyorum. Bu serüven, hikâyesiyle birlikte sürecek.

Sinekler Şehri ikinci öykü kitabınız olarak geçtiğimiz süreçte Alakarga Sanat Yayınları tarafından yayımlandı. Rıza Bıyık’tan Sinekler Şehri’ne öykü dilinizde ve ele aldığınız meselelerde sizin için herhangi bir değişiklik oldu mu?

Her dönemin ruhu, yaşanmışlıkları var. Her şey değişiyor, hiçbir şey aynı kalmıyor. Doğal olarak benim de zamanım, kahramanlarım ve elbette dilim de değişiyor. Bu nedenle Rıza Bıyık’tan Sinekler Şehri’ne öykü dilimde, ele aldığım meselelerde de değişiklikler oldu. Ya da zaman kendi dilini dayattı. Bundan sonra bu dil nereye evrilir, bunu bilmiyorum. Doğrusu bu ya, çoğul okumalara açık bu dünyada kalem oynatmaktan mutluyum. Hayatın yorduğu insanı merkez edinen, insanın hallerini, bozulan insanı, o insanın hallerini yazmayı sürdüreceğim.

Sinekler Şehri’nde yoğun olarak yalnız kahramanlarla ve onların içerisinde bulundukları zor durumlarla, çaresizliklerle karşılaşıyoruz. Ancak buna rağmen kahramanlarınızın yalnızlıkları karşısında aldıkları tavır da bir o kadar dikkat çekici. Sizin için kahramanlarınızı yalnızlıkla bunca iç içe geçiren nedir?

Sinekler Şehri’nde yalnız kahramanlar, içinde bulundukları zor durumlar ve bu kahramanların çaresizlikleri var. Sistem bir anlamda bu yalnızlığı insana dayatıyor. Kendini düşünen bencil insanlarla olmaktansa yalnızlığı tercih edebiliyor insan. Ve ayrıca yazdığım her öyküde kendi derdine kıvrılmış yalnızlar, çaresizler, dertlerine çare arayanlar var. Ayrıca yaşadığımız dünyada hepimiz kendimizin yalnızı değil miyiz? Hepimiz yalnızız. Hem de binlerce yıldan bu yana… Göç ederken yalnızız, mağaradan avlanmak için çıktığımızda yalnızız, ölüp de toprağa uzatıldığımızda yalnızız. Sanırım bu yalnızlık hikâyesi hep sürecek. İnsan da buna çareler arayacak. Kimi yazarak, kimi okuyarak, kimi kendine ya da birilerine tutunarak… Öte yandan Sinekler Şehri’nin kimi öyküleri tamamlanmamış, kitapta okur tamamlasın diye öylece yarım bırakılmış. Yarım hayatlar yaşadığımız dünyada neden öyküler de yarım bırakılmış olmasın?

Oldukça hareketli ve dinamik bir öykü dilinizin olduğunu söyleyebiliriz. Diliniz çoğunlukla metinle ve ele aldığı kahramanlarla da uyum içerisinde. Peki siz temel olarak öykü dilini kahramanlarınıza göre mi oluşturursunuz, yoksa her bir öykü dili kendi kahramanını mı meydana getirir?

Her zaman söylediğim gibi, dili önemsiyor, dille oynamayı, alanımı genişletmeyi seviyorum. Bu nedenle gerek Zer gerek Rıza Bıyık, gerekse Sinekler Şehri birbirine benzemeyen öykülerden oluşuyor. Sevgili Haydar Ergülen de bunu fark etmiş olmalı ki, yakınlarda Hürriyet Kitap Sanat’ta yer alan köşesinde “Tarıman da sanki tek başına bir öykü atölyesi gibi, farklı anlatımlar deniyor, neredeyse hiçbir öyküsü diğerine benzemiyor. Yine şiire değineceğim: Bu da şiir mi dediğimiz şeylerin şiir olduğu gibi, öykü artık böyle yazılıyor dedirtecek öykülerle dopdolu ‘Sinekler Şehri’, beş değil 50 benzemez öyküyle, hakikaten okuma iştahını kışkırtıyor”  demiş. Yeniden sorunuza gelecek olursak, evet, her öykü kendi dilini yaratıyor. Bu tamı tamına böyle.

Genel olarak yazdıklarınızı “kısa öykü” olarak tanımlamak mümkün. Çok kısa ve hızlı bir şekilde anlatmak istediğinizi dile getiriyorsunuz. Kısa öykü vuruculuğu ve etki gücü bakımından aslında oldukça zor bir yapı. Siz bu yapıyı nasıl kuruyorsunuz? Kısa öykü size ne tür olanak veya zorluklar sunuyor?

Bildiğiniz gibi kısa öykü, öykünün bir alt türü. Zor olmasına karşılık kendime yakın buluyorum. Belki bir gün uzun öyküler de yazarım ama şimdilik böyle. Bunu hem kışkırtıcı buluyorum hem de bu tarz anlatımın okuyucuyu yazmaya, okumaya heveslendirdiğini düşünüyorum. Sorunuzda öykülerimde çok kısa ve hızlı bir şekilde anlatmak isteğimi dile getirdiğimi söylemişsiniz. Evet, doğru. Bu kimi zaman anlatılanın ihtiyacı olarak kendiliğinden oldu.

Yetişkinler için yazdığınız öykülerin yanı sıra birçok çocuk hikâyesi de kaleme aldınız. Sizin için yetişkinler ve çocuklar için yazmak arasında ne tür bir fark var? İşin pedagojik kısmının haricinde ne tür bir ayrım yaparsınız?

Epey önce başladığım bu serüvende edebiyatın türlü dallarında kalem oynattım. Şiir, öykü, belgesel film projesi derken, çocuk edebiyatının içinde buldum kendimi. Yaklaşık on iki yıldan bu yana çocuklar için şiirler, masallar, hikâyeler yazıyorum. Çocuklar için yazmaya başlamamda ilk başlarda okuduğum kitaplarda kullanılan eril ifadeler etkili oldu. Ayrıca annem de kitap okumayı seven bir kadındı. Kendine göre bir kitaplık oluşturmuştu. Ondan da çok etkilendim. Böylece kalemi elime aldım. Fakat çocuklar için yazmak ilk başlarda kolay olmadı. Bir kere yazarken çocukların anlayabileceği, zihinsel gelişimlerini zedelemeyecek, onları eğlendirecek, eğlendirirken düşündürecek bir dil kurmak zorundaydım. Çünkü en ufak bir hata, sonrasında telafi edilemeyebilir. Yazarken bunlara dikkat ediyorum. Bu renkli, renkli olduğu kadar eğlenceli dünyada uğraş verdiğim için kendimi şanslı sayıyorum.

Son bir soru: 2019’da yayımlanan Maksatlı Makastar ve geçtiğimiz günlerde yayımlanan Sinekler Şehri’nin ardından bizi neler bekliyor?

Maksatlı Makastar’dan sonra epey şiir birikti dosyamda. Fakat henüz dosya tamamlanmış değil. Çocuklar için yazdığım üç masal yakında yayımlanacak. Bir de şimdilerde tamamladığım, yine çocuklar için kaleme aldığım Uyanan Dev Perge adlı hikâye dosyası var elimde. Olay Perge antik kentinde geçiyor. Bunların yanı sıra şehrin ara sokaklarında gezinmeyi, fotoğraf çekmeyi, film izlemeyi, kitap okumayı ve hayallere dalmayı seviyorum. Öyküler mi? Onlar şimdilerde birikiyor.