Amerikan rüyasına sızan çatlak: Richard Yates romancılığı

Kendi içinde tutarlı bir roman dünyası yaratan Yates, olay örgüsünden çok, karakterlerinin psikolojisine eğilerek okuruna rahatsız edici bir atmosfer sunar. “Kaygı çağının sıkıntılı ve tasalı realisti” olarak nitelenmesini haklı çıkaracak biçimde yolu “mesut olamayan insanlar fotoğrafhanesi”ne düşenlerin hikâyelerini yazar.

12 Mart 2020 16:21

Richard Yates (1926-1992), II. Dünya Savaşı’ndan sonra değişen güç dengeleri neticesinde “fırsatlar ülkesi” hâline gelen ABD’ye ait yazarlardan biridir. Yaşadığı dönemde eleştirmenler tarafından övülmesine rağmen okurların ilgisine mazhar olamasa da özellikle Amerikan rüyası kavramına getirdiği yorumla edebiyat tarihinde kendine önemli bir yer edinmiştir. Türkçeye çevrilen üç romanından hareketle romancılığını ele aldığımızda onun dönemsel etkisini daha iyi kavrayabiliriz.

Yates’le özdeşleşmiş olan “Amerikan rüyası”, kökeni 18. yüzyıla kadar uzansa da Amerikan edebiyatında Scott Fitzgerald’ın ünlü Muhteşem Gatsby (1925) romanıyla literatüre giren bir kavramdır. Fitzgerald’ın Caz Çağı’nda kısa yoldan yükselerek şöhret, makam ve maddi gelir elde etmek isteyen insanları merkeze aldığı romanda Gatsby karakteri üzerinden Büyük Buhran sonrasında toplumun yaşadığı değişim çeşitli yönleriyle gözler önüne serilir. İlerleyen yıllarda edebiyat ve sinemada sıkça karşılaşacağımız bir tema haline gelecek olan Amerikan rüyası, kendi ülkelerinde istedikleri yaşam koşullarına erişemeyip daha iyi bir yaşam ihtimali için ABD’ye yerleşen göçmenlerle yeterli çalışmayla iyi bir yere gelebileceklerini düşünen Amerikan vatandaşları için farklı anlamlar taşır. Ayrıca ABD’nin geçirdiği toplumsal dönüşümlerle birlikte çeşitli kılıklara bürünmüş, rüya kimi zaman kâbusa dönmüştür. “Kaygı çağı” olarak adlandırılan dönemin yazarı olan Richard Yates için bu kavram daha çok, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir ideali imler. Yates; Bağımsızlık Yolu, Mutluluk Fotoğrafı ve Sessiz Sahil isimli üç romanında da bu rüyayı görmeyi arzulayan ailelerin hikâyesini anlatır. Bahçeli ve garajlı bir evde, en az iki çocuk ve evcil hayvanlarıyla yaşayan orta gelirli aileler, bu rüyanın ikonik görüntüsünü oluşturur.

Yates’in tüm eserlerinde işleyeceği temaların prototipini oluşturan ve onu edebiyat dünyasında popüler hâle getiren ilk romanı Bağımsızlık Yolu, (1961) diğer kitaplarını gölgede bırakacak bir edebî başarı yakalar. Mutsuz bir çiftin –April ve Frank Wheeler– hikâyesine odaklanan bu roman, Amerikan rüyasının insanların yaşamına olan etkisini son derece gerçekçi bir bakış açısıyla ele alır. Connecticut’ta bulunan Bağımsızlık Tepesi Konutları isimli banliyöde yaşayan Wheeler’lar, genç ve çocuklu bir ailenin yaşayabileceği nitelikte bir eve sahip olmalarına rağmen içinde bulundukları ortamı ve komşularını sürekli küçümserler. Böylece dışarıdan mutlu görünen aile tablolarına çomak sokan yazar, bizi orta sınıfa mensup Amerikalı ailelerin yalnızlık ve hayal kırıklıklarıyla baş başa bırakır.

Olay örgüsünün başlangıcında geri dönüşlerle birlikte April ve Frank’in gençlik yıllarında neler yaptıklarına ve nasıl evlendiklerine dair bilgi ediniriz. Columbia Üniversitesi’nde okuyan, yakışıklı ve çevresinden ilgi gören bir genç olan Frank; sevgisiz bir aile ortamında büyümüş, sosyal ilişkileri yeterince gelişmemiş, oyuncu olma hayalleri kuran April’la tanıştıktan kısa bir süre sonra kendini bir anda evli bir adam olarak bulur. Genç çift, anne ve baba rollerini tam olarak benimsemeseler de iki çocuk sahibi olurlar. Frank’in karakterinin ve eylemlerinin belirleyici yanlarından biri orta sınıf aile babası imajının gerektirdiği davranış kalıplarını benimsemesidir. Herkes gibi yaşamayı eleştiriyor görünse de sisteme uyum sağlamıştır. Bu yüzden evini uzaktan izlediğinde gördüğü tablo onu gururlandırır. Anlatıcının Frank’ten söz ederken “Kendini erkek gibi hissediyordu” cümlesini sıkça tekrarlaması Frank’in her türlü olumsuzluğa rağmen belli bir erkeklik rolünü temsil etmekten memnun olduğunu gösterir. New York’ta bulunan Knox Ofis Makineleri’ndeki işini “dünyadaki en sıkıcı iş” olarak tanımlasa da görünürde iyi bir iş yapmanın ve para kazanmanın ona toplumsal bir statü kazandırdığının farkındadır. Çünkü dönem Frank’in yükselme ve kazanma hırsını tetikler.

Madam Bovary’nin ABD’de yaşayan ruh ikizi olarak nitelenebilecek April ise çocukluğundan itibaren sürekli bir tatminsizlik duygusu içindedir. “Duygusal Problemim” olarak adlandırdığı ruhsal durumu onu hayatın kıyısına itmiştir, başkalarının hayatlarını gözlemlemekle yetinir. Bağımsızlık Yolu’nun April’in de rol alacağı amatör bir tiyatro topluluğunun sergileyeceği oyunla açılması önemlidir. Bu oyunda kendisinden beklenen performansı gösteremeyen April, hayatı da bir oyun olarak görür – burada da başarısız bir oyuncudur.

Yates’in geri dönüşlere başvurarak karakterlerinin iç dünyalarını daha yakından tanıtmasıyla Frank ve April’ın kurmaca zamanında yaşanan olaylara verdikleri tepkilerin nedenini de çözümlemiş oluruz. Yazarın şiddetli tartışmaları aktaran uzun diyaloglarında genç çiftin evliliğinin nasıl bir kâbusa dönüştüğüne şahit oluruz. Aile içinde mutluymuş gibi rol yapan bireyin kayboluşunu çok iyi analiz eden Yates, Wheeler çiftinden yola çıkarak Amerikan toplumunun 1950’lerdeki yaşam biçimiyle evlilik kurumunu da eleştirir. Wheeler’ların komşuları Shep ve Milly Campbell’la yaptıkları sohbetlerde açığa çıkan bu eleştiriler, tüketime dayalı yaşamın getirdiği yozlaşmanın çeşitli yönlerini sergiler. Barbekülü, çim biçme makinalı ve televizyonlu evlerde yaşayan ailelerin “Baba muhteşem bir adam çünkü evi geçindiriyor, Anne muhteşem bir kadın çünkü yıllardır Baba’ya sadık” (Bağımsızlık Yolu, s. 60) şeklinde özetlenebilecek yaşam biçimi anlayışı, orta sınıfa özgü bir konformizmi beraberinde getirdiği için herkes hayatından memnunmuş gibi yaşamaya devam eder.  

Frank ve April’ın içine düştükleri umutsuzluk girdabından çıkabilmeleri için Frank’in 30. yaş gününde April’ın ortaya attığı Paris’e yerleşme fikrine tutunmaları gerekecektir. Onlara göre Avrupa dünyada yaşamaya değer tek yerdir ve yeni bir yaşam ihtimali onları bir süreliğine oyalar. Ancak April’in hamile kalması ve Frank’in işinde terfi etme şansı yakalaması, sonun başlangıcı olacak olaylar silsilesini hazırlar.

Yates, Mutluluk Fotoğrafı (1976) romanında küçük yaşta anne babası boşanan Grimes kardeşlerin büyüme ve kadınlığa geçiş süreçlerini 1930’lardan 1970’lere kadar uzanan zaman dilimi içinde anlatır. Cumhuriyetçi bir babayla demokrat bir annenin kızları olan Sarah ve Emily’nin yaşam tarzları ve yaptıkları tercihler birbirinden oldukça farklıdır. Abla Sarah genç yaşta evlenip üç çocuk sahibi olurken üniversiteye devam eden Emily, aşkı ve cinselliği özgürce yaşayan bir kadındır. Geleneklere bağlı olan Sarah, evliliğin “kutsal” bir kurum olduğuna inanır ve mutsuz da olsa evliliğini sürdürür. Emily ise ne istediğine tam olarak karar veremediği ve yalnız kalmaktan korktuğu için birçok erkekle flört eder. Biri şehirde (New York) diğeri ise taşrada (St. Charles, Long Island) yaşayan iki kardeş, Amerikan rüyasının farklı uçlarını temsil ederler.

Yates’in romanlarında aile, kişiliği belirleyen önemli bir öğe olarak görüldüğü için karakterlerin gelişiminde aileleriyle olan ilişkileri öne çıkarılır. Sarah ve Emily’nin annesi Pookie, (asıl adı Ester) “tarz sahibi” olmayı önemseyen, sınıf atlamak isteyen, histerik bir kadındır. Sürekli ev değiştirip en nezih semtlerde yaşama hayali kurar. Birçok Yates kişisi gibi hayaline ulaşamadığı için mutsuz olan baba Walter ise –kendi deyişiyle– sıradan bir gazetecidir. Mutluluk Fotoğrafı’nda kardeşlerin hikâyesi merkeze alınsa da anneyle babanın mutsuz ve yalnız yaşamları da Amerikan rüyasının başka bir tezahürüdür. Özellikle Pookie, bu rüyayı yaşama isteğini kızlarıyla yaptığı konuşmalarda sıkça dile getirir.

Hayallerle gerçeklerin çatışması Yates kurmacalarının temel unsurlarındandır. “Grimes kız kardeşlerin mutlu bir hayatı olmadı…” (Mutluluk Fotoğrafı, s. 9) cümlesiyle açılan Mutluluk Fotoğrafı, –ismine rağmen– dışarıdan göründüklerinin tersine “mutluluk fotoğrafları”nın aslını yansıtmadıklarını gösterir. Eşinden şiddet gören ve zamanla alkol bağımlısı olan Sarah ile kabarık flört listesine rağmen istediği gibi bir birliktelik yaşayamayan Emily, gerçek mutluluğu yakalayamayan, hayal kırıklıklarından mürekkep bir hayat süren iki kardeşe dönüşür sonunda. Bağlanma sorunu olan Emily, her şeye “Anlıyorum” diye cevap verse de orta yaşlarına geldiğinde hayattan hiçbir şey anlamadığı gerçeğiyle yüzleşmek durumunda kalır. Dışarıdan istediği gibi bir hayat yaşayan, özgür ve güçlü bir kadın olarak görülmesine rağmen babasıyla kurduğu yakınlık sebebiyle küçüklüğünden beri ablasını kıskanmıştır. Üstelik iki kardeş, birbirlerine destek olma şansını da kaçırmış, hatta mutsuzluklarına dahi ortak olamamışlardır. Bu sebeple yazar, okuru; “başka bir hayat mümkün müydü” sorusuyla baş başa bırakır; ancak neticede Amerikan rüyası bir kere daha çökmüş ve romanda hiç kimse yaşamını bir rüyaya dönüştürememiştir.

Yates’in olgunluk dönemi romanı olan Sessiz Sahil’de (1986) ise Long Island’taki Cold Spring Harbor (romanın orijinal ismi) kasabasında tesadüf eseri yolları kesişen Shepard ve Drake ailelerinin sessiz trajedilerine tanık oluruz. Long Island, New York’un doğusunda yer alan büyük bir adadır. Mutluluk Fotoğrafı’nın büyük bir bölümü de yazarın bir süre yaşadığı bu adada geçer. Yaşadıkları mekâna hapsolan ve oradan uzaklaşamayan Yates kişileri için mekân önemlidir. Cold Spring Harbor, sıkıcı bir yer olarak nitelenirken Mutluluk Fotoğrafı’nda Sarah ve ailesinin yaşadığı ve ironik bir şekilde “Muhteşem Çalılar” olarak adlandırılan yer de aile için mutlu bir yuva olamamıştır.

Sessiz Sahil’de 1935 yılında başlayan olay örgüsü bize Shepard ailesini tanıtır ilkin. Baba Charles, karısının rahatsızlığı sebebiyle ordudan ayrılmış ve ataları gibi “kahverengi ahşap evler”de yaşamak için Cold Spring Harbor’a yerleşmiştir. 17 yaşındaki oğlu Evan; arabalara ilgi duyan, yakışıklı ve serseri bir gençtir. 20’sinden önce evlenip baba olmasına rağmen kısa sürede boşanır. İmalat makinesi fabrikasında çalışmaya başlar. Hayatından memnun olmasa da akışa kapılıp gider. II. Dünya Savaşı patlak verdiğinde baba, oğlunun her erkek gibi savaşa gitmesini ister. Böylece oğul, babanın hayalini gerçekleştirerek yüksek rütbeli bir asker olabilecektir. Ancak kulak zarı yırtık olan ve askere alınmayan Evan’ın hayatı bambaşka bir seyir izleyecektir. Bu durum baba için hayal kırıklığıdır; çünkü Charles’ın gözünde erkeklik askerlikle eşitlenmiştir.

Kocasından ayrılması, sürekli ev değiştirmesi, yalnızlık korkusuna kapılması vb. karakteristik özellikleriyle Mutluluk Fotoğrafı’ndaki Pookie’ye ikizi kadar benzeyen Gloria, ergenlik çağındaki oğul Phil ve genç kız Rachel’dan oluşan Drake’ler ise birbirlerine bağlı bir aile görüntüsü çizer. Rachel, Evan’la evlendikten sonra üçünün de hayatı değişecektir. Olay örgüsünün sonlarına doğru yaşadığı mutsuzluk neticesinde delirmeye başlayan anneyle hassas bir çocuk olan Phil’in büyüme hikâyesi ayrı birer olay halkası olarak ilerleyedursun, Yates Rachel ve Evan’ın evliliğiyle yine Amerikan rüyası temasına odaklanır.  

Rachel ile Evan’ın evliliğinde başta her şey yolundaymış gibi görünse de Yates’in kurmaca evrenine âşina bir okur, çatlakların yavaş yavaş araya sızdığını fark edecektir. Paraları olmayan genç çift, Gloria’yla aynı evde yaşamaya başlayınca çeşitli sorunlar başgösterir. Öncelikle ideal görünen kocanın sıkıcı ve sıradan olduğu anlaşılır. Akşam yemeklerinde “yapay bir aile tablosu” oluşturup mutluymuş gibi rol yapsalar da kimsenin birbirini gerçekten sevmediği ortaya çıkar. Karakterlerine karşı belli bir mesafeyi koruyan Yates, ilişkilerin içyüzünü gösterir bize böylece. Örneğin Rachel, annesinin “çürük domates” gibi koktuğunu düşünür ve onu katlanılmaz bulur. Gloria’nın kızına karşı davranışları ise anne şefkatinden yoksundur ve dönemin gelenekçi bakış açısının yansımasıdır. Ona göre bir annenin en önemli görevi kızına ideal bir koca bulmaktır ve bu sebeple refah bir yaşam sürmesi için kızını aile servetine sahip bir aileye gelin etmek istemiştir. Ancak Mutluluk Fotoğrafı’nda Pookie’nin Sarah’nın evliliğinden memnun olmaması gibi Gloria da kızı için hayal ettiği büyük ve gösterişli evle ideal kocayı bulamadığı için hüsrana uğrar.

Sessiz Sahil’de her karakter kendi hayalini gerçekleştirme derdindedir; ancak kaçınılmaz sona yaklaşırken rüyalar yine kâbusa dönüşecektir. Rachel hamile kaldığında evden uzaklaşan Evan, eski karısı Mary ile tekrar görüşmeye başlar ve hep küçümsediği, “küçük bir kız” olarak nitelediği Rachel’dan ayrılır. Evliliğin tatminsizlik yaratan bir kurum olduğunu bir kez daha gösteren yazar, Evan’ı ilk karısına döndürerek onun hayatta ilk defa istediği bir şeyi yapmasına izin verir. Rachel ise son sahnede kocasının eve döneceğinden son derece emin bir halde yeni doğan bebeğine bakar ve “Sen bir erkek olacaksın” der. (Sessiz Sahil, s. 155) Böylece yine bir erkeklik temsiliyle karşı karşıya kalmış oluruz.

Buraya kadar değindiğim unsurlardan da anlaşılacağı gibi Yates, kendi içinde oldukça tutarlı bir roman dünyası yaratmıştır. Olay örgüsünden çok, karakterlerinin psikolojisine eğilerek okuruna rahatsız edici bir atmosfer sunar. “Kaygı çağının sıkıntılı ve tasalı realisti” olarak nitelenmesini haklı çıkaracak biçimde yolu “mesut olmayan insanlar fotoğrafhanesi”ne düşenlerin hikâyelerini yazar. Günlerin tekdüzeliği içinde her an şiddetli bir gerilime sahne olabilecek sıradan görünen aile yaşamlarını yansıtır. Amerikan rüyasının bireyleri nasıl yalnız, mutsuz ve kırılgan insanlara dönüştürdüğünü oldukça gerçekçi bir biçimde aktarır. Romanlarının arka planında ise II. Dünya ve Vietnam savaşlarının etkileri görülür. Yates’in karakterleri savaşın etkilerine dair açık açık konuşmasalar da dönemin yansımalarını hayat hikâyeleri üzerinden gözlemleyebiliriz. Karakterler daha çok kendi bireysel dertleriyle boğuşmayı tercih ediyor gibi görünseler de savaşın büyüklüğünün karşısına sıradan hayatların büyüklüğünü yerleştiren Yates, toplumun ve bireyin trajedisini birbirine eklemler.

Lionel Trilling, Muhteşem Gatsby için yazdığı önsözde “Amerikan halkı bir rüyayla gururlanan ve ona “Amerikan rüyası” adını veren dünyadaki tek millettir” dese de Yates, bu rüyaya sert bir biçimde sızarak orada derin bir çatlak açılmasına neden olmuştur. Hayattayken yeteri kadar değeri bilinmemiş bir yazar olarak algılansa bile Amerikan orta sınıfını anlatmadaki başarısı ve kendine özgü üslubuyla –başta Raymond Carver olmak üzere– birçok Amerikalı yazarı etkilemiştir. Romanları dışında Yalnızlığın On Bir Hali (1962) isimli öykü toplamı da dilimize kazandırılan Yates, büyük okur kitlelerine ulaşmayı hak eden bir yazardır.

• 

 

GİRİŞ RESMİ

Yaşlı Richard Yates (illüstrasyon Katrin Alvarez) ve genç Yates.