Alfabe ve Matbuat: karşılaştırmalı ve katmanlı bir analiz

"Kitabın merkezinde bulunan 1928’deki harf inkılabını bir gecede cahil bırakılmaya ya da aydınlanmaya indirgeyen yaygın tavrın karşısına Niyazioğlu’nun analizi karşılaştırmalı ve tarihselleştirilmiş bir ilişkiler ağını ortaya koyuyor."

24 Haziran 2021 14:00

Bu ilkbaharda Koç Üniversitesi Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (VEKAM), M. Sinan Niyazioğlu’nun Cumhuriyet’in ilk dönemindeki dil, edebiyat ve kültürün tarihine dair fikirlerimize yeni patikalar açan kitabı, Alfabe ve Matbuat: Türkiye’de Alfabe Devrimi ve Matbuat Rejimi 1928-1939’u yayımladı. Niyazioğlu’nun karşılaştırmalı ve derinlemesine analizinin Türkçe ve İngilizce olarak sunulduğu metinde aynı zamanda dönemin alfabe kılavuzlarından, dergilerinden, kitaplarından görseller de önemli bir yer kaplıyor. Bir tür kültür tarihi, görsel tasarım disiplini dolayımıyla cisimleşirken, Barek Reklam Ajansı tarafından yapılan kitap tasarımı da kitabın temasıyla form arasında güzel bir örtüşmeyi sağlıyor. Niyazioğlu’nun metnini Umur Çelikyay İngilizceye çevirmiş.

Alfabe ve Matbuat daha çok çizgisel olarak düşünülen süreçleri dallanıp budaklandırıyor. Dönüm noktaları aracılığıyla pürüzsüzleştirilen değişim anlatılarının giriftliğini göstererek hem dönemin kültürel iklimine dair tartışmaları daha da ilginçleştiriyor hem de ortaya koyduğu iklim vesilesiyle yeni sorular sorulmasını mümkün kılıyor. Kitabın merkezinde bulunan 1928’deki harf inkılabını bir gecede cahil bırakılmaya ya da aydınlanmaya indirgeyen yaygın tavrın karşısına Niyazioğlu’nun analizi karşılaştırmalı ve tarihselleştirilmiş bir ilişkiler ağını ortaya koyuyor. Türkiye’nin alfabe değiştirme sürecinin tarihsel, zihinsel, yerel ve tasarımsal dinamikleri, kitapta Balkanlar, Kafkasya ve Türkiye’de iç içe ilerleyen bir sürecin parçası olarak tartışılıyor. Bizim büyük benzersizliğimiz üzerine kurulan resmî ya da gayri resmî anlatıların –Boşnak, Arnavut, Azerbaycanlı alfabe girişimlerinin de etki alanında olan bir Türkiye deneyimi tahayyülüyle– altı oyuluyor.

Kitabın “Alfabe ve Matbuat” ve “Uluslar ve Alfabeler” başlıklı ikinci ve üçüncü bölümlerinde harf inkılabının tarihsel ve karşılaştırmalı bağlamı sunulduktan sonra tartışma daha yerelleşmekte ve Türkiye odağında alfabe değişiminin kültürel dinamikleri sunulmakta. Ancak bu yerelleşme karşılaştırmalı perspektifin silinişi anlamına gelmez. Osmanlı-Cumhuriyet, kozmopolit-milli, İstanbul-Ankara gibi karşılaştırma eksenleriyle dönemin gerilimleri ve ittifakları çok veçheli bir şekilde sunulduğu gibi, alfabe değişiminin değişik katmanlar ve alanlardaki yansımaları –bu alanlar ve katmanlardan gelen akislerle birlikte– gösterilir. Üstelik her bir yansımanın –varsa– uluslararası boyutu da analiz denklemine tekrar dahil edilir. Kitabın sonraki bölümlerinin başlıkları bile kapsam genişliği ve zenginliği konusunda fikir verecektir: “Halk ve Okuryazarlık / Türkiye’de Millet Mektepleri (1928-1935)”, “Çocuk ve Pedagoji / İlköğretim Matbuatının Görsel Dili”, “Kanun ve Rejim / 1931 Matbuat Kanunu ve Türkiye’de Matbuat Rejimi (1931-1950)”, “Kitle ve Kültür / İstanbul’da ve Ankara’da Dergi Yayımcılığı: Hükümete Muhalefet veya Propagandayla Destek (1929-1939)”, “Rejim ve Propaganda / İmge ve İnşa: Kemalist Türkiye’nin Otoportresi”, “Alfabe Devrimi’nin On Yıllık Değerlendirilmesi / Birinci Türk Neşriyat Kongresi (1939)”. Katmanlar, disiplinler, yerellikler arası mekik dokuyan bu incelikli tartışmayı, Niyazioğlu’nun berrak dili ve kitabın görsel tasarımı daha da okunaklı kılıyor.

Mehmet Sinan Niyazioğlu

Türkiye’de yaşanan kültürel, edebi, dilsel modernlik deneyimlerini gerilim ve kesişimlerine dikkat ederek birlikte düşünmek konusunda yolun başında olduğumuzu söyleyebiliriz. Üstelik bu konuya dair az sayıdaki çalışma da daha çok Osmanlı’nın son dönemine, Tanzimat sonrasının çok dilli, çok alfabeli edebi ve dilsel üretim süreçlerine odaklanmakta. Milli(yetçi)leşme deneyimi de bu minvalde, potansiyelini tam anlamıyla açığa çıkaramamış bir Osmanlı kozmopolitliğinin kaybı olarak tahayyül ediliyor.

Alfabe ve Matbuat iki açıdan bu tartışmayı zenginleştiriyor. İlk olarak, yaygınlıkla imparatorluktan ulus-devlete geçiş anlatısı içerisinde olduğundan daha çok yerelleştirilerek tahayyül edilen edebi ve dilsel gelişmeler bu kitapta karşılaştırmalı bir çerçeveye yerleştiriliyor. Kafkasya, Türkiye ve Balkanlar eksenindeki bu çerçevede hem çeşitli yerel deneyimlerin paralellikleri gösteriliyor hem de bu yerel deneyimleri başka yerelliklere aktaran, tercüme eden, uyarlayan aktörlere de işaret ediliyor. İkinci olaraksa Ankara’nın tesis etmeye çalıştığı milli matbuat rejimiyle İstanbul’un –imparatorluk bakiyesi– kozmopolit yayıncılık ortamı arasındaki gerilim ve mücadelenin dinamikleri gösterilerek Osmanlı son döneminin –potansiyel ya da fiili– kozmopolitliğinin kaybında önemli olan maddi süreçler de vurgulanıyor. Niyazioğlu, Alfabe Devrimi ve Matbuat Kanunu’nun bazı imkânları açarken İstanbul’daki yayıncılığı da kendine nasıl tabi kılmaya çalıştığını, kozmopolitliği ve alfabe çokluğu silinmiş bir İstanbul yayıncılığı ile Ankara’nın uzlaşmasında hangi hukuki, ekonomik, kültürel süreçlerin yürürlükte olduğunu da tartışmaya açıyor.

Solda, 1922 Yeni Azerbaycan Milli Alfabesi, sağda 1928 Yeni Türkiye Alfabesi (kitaptan).

Kitapta karşılaştırma eksenini belirli bir süreliğine de olsa Latin harflerine geçiş süreci yaşamış yerel deneyimler belirliyor. Ancak kitabın açtığı bu patikayı takip ettiğimizde başka sorular da akla geliyor. Bu deneyimi çok-alfabeli düşünsek, yalnız Latin harflerine geçiş tecrübesini değil de, aynı şehirlerde yan yana yaşayan Ermeni, Yunan, Arap, Latin alfabelerine dair kültüre, eğitime ve tasarıma dayalı tartışmaları hem kendi başlarına hem de geçişli bir şekilde iç içe düşünebilsek, alfabe pratiklerinin kültürel ve gündelik hayatı biçimlendirişinin daha heterojen bir tarihini tahayyül etmek mümkün olabilirdi. Umarım Alfabe ve Matbuat'ın ardından bu türden çalışmalar da gelir.

Aynı şekilde kitap Tuncay Birkan’ın Dünya ile Devlet Arasında Türk Muharriri 1930-1960 kitabıyla diyalog kursaydı bu zengin tartışma çok daha bereketlenebilirdi. Niyazioğlu İstanbul-Ankara gerilim ve müzakerelerini gösterirken, aynı zamanda 1930’ların kültürel alanının yayıncılık açısından bir tür topografyasını da çıkarmakta, Servetifünun, Resimli Ay, Artist, Varlık, Foto Süreya, Yedi Gün, Yeni Adam, Hayat dergilerinin alandaki pozisyonlarını kültürel, ekonomik, siyasal ayrımlara dikkatle tarif ederek aynı zamanda dergileri birbirine göre de konumlandırmaktadır. Birkan’ın kitabında gösterdiği yazarların rejimle ve dünyayla kurduğu ilişkilerin girift dinamikleri ile Niyazioğlu’nun hukuki, dilsel, görsel ve kamusal olanın iç içe geçtiği analizi birlikte düşünüldüğünde, tek partili döneme dair aceleci ve yaygın anlatıların ötesinde ilişki ağları ve örüntüleri görmemiz mümkün olabilir. 1930’ların edebiyat tarihi ya büyük tarihsel/politik dönüşümlerin ya da büyük yazarların gölgesinde yalınkatlaştırılarak tartışılırken, Birkan ve Niyazioğlu’nun perspektifinin birleşimi çok katmanlı bir analiz için velut bir zemin hazırlıyor.

Bir başka açıdan da Alfabe ve Matbuat, Nergis Ertürk’ün Türkiye’de Gramatoloji ve Edebi Modernlik kitabında açtığı tartışmaya da katkı sunuyor. Ertürk, Osmanlı-Türk modernlik deneyiminin ses ve harf merkezci niteliklerinin kanonik edebi metinlerde nasıl belirdiğini ya da delindiğini gösterirken, Niyazioğlu bu ses ve harf merkezciliğin maddi pratiklerini okura sunuyor. Şu anda standartlaşmış olan alfabenin 1928 öncesinde nasıl değişkelere sahip olduğunu, 1928 sonrasında harflere karar verildikten sonra da tipografik tasarım açısından türdeşleşmeye hangi etkileşimler ve deneyimlerle gidildiğini görseller ve belgelerle destekleyerek sunuyor. Bir başka deyişle, II. Meşrutiyet’ten itibaren alfabe öğretiminde harfler, heceler, sesler ve görüntüler arasındaki hangi bağların hangi pedagojik araçlarla kurulduğunun hikâyesini de Alfabe ve Matbuat’ta okuyabiliyoruz. Niyazioğlu, Ertürk’ün daha çok teorik ve söylemsel düzlemde tartıştığı olgunun maddi aşamalarını ve bu aşamaların analizini de tartışmaya açıyor.

Kitap sözel kültür, yazma kültürü ve matbu kültür arasındaki ilişkilere ilgi duyan okur ve araştırmacılar için de orijinal katkılar barındırıyor. Alfabe öğretiminin halka yayılması tartışılırken, merkezin niyetleri kadar halkın cinsiyet, eğitim ve etnisite bakımından farklı katmanlarının tepkileri ve niyetlerin yerel pratiklerce zorlandığı anlar da analiz ediliyor. Bireysel okuma kültürünün yaygın olmadığı, kolektif okuma/dinleme pratiklerinin egemen olduğu bir ortamda alfabetizasyonun meşakkatine dair örnekleri de barındırıyor kitap.

Kitabın bir başka önemli katkısı da Matbuat Umum Müdürlüğü Müsteşarı Server İskit’in yeni matbuat rejiminin kuruluşundaki rolünü gözler önüne sermesi. İskit, Ankara’nın ihtiyaçlarına göre yeni matbuat politikalarını uygulamaya koyarken İstanbul yayıncılığını da denklemin içine dahil edebilmesiyle matbuat alanında nispi bir dengenin kurulmasında önemli bir aktör. Üstelik Osmanlı’dan Cumhuriyet’e matbuat politikalarının eleştirel bir tarihini ve yayıncılığın gelişimini anlatan kitaplarıyla devlet ve yayıncılık ilişkisinin kurucu anlarını ve belgelerini sunan eserleriyle de kıymetli bir araştırmacı. Umarım Sinan Niyazioğlu’nun Server İskit’in rolüne dair vurguları, İskit’in, Türkiye’de Matbuat Rejimleri (1939), Türkiye’de Neşriyat Hareketleri Tarihine Bir Bakış (1939) ve Türkiye’de Matbuat İdareleri ve Politikaları (1943) başta olmak üzere kitaplarının yeniden yayımlanmasına vesile olur.