38 yıl öncesinden trollemeler

"Dergileri 'Genç Şairler'in yayımlandığı ilk sayıdan başlayarak taradım. Birçok tanıdık isim çıktı karşıma. Sadece sonradan şair olarak ünlenenler değil, öykücü de vardı aralarında, spor yazarı da, yahut daha sonraları müstear isimle ünlenen şairin nüfus kâğıdındaki ismiyle yayımladığı bir şiir de..."

Aradan uzun yıllar geçince edebi bir metni ilk kez nerede okuduğumuzu, yazarının, şairinin adını ilk ne zaman, kimden duyduğumuzu, önce yazarı/şairi mi, yoksa metinlerinden birini mi öğrendiğimizi hatırlamak zorlaşır. Kendi adıma konuşayım, sevdiğim pek çok şair ya da yazarla ilgili olarak net bir karşılaşma, tanışma ânı, bir başlangıç noktası yok hafızamda. Yaklaşık bir şeyler söyleyebilirim ancak, ya da birkaç dergi sayıp bunlardan birinde okuduğumu ileri sürebilirim. İstisnalar da var hiç kuşkusuz, bunların çoğu okur okumaz hayranlık duyduğum, bende iz bırakmış metinlerdir, ama burada 37-38 yıl önce oldukça ünlü bir şiiri ilk kez ne zaman okuduğumu anlatacağım; bunun hikâyesi biraz daha farklı.

1980’lerin başlarında bizim eve birkaç edebiyat-sanat dergisi girerdi. Bunlardan biri de Milliyet Sanat’tı. O yıllarda 15 günde bir yayımlanırdı. Künyesinde Genel Yayın Danışmanının Akal Atilla, Sorumlu Yazı İşleri Müdürünün de Zeynep Oral olduğunun yazdığı, künyede “Yeni Dizi” ibaresinin yer aldığı dönem sözünü ettiğim. Babam, 8 Mart 1974’te yayımlanan ilk sayısından itibaren Milliyet Sanat’ı biriktirmiş (ilk çıktığında haftalık bir dergiymiş) ve uzunca bir süre bu dergileri, takip ettiği pek çok dergi gibi ciltletmişti – tanıdığı bir mücellit vardı, annemin işe giderken her gün geçtiği Çakmak Caddesi’ne çıkan bir sokaktaydı mücellidin dükkânı. Babamın, annemden dergileri mücellide bırakmasını istediğini zannediyorum, çünkü birkaç ciltteki ilk sayılarda kurşunkalemle annemin adı ve hangi yıl olduğu yazıyor. Annemin ya da babamın benim çok iyi bildiğim el yazıları değil, belli ki mücellit not almış. Milliyet Sanat’ın bizim evdeki ilk sekiz-on cildinin kapakları orijinaldir (orijinal 1. cildin 70 ila 86. sayılardan oluştuğunu, cildin sırtında böyle yazıldığını ekleyeyim, 70’den önceki sayılar gazetenin eki olarak verilmiş, bu sayıdan itibaren bağımsız bir dergi olarak yayımlanmış). Daha sonraları bilmediği bir nedenle cilt kapaklarını mücellit orijinalini taklit ederek yapmış; cilt kapakları Adana’ya gelmediği için bunun yeğlendiğini zannediyorum. Derginin ilk sayısının künyesinde yer alan isimleri de aktarayım. “Yönetenler: Oğuz Akkan, Akal Atila. Eleştirme: Zeynep Oral, Faruk Yener, Ömer Atila, Tuncan Okan, Osman N. Karaca, Ahmet Köksal, Aydın Sayman. Röportaj: Zeynep Oral, Nüvit Özdoğru, Zekai Muratçay, Altan Demirkol, Gültekin Tarı, Selma İren.”

1981-1982’den sonra ben de Milliyet Sanat’ı karıştırmaya başlamış olmalıyım. Farklı sanat türleriyle ilgili yazılar, söyleşiler olması (özellikle sinema), ama daha da çok başka dergilere nazaran fotoğraf ve resimlerin çokluğu bu dergiyi benim için daha cazip kılıyordu. Edebiyat yazıları, itiraf ediyorum, o yıllarda pek ilgimi çekmezdi – ufaktan kendimce bir şeyler yazmaya başlamış olsam da. Dergideki ilgimi çeken yazıların türü birkaç yıl sonra değişti. Özellikle kültür-sanat etkinliklerinin çok azaldığı yaz aylarında (o zamanlar öyleydi) “En Yeni Yapıtları” başlığı altında birçok şair ve yazarın yeni yapıtlarının yayımlandığı sayıları iple çeker oldum.

Babamın edebiyat-sanat dergilerinde okuduklarından bana bir şeyler salık verdiği pek nadirdi o yıllarda. Muhtemelen henüz pek aklımın ermeyeceğini –çok haklı olarak– kestirdiği için. Hiç yapmıyor değildi. Yine Milliyet Sanat’tan bir örnek vereyim: 1984 Şubatı’ndan itibaren Milliyet Sanat, Aziz Nesin’in Benim Delilerim başlığı altındaki yazılarını fasiküller halinde ek olarak vermişti. (Sanırım dergiyle daha bir haşir neşir olmam esas olarak bu dönemde başlamıştır.) Babam Benim Delilerim’deki yazılarda Aziz Nesin’in isim vermeden hikâyelerini anlattığı kişileri teşhis edebilmişse, kim olduklarını bana da söylerdi. Aklımda kalanlardan biri oğluna tüfek ismi veren bir şairdi mesela, babam bu ipucu sayesinde şairin kim olduğunu anladığını söylemişti.

Milliyet Sanat'ın 1 Mart 1984 ve 15 Şubat 1985 tarihli sayıları.

Esas anlatacağım olay babamın Milliyet Sanat’ta dikkatini çeken bir notu bana göstermesiyle ilgili. Biraz şaşkınlıkla, biraz da gülerek dergideki açıklama notunu okuduğu akşam dün gibi aklımda. Milliyet Sanat, 1 Mart 1984’ten itibaren “Genç Şairler” başlığı altında gençlerden gelen şiirler yayımlıyordu, ben de arada sırada bakardım bu şiirlere. Derginin 15 Şubat 1985 tarihli sayısında yayımlanan not işte bu bölümle ilgiliydi.

"ÖZÜR

Geçen sayımızda ‘Genç Şairler’ köşesinde Ataol Behramoğlu’nun ‘Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var’ başlıklı şiiri Meltem Akün imzasıyla yayınlanmıştır. 30 bin dolayında şiirin incelenip değerlendirildiği bir ‘ŞİİR OLAYI’nda, bir alay muzipliklerle karşılaşılması doğaldır ve öyle de olmuştur. Ünlü, ünsüz birçok ozanımızın imzasıyla gönderilen yüzlerce şiir, titiz bir elemenin kıskacına takılırken, Behramoğlu’nun güzelim yapıtı bir dalgınlık sonucu –ya da güzel bir şiirle karşılaşmanın coşkulu heyecanıyla– sizlere yeniden ulaşmıştır. Lütfen dalgınlığımızı ve heyecanımızı bağışlayın. Özür dileriz."

Evet, Ataol Behramoğlu’nun adını ve belki de en bilinen şiirini bu vesileyle öğrendim. Milliyet Sanat’ın editörleri “muziplik” demişler, bugün olsa büyük olasılıkla “trolleme” diye anardık. Bu arada, notta benzer muzipliklerin “bir alay” olduğunun belirtilmesi de dikkat çekici. (Ne çok olmuş “bir alay” sıfatına rastlamayalı!)

Hikâye burada bitmiyor.

Geçtiğimiz günlerde Adana’ya gittiğimde evdeki eski dergi ciltlerine bakarken Milliyet Sanat’taki bu muzipliği hatırladım. Şair ve şiir net olarak kalmıştı aklımda, yine de emin olmak istedim. Aradan 37 yıl geçmişti ve hafızamın beni yanıltması pekâlâ mümkündü. “Genç Şairler”in yayımlandığı ilk sayıdan başlayarak taradım. Birçok tanıdık isim çıktı karşıma. Sadece sonradan şair olarak ünlenenler değil, öykücü de vardı aralarında, spor yazarı da, yahut daha sonraları müstear isimle ünlenen şairin nüfus kâğıdındaki ismiyle yayımladığı bir şiir de. İsimleri anmayacağım, sadece dergide çıkan şiirlerin sonradan Genç Şairler Antolojisi adıyla Milliyet Yayınları tarafından yayımlandığını belirtmekle yetineyim, belki sahaflarda bulunuyordur bu kitap.

Behramoğlu’nun şiiriyle ilgili “muzipliği” ararken şiirlerin yayımlanmaya başlamasındaki sonraki üçüncü sayıda başka bir notla karşılaştım. Milliyet Sanat’ın 1 Nisan 1984 tarihli nüshadaki not şöyle:

“‘Ne Olur Bir Şarkıcık’ ve yalancının mumu!..

15 Mart tarihli sayımızda, ‘Genç Şairler’ köşesinde Nalân Aybek imzasıyla yayımladığımız ‘Ne Olur Bir Şarkıcık’ başlıklı şiirin gerçekte Cavidan Tümerkan’a ait olduğu kafamıza dank ettiğinde iki yönden üzüldük. Birincisi, böyle bir ‘oyun’a gelişimiz dergimiz adına bağışlanamaz bir hataydı ve biz bu hatayı işlemiştik; ikincisi, genç şair Nalân Aybek’in (Allah bilir ‘takma ad’dır) böyle çirkin bir davranışta bulunabilmesi…

Olay karşısında çok sayıda okurumuz tepkilerini dile getirirken, şiirin gerçek sahibi ve ‘Evin Yolu’ (1951), ‘Ne Olur Bir Şarkıcık’ (1957), ‘Hani En Sevdiğin Renkti Beyaz’ (1961), ‘Yaşamak Oyunu’ (1965), ‘Sonrasız’ (1969), ‘Güneş Beklemez’ (1978) adlı şiir kitaplarının yazarı Sayın Cavidan Tümerkan da mektubunda şöyle diyordu:

‘1957’de yayımladığım ikinci şiir kitabıma adını da veren bu şiiri size gönderdiğimi hiç anımsamıyordum! Şiirin altındaki imzayı görünce şaşkınlığım daha da arttı. 1955, Bandırma doğumlu genç şair Nalân Aybek, başkasına ait bir şiiri kendi şiiri diye dergiye yollamanın, eskilerin intihal (yazı aşırma) dedikleri suça gireceğini, en azından büyük bir suç olduğunu bilmeyecek kadar küçük mü acaba? Ayrıca şiir eksik olarak çıkmıştır. Doğrusunu aşağıya yazıyorum. Mektubumla birlikte yayınlanmasını rica ederim. Saygılar.’

Cavidan Tümerkan Hanımefendi’den ve tüm okurlarımızdan özür diliyor, değerli ozanımızın şiirinin tamamını sunuyoruz.”

Milliyet Sanat’ın 1984 yılı sayılarını karıştırırken bu notu görünce önce hafızamın beni pek fena yanılttığını düşündüğümü itiraf etmeliyim. Şaşırdım da bir yandan, ne demeye bu muziplik aklımda Ataol Behramoğlu’nun şiiriyle ilgili olarak kalmıştı ki! Daha sonraki sayıları tararken yukarıda alıntıladığım Behramoğlu’nun şiiriyle ilgili notu görünce hafızamın beni yanıltmadığını anladım – bir “oh” çektiğimi itiraf etmeli miyim?

Aktardığım bu iki nottaki tını farklılığı dikkatlerden kaçmamış olmalı. İlkinde, Cavidan Tümerkan’ın şiiri intihal edildiğinde daha bir öfkeyle seslenmiş notun müellifi. İkincisinde daha sakin bir ton söz konusu – belki de gelen 30 bin (dikkatinizi çekerim, yazıyla “otuz bin”) şiiri eleme, denetleme yükünden kurtulmanın etkisi vardır bunda. (Şiirlerin yayımlanmaya başladığı sayıda şöyle bir başlık var: “Genç Şairler’den Şiir Yağıyor!”) İkinci “muziplik”, Behramoğlu’nun şiirinden intihal, “Genç Şairler”in son kez yayımlandığı 1 Şubat 1985 tarihli sayısında yayımlanmış; buna ilişkin ikinci –nispeten daha yumuşak bir tonda kaleme alınan– not da hemen peşinden yayımlanan 15 Şubat 1985 tarihli nüshada.

Hatırlayanlar çoktur. “Genç Şairler”deki muzipliğin, trollemenin büyüğünü yıllar önce Ali Teoman yapmıştı. Onun yaptığı tam tersiydi gerçi; 1991’de kendi yapıtını başkasının adıyla Haldun Taner Öykü Ödülü’ne göndermiş ve ödüle değer görülmüştü. Hayli tartışılan bu ödülle ilgili olarak Ali Teoman itiraf etmek için 2007 yılına kadar beklemişti. Bu büyük muzipliği ve sonrasındaki tartışmaları İhsan Yılmaz, Hürriyet’te ayrıntılı olarak aktarmıştı. 

İki notla bitireceğim yazıyı. 1984’teki “Genç Şairler”in ardından Milliyet Sanat, Unesco’nun Dünya Gençlik Yılı ilan ettiği 1985’te bu kez de “Söz Gençlerin” başlığıyla gençlerden gelen yazıları yayımladı. (Benim yayımlanan ilk yazım da bunlardan biridir.) “Söz Gençlerin”le ilgili olarak bir muziplik, bir trolleme kalmamış aklımda, ama o sayıların yer aldığı ciltleri açıp bakmadım, hafızama bu kez güvendim!

Milliyet Sanat’ın eski ciltlerini taradığım birkaç saat boyunca eski dergileri karıştırmanın ne kadar zevkli, bir o kadar da şaşırtıcı olduğunu bir kez daha fark ettim. Örneğin, Gülten Akın’ın, Tomris Uyar’ın, Murat Belge’nin denemeleri ya da Füsun Akatlı’nın Necati Tosuner’in Necati Tosuner Sokağı kitabıyla ilgili tanıtım yazısı çıktı karşıma; Oktay Rifat’ın resim sergisinin ilanına rastladım. Dergi sayfalarını karıştırır, bunlara ve başka yazılara göz atarken zamanın nasıl geçtiğini unuttum ve yılların nasıl geçip gittiğine hayret ettim.