Yazarın sorumluluğu mu dediniz

Benim, bir yazar olarak içinde yaşadığım topluma karşı hiçbir sorumluluğum yoktur! Toplumsal sorunlar hakkında yazıp yazmamak paşa gönlümün bileceği bir iştir…

11 Haziran 2015 14:28

Geçenlerde, sizden iyi olmasın iki yazar dostumla birlikte “Roman ve Toplumsal Sorunlar” konulu bir panele katıldım. Konu yukarıdaki gibi olmasına karşın anladığım kadarıyla söylenmek istenen, yazarın toplumsal sorunlar karşısındaki sorumluluğu idi ki, her üçümüz de konuşmalarımızı üç aşağı beş yukarı benzer yönde yaptık. Yazarın -ve kitabının- elbette toplumsal sorunlar karşısındaki sorumluluğunu bir güzel savunduk. Aksi halde topluma karşı sorumsuz yazar görünme tehlikesi vardır ki, göze alamamış olmalıyız. Ben, bırakın sonrasını, o anda bile inançsızlığımın etkisiyle kuru bir konuşma yaptığımın farkındaydım. Söylediğim dişe dokunur tek şey, yazar sorumluluğu çerçevesinde, hastalıktan yeni kalktığım için Suriyeli göçmenlerden kaptığım zatürree hakkında bir uyarı yapmak oldu: “Toplu taşıma araçları kullandıysanız eve gelir gelmez ellerinizi sabunla güzelce yıkayınız!” Yazar olmakla alakası var mıdır bilmem ama gene de faydalı bir sorumluluk sayılmalı bence. Dinleyicilerden hiçbiri bunun bir şaka olduğunu anlamadığı için beklediğim gülüşmeler olmadı.

Şimdi fırsatını bulmuşken düzelteyim: Benim, bir yazar olarak toplumsal sorunlara (yani içinde yaşadığım topluma) karşı hiçbir sorumluluğum yoktur! Kimseye bir borcum bulunmadığı gibi, toplumsal sorunları irdelemek, dile getirmek, çözümleri üzerinde kafa yormak gibi bir mecburiyetim de yok! Toplumsal sorunlar hakkında yazıp yazmamak paşa gönlümün bileceği bir iştir… Kendimi uzun zamandır ilk defa, çok şükür, tamamen ve en küçük bir kuşkuya kapılmaksızın sorumsuz hissediyorum. Doğruyu söylemenin oh dayanılmaz hafifliği! Nihayet özgürce nefes aldığımı hissediyorum. Sahi, neden daha önce akıl edemedim ki!

Bu toplum, bana yazar olmamda nasıl bir destek vermiş ki benden karşılığını bekliyor? Geçiniz bir kalem. Her şeyi kendim, kimsenin yardımı olmaksızın, tek başıma, çok ama çok çalışarak başardım. Üstelik herkesin kolay kolay göze alamayacağı fedakârlıklar yaparak. İyi romanlar yazabilmek için hayatımı adadım, kısacık bir bölümde aman hata yapmayayım diye kimsenin okumaya tenezzül etmediği yüzlerce sıkıcı kitap hatmettim, sizler seviyesiz TV dizileriyle vaktinizi harcarken şuncacık bir paragraf üzerinde saatlerce çalıştım. Olmadı sildim bir daha yazdım, sildim, bir daha, bir daha yazdım, gene sildim, gene yazdım. Bilir misiniz kaç kez? Çözemedim, karnıma ağrılar girdi, takıldım bırakmayı düşündüm, moralim defalarca bozulunca sinirlerim laçkaya döndü, göz numaralarım ilerledi, günlerce odama kapandım, karımla kavga ederken bir yandan da kızımı azarladım, uykusuzluk çektim, kahveyi ve içkiyi fazla kaçırdım vs, vs, vs… Tek başıma ve maddi ikbalin şansa bağlı bir uzaklıkta olduğunu bildiğim halde…

Binbir Gece Masalları’nı gerçek sananların arasında

Tevazu gösteremeyeceğim, çok çalışırım. Yani çalıştığım zamanlarda demek istiyorum, yoksa tembel bir tabiatım olduğunu saklayacak değilim. Ortalama 250 sayfalık bir roman en iyi ihtimalle bir buçuk- iki yılımı alır. Aralarda altı aylık loğusa dönemleri de cabası. Bazen bir takı, bir deyim yahut atasözü, bir benzetme ya da sıfat üzerinde dosyayı yayınevine gönderinceye dek -ve gönderdikten sonra- kafa patlatırım. Beğendirmekten bağımsız olarak işimin hakkını verdiğime sonuna kadar inanırım.Vasata düşmemek için kolay anlaşılmamayı çoktan göze alırken, yıllardır kendimi büyük meydan okumaların yıpratıcı gerginliğine teslim ettim. Az şey mi?

Ve bütün bunları kitap okumayı sevmeyen bir toplumda yapıyorum. Neden borçlu olacakmışım ki! Aslına bakarsanız toplum bana borçlu. Topluma sunduğum ürün zor, özenle ve çok çalışılmış, toplum geneliyle kıyaslandığında olağanüstü entelektüel ve kaliteli bir emeğin sonucudur. Cahillikte ısrar eden, Binbir Gece Masalları’nda yazanları satırı satırına gerçek sanan (anladınız siz onu) insanların çoğunlukta olduğu bir topluma ne borcum olacakmış?

Bir insanın yapmak istemediği şeylere zorlanması esaret, yapmaması da dört dörtlük bir özgürlüktür. Kime nasıl yaşayacağı, neleri düşünüp neleri düşünmeyeceği konusunda sorumlu fikirler vermeye hiç niyetim yok. Tek ölçütüm, kendi edebiyat anlayışıma göre iyi romanlar yazmaktır. Böylece kendimi saf bir özgürlük içinde hissederim, tıpkı yazı masasına yakası bollaşmış ince bir tişört ve rahat bir şortla oturduğum gibi. Ve elbette eğlenmek amacıyla. Eğlendiysem iyi, sıkıldıysam kötü yazdığımı bilirim.

Kerameti kendinden menkul hocalara kayıtsız şartsız iman edenlerin, geride kalanların hayatlarına hükmettiği bu loş coğrafyada kimse benden daha fazlasını beklemesin. Ben üzerime düşeni yapıp iyi romanlar yazmak peşinde koşuyorum. Evet efendim, benim değil, toplumun bal gibi bana borcu var. Hem de öyle çok ki. Merak etmeyin, kapıya icra memuru falan gönderecek değilim, böyle bilinsin bana yeter.

Peki, ya sorumluluk? Tamam, onu da konuşalım. Yazılmış her romandan ister istemez toplumsal faydalar çıkacaktır. Metnin içinde kurgu öylesini gerektirdiği için her türlü düşünce yer bulur. Okuma zahmetini gösteren vatandaş, yeteneği ve bilgisi oranında (ya da canı isterse) bunlardan dilediği sonucu çıkarabilir. İşe yarayıp yaramadığıysa kendi çabasına kalmıştır. Tutturulmuşsa yazar sorumluluğu diye bir nakarat, benden bu kadar. Kader utansın.