“Uzaydan bildiriyoruz: Görünmüyorsunuz…”

Philip Pullman'ın Masum İsa ve Hain Mesih, Emil Michel Cioran'ın Gözyaşları ve Azizler kitabı üzerine ama en çok da inançlar ve hikayeler üzerine düşünelim mi biraz?

27 Ağustos 2015 13:30

Bundan tam iki hafta, üç gün önce bir belgesel izledim.

Bir kadın, kısa süre önce emekliye ayrılmış ve müzede sergilenmeye başlamış bir uzay aracının yanında duruyordu. Söylediğine göre bu araçla tam dokuz kez uzaya gitmiş ve şimdi onun yanında öylece durduğuna, emeklilikten önce yaşadıklarına inanmakta güçlük çekiyormuş. Kadın öyle samimi bir şaşkınlıkla bakıyordu ki araca, bu yabancılaşmayı anlamakta zorlandım. “Ben kanalı değiştireyim en iyisi” gafleti, elimi kumandaya doğru götürmekteyken çok ilginç bir şey oldu: Kadının bakış açısından kameranın yanında durduğu anlaşılan belgeselci, “Oradan dünyaya bakmak nasıl bir duyguydu?” diye sordu. Sorulabilecek en klişe soruya çok duru, bu yüzden de çok fiyakalı bir yanıt geldi: “Oradan Dünya duyulmuyordu. Muazzam bir sessizlik…” Bir an durdu, dönüp emektar aracına baktı ve sonra devam etti: “Savaşlar, ülkelerin sınırları, insanlar, felaketler, inançlar görünmüyor, duyulmuyordu.”

Uzaya gitmemiş biri olarak, emekli astronota çok şey borçluyum. Bana iki küçük cümle içinde kendi küçük uzay üssümü armağan etti. O günden beri hemen her boş vaktimde, tıpkı onun gibi, her şeyin sessizleştiği bir yerde, Dünya’ya baktığım bir pencere hayal ediyorum. Astronotun söylediklerini düşünmeye de “inançlar” kısmından başladım. Çünkü çok kısa bir süre önce oturduğum yerden yükselip her şeyi farklı bir açıdan görmemi sağlayacak, ayrı yazım türlerinden iki kitap okumuştum. Anlatayım.

Masum İsa ve Hain Mesih

“Bu, İsa ve kardeşi Mesih’in nasıl doğduğu, yaşadığı ve ikisinden birinin nasıl öldüğünün hikâyesidir. Diğerinin ölümü ise bu öykünün bir parçası değildir.”

Masum İsa ve Hain Mesih, Philip Pullman, Çev. Emirhan Burak Aydın, İthaki Yayınlarıİthaki Yayınları’nın Mayıs 2014’te Türkçeleştirdiği Masum İsa ve Hain Mesih adlı kitap, az önce okuduğunuz iki cümle ile başlıyor ve okumak üzere olduklarınıza dair ilk işaret fişeği de o an itibariyle parlıyor. Kitabın ilk şaşırtıcı yanı, ağırlıklı olarak çocuk edebiyatı, okul çocukları için yazdığı piyeslerle tanınan ve yirmiden fazla kitaba imza atan Philip Pullman’ın seçtiği konu. Bu profile göre son derece cüretkâr davranan yazar, Bakire Meryem’in doğumundan başlayıp İsa’nın çarmıha gerilme ânına kadar her şeyi kendine göre, yeniden yorumluyor. Bunun en büyük örneği ise kitaba ismini veren temel farklılık: Pullman’ın öyküsünde, Bakire Meryem Betlehem’de İsa ve Mesih adında iki erkek çocuğu dünyaya getirmişti. Önce güçlü ve sağlıklı Mesih doğmuş, ardından zayıf ve çelimsiz İsa dünyaya gelmişti. Meryem, önce İsa’yı emzirmiş çünkü onun haline çok üzülmüştü.

Doğum anındaki bu sahne tüm kitabın eksenini de çizmiş oluyor. Bakire Meryem, içten içe İsa’yı Mesih’ten daha çok seviyor ve Mesih, yaşadığı sürece İsa’nın gölgesinde kalıyor. İsa, öğretilerini yaymak için durmaksızın yolculuk ederken Mesih, sessizce onu takip ediyor. Fakat bu takip, karşılıksız sevgisiyle kardeşini gözleyen ağabey rolünden bir “yabancı” eliyle, kolaylıkla çıkarılıyor. Yabancı, Mesih’e İsa’nın sözlerini not etme görevini vermiş, Mesih de bunu kabul etmiştir. Başlarda kolay gibi görünen bu görev, gün geçtikçe taşınması güç bir yük halini alır. Çünkü Mesih, İsa’nın anlatılarının önemli bir kısmını adaletsiz bulmaktadır. İsa, takipçileri çoğaldıkça daha fazla vaaz verir, Mesih de her geçen gün daha fazla “düzelti” yaparak bu konuşmaları kayda geçirir. Yabancı, Mesih’in yaptığı bu işlemi desteklemekte, kayıtlarını alabilmesi için uygun koşulları yaratmaya gayret etmektedir. Sorun ise Mesih’in yabancıya en çok ihtiyacı olduğu anda onu yanında bulamayışıdır. Kardeşi İsa’nın çarmıha gerilme anında da bu durum değişmez ve Mesih, çok sevdiği kardeşinin Romalılara teslim edilişine engel olamaz. İsa’nın ölümünden sonra da yabancının önemsediği tek şey Mesih’in metni tamamlaması ve hikâyeyi kusursuz, ilham verici bir hale büründürmesidir. Çünkü iyi yazılmamış bir hikâye, unutulmaya mahkûmdur.

Özetlemek için ter döktüğüm bu kitap, 1946 yılında İngiltere’de doğan, hem babası hem de üvey babası Kraliyet Havayolları’nda çalıştığı için çocukluk yıllarını dünyayı dolaşarak geçiren, Superman ve Batman çizgiromanlarının tutkunu yazar Philip Pullman tarafından kaleme alındı. Ateist olduğu bilinen Pullman, Protestan bir ailede büyümüştü. Büyükbabası da bir Anglikan rahibiydi. Kitabı yayımlandığında Hıristiyan âleminde hatırı sayılacak bir tartışma yaratmıştı ve aynı anda kitap The Sunday Times Bestseller listesinin başındaydı. Yazar, kitapları ve film uyarlamaları yüzünden kilise tarafından veto edilmiştir. Fakat tahmin edebileceğiniz gibi çoğu coğrafyada yaşananların aksine, bugün 68 yaşına varmış bir maceraperest olarak aykırı fikirleriyle yaşamını sürdürmekte, sürdürebilmektedir. Verdiği sayısız söyleşiden aklımda kalan en güzel cümlelerinden biri de şudur: “Bu dünyada yiyecek, barınak ve arkadaşlıktan sonra en çok ihtiyaç duyulan şey hikâyelerdir.”

Gözyaşları ve Azizler

Geride bırakmak üzere olduğumuz bu ayın başında Jaguar Kitap, Cioran’ın Gözyaşları ve Azizler adlı dünyaca ünlü eserini ilk kez Türkçeleştirdi. Rumen yazar ve düşünür Emil M. Cioran’ın bir inanç krizine girerek yazdığı söylenen bu başyapıttan söz etmek için önce yazarının öyküsünü anlatmak gerek…

Gözyaşları ve Azizler, Emil Michel Cioran, Çev. İsmail Yerguz, Jaguar KitapEmil Michel Cioran, 1911’de Raşinari adında, o zamanlar Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’nun parçası olan bir Rumen kasabasında doğdu. Cioran’a adını veren, entelektüel ve saygın bir Ortodoks papaz olan babasıydı. Orta öğrenimini ortalama bir başarıyla tamamladıktan sonra, 1928 yılında, Bükreş Üniversitesi’nde felsefe eğitimi almaya başladı. Burada ömür boyunca dost kalacağı iki isimle, Eugene Ionesco ve Mircea Eliade ile tanıştıktan sonra 1933 yılında burs alarak Almanya’ya gitti. Burada sistematik felsefeyle tüm bağlarını kopararak eserlerinin temellerini atmaya başladı.

Gözyaşları ve Azizler, Cioran’ın iki kez üzerinde çalıştığı bir eserdi. 1935-36 yıllarında ilk olarak Rumence kaleme aldığı kitabı 1986 yılında Fransızca yeniden yazarken metinde son derece önemli değişiklikler yapmıştı. Eserin her iki halinin de yer aldığı Türkçe basım, Cioran’ın yıllar içinde geçirdiği değişimi gözler önüne sermesi açısından da son derece önemli. Kitabın 1986 basımında çevirmen Sanda Stolajan, Fransızca baskı için kaleme aldığı önsözde Cioran’ı şöyle tanımlıyor: “Paradoksları ya da sürekli fikir değiştirmesi bazı okuyucularını ya eğlendirir ya sıkar ama onun gerçek okuyucuları uçurumun kenarında tuhaf bir rahatlama hisseder.” Zaman içinde değişse de takıntılarından hiç vazgeçmeyen Cioran, 23 yaşından itibaren kayda aldığı pesimist ve uçurumlar arasında dolaşan metinleriyle düşünce dünyasının kara koyunu haline gelir. Ama güçlü mizah duygusu ve özgüveni sayesinde bundan kendiyle alay ederek sıyrılır: “Sütunun tepesinde yaşamak isteyen ama sütunu olmayan bir münzevi”, “metafiziğe çok az bulaşmış bir mezarcı” ve “ölü doğmuş bir uyanık” gibi tanımların tamamı kendisi tarafından, kendisine hitaben yazılmıştır.  

Aslına bakarsanız aforizmalarındaki kötümser, kararsız tutumuyla “alay konusu” olan Cioran, Birinci Dünya Savaşı’nın ortasına doğmuş, buna rağmen anımsamaktan mutluluk duyduğunu söylediği bir çocukluk yaşamış, orta yaşlarına selam edip bir “oh” diyecekken de kendini İkinci Dünya Savaşı’nda bulmuştu.

Gözyaşları ve Azizler, yazar tarafından ikinci kez baskıya hazırlanırken, ilk metne kıyasla en çok azalan sözcük “tanrı” olmuş. Bunun yanında iki metinde de Van Gogh ve Mozart’ı, Rilke ile Mevlana’yı yan yana anmaktan vazgeçmemiştir. “Bach’ı dinlediğinizde Tanrı’nın filizlendiğini görürsünüz. Bach’ın eserleri tanrısallık yaratır” diyen Cioran ile “Ancak bir genelev veya bir meleğin gözyaşı bir süre için uzaklaştırabilir bizi ölümün dehşetinden” diyen Cioran aynıdır. Aynı derecede tutarsız, kararsız, zeki, sorgulayıcı, sorgulamaya sevk eden, ışık arayan ama karanlıktan ayrılamayan Cioran. Sadece biraz tanrıdan kopmuş, hepsi bu!

“Hikâyenin sonunda ne olmuş?” diye sorarsanız ortaya her cümlesinde durup haftalarca düşünülecek bir eser çıkmış. Yazarıysa 17 yaşında başlayan insomnia nedeniyle gecelerini uyumak yerine okuyarak ve düşünerek geçirdiği 67 yılın sonunda, 1995 yılında Alzheimer hastalığı nedeniyle bu dünyaya gözlerini yummuş. Onca günün ve gündüz gibi geçen gecenin üzerine, anımsayabileceği küçücük bir anı bile olmadan…

***

Bundan tam iki hafta, üç gün önce bir belgesel seyrettim. Sayesinde salonun yumuşak kanepesinde otururken birden uzay boşluğunda süzülmenin yollarını öğrendim. Uzaklaştıkça her şeyin küçüldüğünü, sessizleştiğini, geriye sadece düşüncelerin kaldığını… Şimdi de Pullman ve Cioran’ın o uzak pencereden, yan yana Dünya’ya baktığını hayal ediyorum. Bence ikisi bir olup “Uzaydan bildiriyoruz: Görünmüyorsunuz…” diye bağırır ve gülerlerdi.