Uykuyu öldüren Macbeth

Ölümünün 400’üncü yıldönümüne yaklaşırken Shakespeare yılına yepyeni bir Macbeth uyarlamasıyla girdik. Avustralyalı yönetmen Justin Kurzel kanlı bir yorumla sunuyor Macbeth’i

2016, William Shakespeare’in ölümünün 400. yılı olacağı için kuşkusuz çok sayıda eseri yeniden gündeme gelecek: yeni sahnelenmeler, filmler ve hakkında yazılarla çeşitli uyarlama ve fikirlerle tanışacağız. Shakespeare yılına yepyeni bir Macbeth uyarlamasıyla girdik bile.

Avustralyalı yönetmen Justin Kurzel kanlı bir yorumla sunuyor Macbeth’i. Film genel atmosfer olarak İskoçya’nın İngiltere Kralı I. Edward’a karşı bağımsızlık savaşını konu olan Mel Gibson’ın Braveheart’ını çağrıştırıyor; biraz ortaçağ savaşçıları, biraz antik Roma gladyatörleri karışımında, bugünün şiddet filmleri estetiğine uyan bir havada. Uçsuz bucaksız sisli yeşillikler filmin mekânını ve ağır aksanlı yan oyuncularla tam bir ortaçağ İskoçya’sı yaratıyor Kurzel. Başrollerde İrlandalı Michael Fassbender ile Fransız Marion Cotillard tam anlamıyla parlıyorlar. Lady Macbeth’in Fransız bir oyuncu tarafından oynanıyor olması rahatsız edici değil, yabancı gelin Shakespeare oyunlarında çok sık karşımıza çıkar. Günümüzün en yetenekli oyuncularından Cotillard bu role yeni bir ruh kazandırmış.

Sanırım yirmi yıl kadar önce AKM’nin büyük salonunda Sumru Yavrucuk’un çırılçıplak küvet içinde deliren Lady Macbeth yorumu ile Judi Dench’in derisini yüzercesine ellerinden lekeleri çıkarmaya çalıştığı sahneleri hiç unutamamışımdır. Cotillard daha önce seyrettiklerimden farklı olarak sanki içe dönük bir Lady Macbeth sunuyor. V. Perde 1. Sahne’de Doktor ile bir hizmetkâr uyurgezer Lady Macbeth’i gördüklerinde şöyle bir konuşma geçer aralarında: Doktor “Baksanıza, gözleri açık” dediğinde kadın şöyle yanıtlar: “Açık ama içeriden kapalı.” Shakespeare’in bu satırları Cotillard’ın yorumunda ayrı bir anlam bulmuş, sadece son perdede değil, bütün oyun boyunca içe dönük bakışları, boşluğa bakan gözleriyle çok farklı bir duyarlılık kazandırıyor başrole.

Karı koca Macbeth çiftinin tüm güçlerini, sağduyularını ve akıllarını yavaş yavaş gözümüzün önünde yitirdiklerini görmek, bu trajediyi diğer tüm trajedilerden farklı kılar. “Kimin haddine bizden hesap sormak,” diyen Lady Macbeth’in sarsılmaz sandığı gücünü yitirişine tanıklık etmektir bu trajediyi benzersiz kılan. Mutlak gücü sorgular Shakespeare. Mutlak güce sahip olunduğunda ahlakın sorgulanamaz oluşmuştur.

Cotillard’ın Lady Macbeth’i, gözlerindeki yatay çizgi şeklindeki farıyla bir anlamda kocasının savaşırken yüzüne çektiği üç dikey çizginin devamıdır neredeyse: savaş alanı terk edilmemiştir. Oyunun başında cadıların nerede buluşacaklarını konuşurken “fundalık” yerine savaş alanı demeleri de bunu çağrıştırır zihnimizde. Shakespeare’in hayat bir sahnedir sözleri Kurzel’in Macbeth’inde “hayat bir savaş alanıdır” şekline dönüşür.

Justin Kurzel’in yorumunda eleştireceğim bir şey, oyuna Shakespeare’in yerleştirdiği kontrastları kullanmaması olacak. Shakespeare en ağır trajedilerinde bile çok yoğun sahnelerin ardından seyirciyi neredeyse rahatlatacak komik karakterler serpiştirir aralara. Macbeth’te de Duncan’ın cinayeti ardından II. Perde 3. Sahne’de bir gece öncenin sarhoşluğu ardından uyanmakta zorlanan Kapıcı karakteri böyle bir nefes aldırır seyirciye. Burada Shakespeare konudan koparır bizi ve hayatın basit gerçekliğine, komik unsur katar. Kapıcının bu bölümdeki sözleri hem komik hem de bilgecedir. “İçki dediğiniz şey, bayım, üç şey için birebirdir” sözleriyle başlayan fikirleri alkolün cinsel gücün üzerinde etkisini dile getirir, “Erkekliğe gelince, bayım, onu hem azdırır, hem de söndürür. Arzudan yanar, bir şey beceremezsin.” Oyundaki bu sahnenin filmden tamamen çıkartılmış olması, yazarın çok önem verdiği bu kontrastı yok ediyor.

Filmden çıkartılan bir diğer sahne (aslında tümüyle büyücülük öğesini çıkartmış Kurzel) üç cadının kazan başında büyü yaptıkları IV. Perde, 1. Sahne. Bu aslında çok ünlü bir sahnesidir oyunun, “Double, double toil and trouble” (“Acı üstüne acı, kan üstüne kan / Kayna kazanım kayna, yan ateşim yan” çev. Sabahattin Eyüboğlu) sözlerinin yinelendiği sahne neredeyse Hamlet’teki “To be or not to be” gibi ünlü dizelerdir. Bu bölüm de Kapıcı’nın sözleri gibi kurguyu rahatlatmak, dikkatleri başka yere çekme amacıyla konulmuştur. Bu tür zıtlıklar olmadan kurgunun daha odakladığı söylenebilir fakat kontrastlar etkiyi çoğaltmak için kullanılmıştır Shakespeare tarafından.

Aynı şeyi filmin müzikleri için de söylemek mümkün. Yönetmenin erkek kardeşi Jed Kurzel tarafından bestelenen film müzikleri elbette çok etkileyici fakat hep aynı duygu üzerinden seyirciyi yönlendirdiği için bir zaman sonra tekdüze bir ses olarak algılanmaya başlanıyor. Bununla şunu kast ediyorum, bir sanat eserinde seyircinin ağırlığı hissedilmesi isteniyorsa, bunu hızlı bir bölüm ardından vermek daha iyi algılamasını sağlayacaktır. Aynı şekilde komik bir unsur ardından yoğun trajik bir bölüm daha sarsıcı olur. Bu zıtlıklar, bir duygudan diğerine geçiş, seyircinin duyarlılığını uyanık tutar. Kurzel’in Macbeth yorumunda ben bu konuyu bir eksiklik olarak gördüm.

Bu eleştirimi yaptıktan sonra filmde beğendiğim bir yorumdan da söz edeyim: o da filmin sonundaki ormanın hareket etme sahnesi. V. Perde 4. Sahne’de askerler saldırıya hazırlandıklarında, kaleye yaklaşmak için Birnam ormanını kullanırlar. “Her asker bir dal kesip tutsun başında: öyle yürüyelim ki sayımız belli olmasın; yanlış haber götürsün düşman gözcüleri” der ordunun başındaki Malcolm. Filmde bu satırları kullanmamış Kurzel, onun yerine ormanı hareket ettirmek için dev bir orman yangını yaratmış. Kana bulanmış gibi görünen İskoçya göğü filmin son sahnelerine yeni bir anlam katıyor böylece. Sonuçta ağaçlar değil, ağaç külleri ulaşıyor Dusinane kalesine. Edebiyat tarihinin en zorba ve en hırslı çifti Macbeth’lerin sonunu doğa katliamı ile vermek, çok güçlü bir imge yaratmış.