Unutamadığım efsane roman: Üç İstanbul

"Mithat Cemal Kuntay, Üç İstanbul romanıyla, benzer dönemi bambaşka bir yaklaşımla olumlayarak anlatan Abdülhak Şinasi Hisar’la ve yapıtlarıyla bir karşıtlık oluşturur aynı zamanda. Birinin yücelttiği dönem ve değerler ötekince yere batırılmıştır."

19 Mayıs 2022 07:00

Fethi Naci’nin 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme kitabı 1981’de yayımlanmıştı. Kitap romanımıza tarihsel ve sınıfsal bakış açısıyla büyülemişti beni.
 
99. soruda bir de sürpriz bekliyordu okurları: Fethi Naci, o güne kadarki (1980) yazılmış romanlar içinde en beğendiği yirmi romanı sıralıyordu. Bu romanlardan biri de Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul adlı romanıydı.
 
O yıllarda Sander Yayınevi’nce basılmış kitabın ön kapağından çok arka kapağındaki fotoğraf ilgimi çekmişti ilkin. Visconti filmlerinin görkemli, barok sahnelerini andıran bir yemek masası. Masanın üzerindeki bardaklar, tabaklar, şamdanlar, çiçek dolu bir vazo; hepsi çok seçkin bir kültür ortamının göstergesi. Masanın görkemini çevresinde oturanların görkemli duruşları tamamlıyor: Büyük tarihsel kişilikler her biri: Mehmet Akif Ersoy, Cenap Şehabettin, Abdülhak Hamit, Mithat Cemal Kuntay ve Samipaşazade Sezai. Arkalarında Afrikalı bir hizmetçi kadınla yardımcısı seçiliyor. Mithat Cemal Kuntay ev sahibi olmalı. Hepsi otururlarken bir tek o ayakta.
Fotoğraf sanki romanın bir başka anlatımı gibi duruyor arka kapakta. Bir dönemin ve insanların simge bir görüntüsü.
 
 
Mehmet Akif Ersoy, Cenap Şehabettin, Abdülhak Hamit, Mithat Cemal Kuntay ve Samipaşazade Sezai.
 
Roman beş yüz sayfalık hacmine karşın su gibi okuttu kendini. Yalnız kolay okunmakla da kalmadı, roman kahramanlarının içimde derinliğine yer kapladığını hissettim. Romandaki olaylar ve kişiler o denli etkilemişti ki beni, aklımdan çıkmıyordu hiç. Sanki romanın içinde o kahramanlarla birlikte yaşayan biri gibi hissettim kendimi bir süre.
 
Çok geçmedi, belki de televizyon tarihimizin en başarılı dizi filmlerinden biri olarak karşıma çıktı Üç İstanbul. TRT yapımı, yönetmenliğini Feyzi Tuna, senaryo yazarlığını Bülent Oran’ın yaptığı filmde Burçin Oraloğlu, Ayda Aksel, Nilgün Akçaoğlu, Celile Toyon, Gülsen Tuncer, Feride Karaca, Savaş Dinçel, Engin Yörükoğlu, Yalçın Boratap, İsmail Hakkı Şen, Erol Keskin, Ahmet Uz, Ulvi Alacakaptan, Ferda Ferdağ, Orhan Hızlı, Kutay Köktürk, Uluer Süer, Zerrin Sümer, Ercan Yazgan, Yüksel Gözen gibi dönemin ünlü oyuncuları yer alıyordu.
 
Romanın ruhunu böylesine başarıyla karşımda bulunca ne yapacağımı bilemedim. Görkemli bir uyarlamaydı. Mekânlar, oyuncular, Timur Selçuk’un müziği inanılmaz bir bütünlük oluşturmuştu.
 
Romanı okumam, ardından da dizi filmini izlemem bende uzun yıllar etkisini sürdürdü. Aradan neredeyse kırk yıl geçti, dönüp bir daha okuma fırsatım olmadı Üç İstanbul’u ama belleğimde bıraktığı görkem duygusu sürüyor bugün de.
 
Neydi bu romanı böylesine etkileyici, unutulmaz kılan niteliği? Sanırım büyük romanlarda gördüğümüz anlattığı dönemi neredeyse okuruna yaşatan, o dönemi tarihsel, toplumsal bütünlüğü içinde ve tek tek bireylerin hayatlarını harmanlayarak aktarabilmesi.
 
Üç İstanbul, ülkemizin ve İstanbul’un peş peşe yaşanmış üç dönemini anlatıyor: Abdülhamit devrini, Meşrutiyet devrini ve işgal altındaki İstanbul’u. Batmakta olan bir ülkeyi kurtarmaya soyunan kahramanlar yok bu romanda; tersine, batmakta olan ülkeyle birlikte batan bireyler, kurumlar, kokuşmuş düzenler var.
 
1885 doğumlu yazar yetişme yıllarını ve gençliğini geçirmiştir anlattığı dönemde. Genç bir beynin bütün algı genişliğiyle algılamış yaşadığı dönemi ve keskin gözlem gücüyle de yansıtmış romanına. Roman çok sayıda roman kahramanının hayatları çevresinde çürümüş bir toplumsal düzeni anlatırken, aslında pek de benzerini göremediğimiz bir biçimde Osmanlı Devleti’nin yıkılış sürecinin romanı olmuştur.
 
 
Anlattığı dönemin “insan manzaraları”nı sunar Üç İstanbul. Adnan ve Belkıs öne çıkan iki ana simge karakter olsalar da, onların çevrelerinde kırka yakın başka karakterle de tanışırız roman boyunca. Bu kişilerin büyük çoğunluğu konakların, köşklerin, yalıların insanları. Hepsi de ahlaken düşmüş, çürümüş insanlar. Arada bir iki dürüst kişiliğe de rastlarız; Şiar Raif, Dağıstanlı Hoca gibi. Ancak yazar belki de çürümenin romanını yazmak istediğinden, bu kişilikler fazla öne çıkmaz anlatı boyunca.
 
Mithat Cemal Kuntay, Üç İstanbul romanıyla, benzer dönemi bambaşka bir yaklaşımla olumlayarak anlatan Abdülhak Şinasi Hisar’la ve yapıtlarıyla bir karşıtlık oluşturur aynı zamanda. Birinin yücelttiği dönem ve değerler ötekince yere batırılmıştır. Bu yanıyla da tarihsel ve toplumsal bir belge niteliği taşır aynı zamanda.
 
Mehmet Akif Ersoy’la onun biyografisini yazacak kadar yakın olan Mithat Cemal’in, edebiyata yaklaşımında da onun dürüstlüğünden etkilendiğini söyleyebiliriz. Bu da onun yazdıklarının “sahici”liğini güçlendiren bir unsur olmuştur.
 
Mithat Cemal Kuntay’ın anlattığı İstanbul aslında halkın, çalışanların, sıradan insanların İstanbul’u değildir. Sıradan halktan insanlara rastlamayız romanda. Yalnızca Osmanlı üst sınıfı diyebileceğimiz yöneticiler ve onların çevrelerindeki insanlar anlatılır. Romancı belki de en iyi tanıdığı, bildiği kesimleri anlatmayı yeğlemiştir. Romanın başarısında, romancının bu “içerden” bilgili bir kişilik olmasının da rolü büyüktür.
 
Büyük gözlem gücüne karşın Mithat Cemal Kuntay’ın tarihsel ve toplumsal gelişmelerden, aynı yıllarda dünyayı değiştirmeye yönelmiş Avrupa’daki sınıf mücadelelerinden ve sol düşünceden pek haberi olduğu da söylenemez. Romanda eksikliği duyumsanır sık sık bu tarihsel ve toplumsal bakış yoksunluğunun. Bu nedenle de roman “eleştirel gerçekçilik” diyebileceğimiz bir nitelemeye hak kazanır ve bir Emile Zola çizgisidir romancılığımızda.
 
Oysa 1908 İkinci Meşrutiyet’iyle birlikte Osmanlı toplumu inanılmaz bir düşünce ve eylem canlılığı içinde bulur kendini. Yayımlanan çok sayıda dergide çok canlı tartışmalar yaşanır. Ülkenin pek çok yerinde grevler, direnişler vardır. Bu toplumsal hareketlilik hiç yansımamıştır Üç İstanbul’a. Bu da romanın eksikli yanıdır. Mithat Cemal kıyasıya eleştirdiği sınıf ve zümrelerin bireyleri gibi gözlerini kapamıştır halkın uyanışına da, mücadelesine de.
 
Ne ki bu yaklaşım eksikliği romanın önemini ve gücünü azaltmaz. Yeterince kadri bilinmeyen Üç İstanbul, varolan biçimiyle çok çok başarılı bir romandır.
 
Üç İstanbul’u aynı dönemi yaklaşım farkına karşın benzer bir başarıyla anlatan Nahid Sırrı Örik’in Sultan Hamid Düşerken romanıyla kardeş de sayabiliriz.
 
Bazı romanlar tarih öğrenmek için de okunabilir. Bu iki romanı edebiyatımızın böylesi romanlarından sayabiliriz.