Akademisyenler yanıtlıyor: Türkiye dışındaki Türkoloji çalışmaları ne durumda?

Stanford Üniversitesi'nden Burcu Karahan, Sabancı Üniversitesi Diller Okulu'ndan Engin Kılıç, Washington Üniversitesi'nden Selim S. Kuru ve Duisburg-Essen Üniversitesi'nden Hilmi Tezgör K24 için yanıtladı...

04 Ekim 2018 14:35

Stanford Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü öğretim üyesi Burcu Karahan, Sabancı Üniversitesi Diller Okulu öğretim üyesi Engin Kılıç, Washington Üniversitesi Türkiye ve Osmanlı Çalışmaları Bölümü öğretim üyesi Selim S. Kuru ve Duisburg-Essen Üniversitesi Turkistik Enstitüsü öğretim üyesi Hilmi Tezgör ile Türkiye dışındaki Türkoloji çalışmaları üzerine konuştuk.

“Hollanda’da Türkiye Çalışmaları’nda doktora öğrencisi olarak, Japonya’da Türkçe bölümünde hoca olarak bulundum. Ayrıca Türkiye’de üniversitede Türkiye ile ilgili konulara eğilen birçok yabancı öğrenci ile çalışma fırsatım oldu. Bu tecrübeye dayanarak altını çizmek istediğim en önemli nokta şu: Türkoloji alanı tüm dünyada giderek küçülüyor. Bölümler kapanıyor, öğrencileri azalıyor, kaynakları daralıyor. Türkiye ile her düzeyde ilişkilerin (kimi zaman 'sorun' biçiminde de olsa) nispeten daha yoğun olduğu Avrupa ülkeleri için bile geçerli bu durum. Bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Ekonomik, siyasî, toplumsal ilişkiler yoğunken bunlara eşlik etmesi beklenebilecek akademik ilgilinin azalması, üzerinde düşünülmesi gereken bir durum.” Engin Kılıç’ın Türkoloji alanına olan ilginin giderek azaldığı yönündeki bu görüşüne konunun ilgililerinin dikkatini özellikle çekmek istiyoruz.

Eğitim aldığınız, araştırmacı olduğunuz, ders verdiğiniz “Türkçe Çalışmaları” (Turkish Studies) ve “Yakın ve Orta Doğu Çalışmaları” (Near and Middle Eastern Studies) gibi bölümlerde çalışılan tezlere, yayınlara baktığınızda, belirgin olarak bazı dönemlerin, yaklaşımların, konuların öne çıktığını görüyor musunuz? Genel bir eğilim var mı?

Burcu KarahanBurcu Karahan: Hem doktora eğitimi gördüğüm hem de şu an ders verdiğim bölüm Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü. “Türkçe Çalışmaları” ve “Yakın ve Orta Doğu Çalışmaları” gibi alan çalışmaları bölümlerindeki tezlerdeki geniş yelpazeye nazaran Karşılaştırmalı Edebiyat bölümlerindeki tezler daha öngörülebilir konular. Elimde somut, istatistikî bir bilgi olmadan sadece bilgim dahilindeki tezleri göz önüne alarak bu bölümde yayınlanan Türkçe edebiyat merkezli tezlerin çoğunluğunun 19'uncu yüzyıl edebiyatı ve modernist edebiyat üzerine olduğunu söyleyebilirim.   

Engin Kılıç: Evet, dönem dönem belirli konularda yoğunlaşmalar oluyor. Sıklıkla üzerinde durulan konular arasında İslam (ve mezhepler), milliyetçilik, kadın, Kemalizm, göç ve göçmenler, modernleşme ve yarattığı gerilimler, laiklik, ordu vb. ilk aklıma gelenler.

Selim S. Kuru: Çalışmakta olduğum Seattle’da bulunan University of Washington’da Prof.Selim Sırrı Kuru Walter Andrews ile birlikte güçlü bir erken dönem Osmanlı Edebiyatı programı sunmamıza karşın, yönettiğimiz tezler arasında yalnızca ikisi bu dönem hakkındaydı. Diğer tezler ya 19'uncu yüzyıl ya da 20'nci yüzyıl edebiyatı hakkında gerçekleştirildi. Prof. Andrews ile bu dönemler hakkındaki tezlerde bir “filolojik” duyarlılık bulunmasını sağlayabildiysek de genel olarak ABD’de Osmanlı çalışmaları konusunda 19'uncu yüzyıl sonu ve 20'nci yüzyılın ilk yarısının dönem olarak daha ön plana çıktığı görülmekte. Edebiyatın bir kurum olarak irdelenmesi, Arap, İran ve Türk modernleşmesi gibi konuların daha ağırlık kazanmasında ise Dünya Edebiyatı yaklaşımındaki çeşitlenmenin rolü var. Genel olarak bakıldığında edebiyat metinleri, edebiyat kurumları ve dönemlendirmeler yüzeysel, derinliksiz bir biçimde Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye hakkındaki sosyal bilim çalışmalarının gölgesi altında tanımlanan kültür kuramları bağlamında ele alınmakta. Kültür kuramlarının edebiyat metinlerine odaklanması konusunda bir itirazım yok, ancak edebiyat metinlerini kültür kuramlarına dayanak olarak kullanabilmemiz için önce edebiyatın ne olduğunu, diğer kültürel olgulardan, onlarca belirlenerek ve onları belirleyerek, nasıl farklı işlediklerini özenle irdelemek gerek. Biçimsel eğilimlerin düşünce akımları ve ideolojilerle ilişkisi göz ardı edildiğinden olacak edebiyatın karmaşık topluluklar içinde tarih ötesi veya dışı varoluşu ele alınamıyor ve edebiyat çalışmaları kültür çalışmaları adı altında edebiyat ürünlerini birer dile getiriş, simge olarak değerlendiren yaklaşımlar ekseninde gerçekleştiriliyor.

Hilmi Tezgör: “Turkish Studies” ve “Near and Middle Eastern Studies” gibi bölümlerde çalışılan tezlere, yayınlara baktığımda, çağdaş, popüler ya da gündemde olan konu ve yazarlar hakkında yapılan çalışmaların; eski, klasik, hatta kanonlaşmış konu ve yazarların; ve bunların yanı sıra da her nedense “trendy” olan teorik bakışların öne çıktığını görüyorum. Genel eğilim romana doğru. Ardından öykü geliyor, onun ardından ise bir şey -mesela şiir- gelmiyor. 1940-1980 arası dönemin de -Oğuz Atay gibi birkaç “kült” isim dışında- daha az konu edildiğini, daha az araştırıldığını gözlemliyorum.

Bir metnin İngilizceye çevrildiğinde Dünya Edebiyatı’na dahil olduğunu düşünürsek, Türkçe eserlerin çevirisinin önemini vurgulamak gerekiyor. Derslerde öğrencilere okuttuğunuz metinleri İngilizceye çevrilmiş olanlardan seçtiğiniz ön kabulüyle soracak olursam, kaynak seçimi konusunda zorlanıyor musunuz? Türkçe metinlerle ilgili çeviri sorunları yaşıyor musunuz?

Burcu Karahan: Son 10 yıldır İngilizceye çevrilen Türkçe edebî metinlerin sayısında müthiş bir artış oldu ve bu gelişme elbette dersleri için çevirilere muhtaç olan bizlerin hayatını son derece rahatlattı. Bir doktora öğrencisi olarak verdiğim Dünya Edebiyatı derslerimin okuma listelerine Türkçe romanları dâhil etmeye çalıştığım yıllarda seçki çok kısıtlıydı. O zamanlar Washington Üniversitesi’nden Selim S. Kuru’nun hazırlayıp internette paylaştığı ve benim sık sık faydalandığım İngilizceye çevrilmiş Türkçe edebî eserlerin bir listesi vardı. Bu listede antoloji ve dergilerde yer almış şiir ve hikâyelerin dışında kitap olarak basılmış romanların sayısı onu geçmiyordu. Daha çevrilmesi gereken elbette çok eser var. Bunların en başında da benim de araştırma konum olan Osmanlı romanları var. Halit Ziyâ gibi bir romancının tek bir romanı dahi İngilizceye çevrilmiş değil. Buna rağmen şu anki gidişat gayet umut verici. Öğrencilerimle artık sadece İngilizcenin konuşulduğu coğrafyalarda tanınan, sevilen ve ödüller alan çağdaş yazarları değil, Ahmet Mithat’tan Mehmet Murat Somer’e, Sevgi Soysal’dan Sema Kaygusuz’a Türkçe edebiyatın farklı dönemlerini farklı tarzları, sesleri ve yaklaşımlarıyla anlatan yazarların eserlerini de okuyup tartışabiliyor, Sait Faik ve Burhan Sönmez’in Batı’da alışılagelmiş İstanbul algısını yerle yeksan eden anlatılarını okuyabiliyoruz. Kısacası çeviri açısından güzel bir noktadayız.  

Engin KılıçEngin Kılıç: Elbette, bu büyük bir sorun. Okuma havuzunuz çevrilmiş eserlerle sınırlı. Okuma listenizi mevcut çeviriler içinden yapmak zorundasınız. Bu da ders tasarlarken ciddi tavizler vermenizi gerektiriyor. Üstelik İngilizceye çevrilmiş Türkçe eserlerin sayısı nispeten hayli az. Bu sayının artması, bu tür derslerin çok daha verimli olmasına katkıda bulunacaktır. Ayrıca çevrilmiş eserler yayınevlerinin ya da çevirmenlerin tercihlerine göre belirlendiği için Türkiye’de hâkim kanonla örtüşmeyebiliyor. Burada çok önem verilen yazarlar pek çevrilmemişken adı sanı duyulmamış yazarların çevirilerini bulmak mümkün olabiliyor.

Yine, mevcut çevirilerin tümünün iyi çeviriler olduğu varsayılmasın. Epey kötü çevirilerle de karşılaşıyoruz, bu da pratikte metni, çevrilmiş olsa da, kullanılabilir olmaktan çıkarıyor.

"Genel bir Türk edebiyatı tarihi İngilizce olarak hâlâ yok. Son 50 yılın Türkçe edebiyatını yansıtan bir çalışma bulmak neredeyse imkânsız..."

Selim S. Kuru: Aslında 1999 yılında University of Washington’da işe başladığımda ilk verdiğim derslerden birisi, Çevirilerle Türk Edebiyatı (Modern Turkish Literature in Translation) idi. Bu dersi hazırlarken uzunca bir araştırma sonucunda kitap olarak ya da değişik dergilerde yayımlanmış Türkçe edebiyat üzerine çalışma, yazı ve çevirileri derlemiş ve bir web sitesi oluşturmuştum (http://courses.washington.edu/mtle/mtle2000.html). Daha sonra Saliha Paker, Melike Yılmaz ile bu konuda bir bibliyografya yayımladı.[1]Bu bibliyografyalar değişik dönemlerde, yirmi birinci yüzyılın başlarına kadar Türkçe edebiyattan neler çevrilmiş olduğunu göstermeleri açısından önemli ve aslında çeşitli eserlerin çevrilmiş olduğunu, bu konuda çalışma ve yorumlar bulunduğunu da gösteriyor. Genelde Türk edebiyatı yakın zamanlara kadar İngilizce çalışmalarda hep gelişmekte olan bir edebiyat olarak yansıtılmış, üretildiği ortamdaki çeşitliliği ve işlevi göz ardı edilmiş.

Tabii ki o dönemlerde, Türk edebiyatı konulu bir derste, Oğuz Ataysız, Murathan Mungansız, Leylâ Erbilsiz bir Türkçe edebiyat temsili can acıtıcı oluyordu ancak Bilge Karasu gibi yazarların çeviriler arasında bulunması da çevirmenlerin seçimleri sonucu eğitmenlerin şansıydı. Son 15 yılda Türkçeden çeviri furyası başladı. Bunda TEDA projesinin de bir etkisi var.[2] Çeviriler artık klasik eserler kadar güncel yazın ürünlerini de yansıtıyor. Ancak bu çeviri bolluğunda edebiyat derslerine ilginin azalması, İnsan Bilimleri (Humanities) konusunun birçok üniversite tarafından bütçe kesintilerinde ilk akla gelen birim oluşu çeviri edebiyat derslerinde de bir azalmaya yol açmakta.

Soruya dönecek olursak, çeviri konusunda öznel seçim ve ilgilerimin yansıtılmaması dışında bir sorun yaşamadım. Türkçe edebiyatın çeşitliliğini, ilginçliğini yansıtacak metinler, öykü, şiir ve roman olarak büyük oranda var. Ancak bu tür çeviriler üzerinden işleyen eleştirel, bibliyografik ve yöntemle ilgili çalışmaların eksikliği söz konusu. Genel bir Türk edebiyatı tarihi İngilizce olarak hâlâ yok. Son 50 yılın Türkçe edebiyatını yansıtan bir çalışma bulmak neredeyse imkânsız. Dönemler hakkında gerçekten ilginç çalışmalar yapılırken genel inceleme ve dökümlerin eksikliği söz konusu. 

Hilmi Tezgör: Ben konumum gereği Almancaya çevrilmiş olanları tercih etmeye Hilmi Tezgörçalışıyorum, dolayısıyla bu bakımdan İngilizceye kıyasla daha zor bir durumdayım. Ama öte yandan, öğrencilerimiz Türk kökenli olduğu ve hedefimiz de onların Türkçelerini geliştirmek olduğu için okuttuğum metinlerin çevrilmiş olup olmamasını çok önemsemiyorum. Türkçe eserlerin Almanca çevirileri bence iyi, ama sayıları artsa elbette ki daha sevindirici olur.

Türkiye ve Türkiye dışındaki Türkoloji çalışmalarını karşılaştırdığınızda ne tür ortaklıklar ve farklılıklar görüyorsunuz? Nasıl bir diyalog hâlindesiniz Türkiye’deki araştırmacılarla?

Burcu Karahan: Fark bulmak için Türkiye’nin dışına çıkmaya gerek yok. Türkiye’deki Osmanlı/Türk edebiyatı bölümleri arasında edebiyatın geleneksel olarak ve disiplinlerarası bir yaklaşımla ele alınmasından dolayı meydana gelen bir fark var. Bu fark zaman içinde azaldı ancak hâlâ kendini hissettiriyor. Bu sebeple bir farklılık varsa bunun sebebini coğrafyadan ziyade edebiyata ve edebiyat eğitimine olan yaklaşımlarda aramak gerekiyor. Amerika’da olduğu gibi Türkiye’de de çalışmalarını yakından takip ettiğim, fikirlerine önem verdiğim, yazdıklarından ilham aldığım, ders için okuma listeleri hazırlarken danıştığım ve birlikte projeler üretip konferanslara katıldığım akademisyenler var. Bu akademisyenlerin bir bölümü Bilkent Türk Edebiyatı Bölümü’nde beraber okuduğum arkadaşlarım, diğerleri de benim çalıştığım konuları yani on dokuzuncu ve erken yirminci yüzyıl Osmanlı edebiyatı çalışan arkadaşlarım.  

Engin Kılıç: Türkiye’deki çalışmaların dile ve kaynaklara daha fazla hâkim olduğu söylenebilir. Buna karşılık, yurt dışındaki merkezlerde Türkoloji programlarının genellikle Ortadoğu (ya da Yakındoğu) Çalışmaları gibi şemsiye yapıların altında olmasının da etkisiyle, disiplinlerarası yaklaşımların, karşılaştırmalı perspektiflerin ve kuram ve metodoloji bilgisinin daha üst düzeyde olduğu görülebiliyor.

"Üretken yazarların eserlerinin eleştirel yayımları gerekiyor. Örneğin elimizde tam bir Attilâ İlhan veya Selim İleri bibliyografyası bulunmuyor, yapıtlarının analizleri, farklı yayımları ele alınmış değil. Fatih Altuğ’un İleri’nin kısa romanı Kapalı İktisat konusundaki çalışmasının daha soluklu çalışmalara kapı aralayacağını umuyorum."

Selim S. Kuru: Türkiye’de ve ABD’de kuramın ön plana çıktığı, hız kazandığı, dahası edebiyatın bir sosyal bilime dönüştüğü, kimlik çalışmaları, milliyetçilik araştırmalarında araçsal bir konuma düştüğü ortada (bütün parıldayan istisnalara karşın). ABD’de karşılaştırmalı eğitim sayesinde ve İngilizce üzerinden, Türk edebiyatını yalnız Avrupa değil Orta Doğu, Latin Amerika edebiyatlarıyla karşılaştırmalı okumak mümkün olabiliyor. Ancak hem Türkiye’de hem de ABD’de filolojik yaklaşımın neredeyse öğretilememesi söz konusu. Burada filoloji derken metin çalışmaları, metnin kuruluşu, yayılması ve yorumlanmasını ayrı ayrı olsa da metinsellikleri açısından ele alan ve kendisi de bir çalışma konusu olan yaklaşımları kastediyorum. Filolojinin gelişimi ve görünüşte de olsa gerilemesi konusunda ufuk açıcı çalışmalar söz konusu, bu çalışmaların Türk edebiyatı alanında da gerçekleştirilmesi gerekiyor. Bunu yalnızca erken dönem Türkçe edebiyatlar için değil hatta özellikle modern Türkçe edebiyat bağlamında söylüyorum. Üretken yazarların eserlerinin eleştirel yayımları gerekiyor. Örneğin, elimizde tam bir Attilâ İlhan veya Selim İleri bibliyografyası bulunmuyor, yapıtlarının analizleri, farklı yayımları ele alınmış değil. Fatih Altuğ’un İleri’nin kısa romanı Kapalı İktisat konusundaki çalışmasının daha soluklu çalışmalara kapı aralayacağını umuyorum.

Hilmi Tezgör: Ben 14 yıl Türkiye’de çalıştıktan sonra Almanya’ya geldim ve sadece 1,5 yıldır Türkiye dışındayım. Türkiye’deki meslektaşlarımla iletişimi koruyorum, neler olup bittiğini, değişiklikleri ve gelişmeleri takip ediyorum ancak düzenlenen etkinliklere katılamıyorum/katılmıyorum. Türkiye’de yapılan çalışmalarda yelpazenin daha geniş olduğunu söyleyebilirim. İçeriden bakış, yapılan çalışmanın daha derinlikli bir kavrayışa sahip olmasını sağlayabiliyor. Her zaman değil tabii. Türkiye dışındaki çalışmalar ise biçimsel olarak daha iyiler. Neyin, nerede, nasıl olması gerektiğini daha iyi biliyor buradaki öğrenciler. Ortak noktalar konusunda birinci sorunuza verdiğim cevaba dönebiliriz.

"Lisans öğrencilerinin Türkçe öğrenmek istemelerinin ardında hem çok daha renkli hem de tahmin etmesi epey güç nedenler olabiliyor."

Yabancı öğrencilere Türkçe öğretimi konusunda tecrübeniz var mı? Öğrenciler hangi meraklarla ve sorularla Türkçe öğrenmek istiyorlar?

Burcu Karahan: Amerikan üniversitelerinde araştırma alanı Osmanlı/Türk edebiyatı olup kariyerinin bir döneminde Türkçe dil dersi vermemiş akademisyen bulmak zordur. Ben de doktora öğrencisi olduğum yıllardan beri yabancı öğrencilere Osmanlıca ve Türkçe dil dersleri veriyorum. Stanford Üniversitesi’nde doktora öğrencilerine özel, alışılagelen dil derslerinden farklı, sadece dilbilgisi ve metin okumaya odaklanan ve bir yıl süren bir Türkçe dersi veriyorum. Bu dersi alan öğrenciler genelde Tarih, Din Çalışmaları ve Edebiyat bölümlerinden geliyorlar. Türkçeyi bu şekilde konuşma, dinleme ve yazma becerilerini ihmal ederek, sadece okumaya yoğunlaşarak öğrenmek istemelerinin en temel sebebi Türkçe okuma ve anlama becerilerini en kısa zamanda ileri seviyeye getirip araştırmalarına başlayabilmek. Ancak lisans öğrencilerinin Türkçe öğrenmek istemelerinin ardında hem çok daha renkli hem de tahmin etmesi epey güç nedenler olabiliyor.

Engin Kılıç: Yabancı öğrenciler çoğunlukla Türkiye üzerine yazdıkları tezlerle ya da yaptıkları çalışmalarla bağlantılı olarak Türkçe öğrenmeye ilgi duyuyorlar. Konularıyla ilgili kaynakları okuyabilmek, araştırma yapabilmek, yine bu çerçevede insanlarla iletişim kurabilmek istiyorlar. Yani genellikle akademik ilgilerine paralel olarak Türkçe öğreniyorlar. Bunun yanında, Türkiye’ye yerleşmeyi ya da Türkiye ile bağlantılı bir işte çalışmayı umduğu için, ya da dilbilimsel olarak Türkçeyi ilginç bulduğu için Türkçe öğrenen öğrencilerim ya da tanıdıklarım da oldu.

Selim S. Kuru: Türkiye önemli bir sosyal bilimler konusu ve Türkçe öğrencileri genelde sosyal bilimler ya da tarih alanında çalışan lisansüstü öğrencileri oluyor. Türkçeye karşı ilgiyi belirleyen genelde Türkiye’nin ulaşılabilir farklı bir kültüre sahip oluşu diyebilirim. 

Hilmi Tezgör: Bu konuda söz söyleyecek kadar tecrübem yok. Enstitünün yapısı gereği öğrencilerimizin yüzde 99’u Türk kökenli ve hepsi (Almancanın yanında) Türkçe biliyorlar.

Türkiye dışında Türkçe edebiyat üzerine çalışmanın imkânlarından ve açmazlarından söz edebilir misiniz?

Burcu Karahan: Kendi alanım için konuşacak olursam, her ne kadar şu anki durum farklı olsa da benim Amerika’ya geldiğim yıllarda Türkiye’de on dokuzuncu ve yirminci yüzyıl çeviriyazımı yapılmamış Osmanlı romanlarını bulmak zahmetli bir uğraştı. Birçok kütüphanenin kaynaklarına web sitelerinden erişmek mümkün değildi, zaten birçok kütüphanenin web sitesi de yoktu. Bu tür kütüphanelere bizzat gitmeniz gerekiyordu, başka şehirde olsa bile. Meclis Kütüphanesi gibi kütüphanelere girebilmek için özel izin çıkarmanız gerekiyordu. Dahası özellikle kütüphanelerde bulunması neredeyse imkansız metinler için, Meşrutiyet Dönemi’nde yayımlanmış erotik romanlar gibi, farklı şehir ve üniversitelerdeki olası hocaları tek tek ziyaret etmeniz, sahafları gezmeniz ve bu tür metinlere sahip olduğunu düşündüğünüz ya da duyduğunuz insanlara nasıl ya da kimler aracılığıyla ulaşabileceğinizi kestirmeniz gerekiyordu. Bir kadın olarak bu metinleri ararken karşılaşabileceğiniz durumlardan hiç bahsetmiyorum bile, zira bunun için ayrı yazı yazılabilir. Bu yüzden Amerika’daki öğrencilik hayatımın ilk yılında Türkiye’deyken aradığım metinlerin hemen hemen tamamının hâlihazırda Amerika’daki üniversite kütüphanelerinde, hatta kendi üniversitemin kütüphanesinde mevcut olduğunu keşfettiğimde hem alışık olmadığım bu kolaylığa çok sevinmiş hem de malum sebeplerden dolayı üzülmüştüm. Ancak akademik hayat sadece kolay erişilebilir kaynaklardan ibaret değil. Çalıştığınız konu her ne olursa olsun, etrafınızda onun hakkındaki heyecan ve hüsranlarınızı, fikir ve yazılarınızı karşılıklı olarak rahatça paylaşabileceğiniz, birlikte edebiyat dedikodusu yapabileceğiniz arkadaşlarınızın olması en büyük imkan ve bunun coğrafyayla çok da ilgisi olmadığına inanıyorum. Türkiye dışında Osmanlıca ya da Türkçe edebiyat çalışmadaki en büyük açmaz öğrencidir. Türkiye’deki meslektaşlarımızın ders verdikleri öğrenci sayısına ulaşmamız mümkün olmadığı gibi okutacağımız metin seçimlerinde de onlar kadar özgür olamayız.

Engin Kılıç: Yurt dışında çalışırken, çoğu durumda, fiziksel çalışma koşulları çok daha elverişli oluyor. Buna şehrin/ülkenin koşulları da dâhil tabii. Enerjinizi, zamanınızı daha verimli kullanabiliyor ve çalışmanıza ayırabiliyorsunuz. Çalışmanızı yürütürken daha özgür olabildiğiniz de söylenebilir. Yurt dışında daha az tabu ile uğraşmak zorunda kalıyorsunuz.

Buna karşılık dezavantajlar da söz konusu. Bulunduğunuz yerdeki küçük Türkoloji dünyası ile sınırlısınız; bu, etkileşimlerinizin de sınırlı olmasına neden oluyor. Belirli, popüler konularda çalışmanıza yönelik beklentiler olabiliyor. Ayrıca kaynaklara erişim de daha sınırlı oluyor, ama özellikle Osmanlıca kaynaklar söz konusu olduğunda, metinlerin dijitalizasyonu bu sorunu epey hafifletti, birçok kaynağa internet üzerinden erişmek mümkün.

"Bir meslektaşım Orhan Pamuk’un İstanbul: Hatıralar ve Şehir kitabını anlatmamı istediği sırada tesadüfen Elias Canetti’nin anılarının ilk cildini bitirmiştim. Pamuk’un anılarında Canetti’nin anne oğul karşılaşma sahnesini yaratıcı bir biçimde aynaladığını fark ettim. Keşke dedim, vaktim olsa da bir eleştiri yazsam. Ama neresi için yazacağım bu tür bir yazıyı?"

Selim S. Kuru: Açmazlardan yukarıda biraz söz ettim. ABD’de genel olarak neo-liberalizmin şahlanışı ile birlikte İnsan Bilimleri’ne yatırımın azalması, edebiyatı bilimsel alanın dışına itiyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında kuramsal çalışmaların yükselişiyle edebiyatın araçsallaşması ve üniversite dışında gelişmiş zengin bir eleştirel geleneğin edebiyat dergileriyle beraber yok oluşu bilimsel alan dışında edebiyatı ancak bir meta olarak varolabileceği bir konuma yerleştirmekte. Artık yalnız güdülen okurlar var. Eskisi gibi ciddi yakın okumaya dayalı eleştirel bir düzenek yok. Bu durum Türkiye’de de yaşanıyor. Öte yandan üniversitelerde dil dersleri kesildikçe, edebiyat dersleri sosyal bilimlere yaklaşıyor. Artık yazı, kompozisyon, edebiyat biçim ve türleri yaratıcı yazarlık alanlarına çekilmiş durumda. Nedense bu alanlardan da eleştirel bir yakın okuma geleneği henüz gelişemedi. Bunun nedeni bu tür bir yaklaşıma dergiler ya da bloglar üzerinden bir yer açılamaması olabilir. Belki artık Türkçe edebiyatı çeviriler üzerinden Moretti’ninki gibi mutlak bir biçimde değil, ancak bir eleştiri uygulaması olarak karşılaştırmalı okumak ve bu çabada yaratıcı olmak gerekiyor. Örneğin otobiyografi konulu bir ders veren meslektaşım Naomi Sokoloff dersinde Orhan Pamuk’un İstanbul: Hatıralar ve Şehir kitabını anlatmamı istediği sırada tesadüfen Elias Canetti’nin anılarının ilk cildini bitirmiştim. Pamuk’un anılarında Canetti’nin anne oğul karşılaşma sahnesini yaratıcı bir biçimde aynaladığını fark ettim. Keşke dedim, vaktim olsa da bir eleştiri yazsam. Ama neresi için yazacağım bu tür bir yazıyı? Giderek yoğunlaşan yönetsel görevler ormanında nasıl bir alan bulacağım bu yazma eylemi için? Akademi ve genel okura yönelik yayınlar arasındaki uçurum ABD’de Türkiye’dekinden de çetin.

Ancak öğrenciler için en azından ABD’de bu tür bir olanak var; karşılaştırmalı ve edebiyatı, edebiyat temelli söyleşileri ele alan, sınır tanımayan edebiyatçıları bir araya getirecek çalışmalar. Çevirinin Türkçe yapıtı ne denli dillendirebildiği ayrı bir konu doğal olarak. Sanıyorum sorunun biraz dışına çıktım, ancak Amerikalı öğrencilerin dil öğrenme zorunluluğu onları yurt dışında doktora yapan Türkçe konuşan öğrencilerden ayırıyor. Onların avantajını ikinci dil olarak öğrendikleri Türkçe konusunda ana dili Türkçe olan öğrencilerden daha duyarlı olabilmelerinde görüyorum.

Hilmi Tezgör: Türkçe edebiyatın “yapıldığı” yerde olmamak elbette ki büyük bir eksiklik bence. Çünkü ne olursa olsun “havayı solumak”, “ortamda bulunmak” diye bir şey var. Hatta istendiğinde mekânlara ve belki kişilere ulaşabilmek… Ama dışarıdan bakabilmenin de daha “nesnel” olabilmek açısından avantajı var. İçeride olunduğu için öğrenilen “bağzı” şeyler dışarıdayken bilinmeyebiliyor.

Gereken materyallere ulaşmak ise artık pek zor değil. Gerçekten istenirse her şeye ulaşılabiliyor. Duisburg-Essen Üniversitesi’nin kütüphanesindeki Türkçe bölümü oldukça iyi durumda ve yeni alımlar yapmak istediğimizde hiçbir sorunla karşılaşmıyoruz. Kitaplara düşkün olmama rağmen Türkiye’de karşıma hiç çıkmamış bazı eski kitaplara üniversite kütüphanesinde denk gelebiliyorum, ki bu çok hoş tabii.

"Her yerde yüksek ya da alçak, görünür ya da görünmez duvarlar olabiliyor, ama, ne yazık ki, Türkiye dışında çalışırken bu konuda daha rahat olabiliyorsunuz, üzerinizde daha az baskı hissediyorsunuz, gardınızı alma, otosansüre başvurma, riskleri düşünme durumu ile daha az karşılaşıyorsunuz, denebilir."

Türkiye dışında (da) çalışmalarınızı yürütürken bilimsel araştırmaları inanış ve ideolojilerle mesafelendirme konusunda nasıl bir deneyime sahip oldunuz?

Burcu Karahan: Hayır, Türkiye dışında böyle bir tecrübe yaşamadım.  

Engin Kılıç: Her yerde yüksek ya da alçak, görünür ya da görünmez duvarlar olabiliyor, ama, ne yazık ki, Türkiye dışında çalışırken bu konuda daha rahat olabiliyorsunuz, üzerinizde daha az baskı hissediyorsunuz, gardınızı alma, otosansüre başvurma, riskleri düşünme durumu ile daha az karşılaşıyorsunuz, denebilir.

Selim S. Kuru: Yukarıda söylediklerimden de ayrıştırılabileceği gibi, yurt dışında farklı edebiyatların daha da farkına varmak durumunda kaldım. ABD’de, genelde bir dil ve edebiyatı konusunda yalnızca bir uzmanın bulunduğu üniversitelerde artık Türkçe edebiyat değil edebiyat söz konusu oluyor. İster istemez farklı edebiyat geleneklerini temsil eden meslektaşlarımın önerileri doğrultusunda Türkiye’de pek temsil edilmemiş edebiyat gelenekleri konusunda bir duyarlılık geliştirdim. Gerçi Türkiye’de de, özellikle Orta Doğu edebiyatlarından çeviriler artmakta, ancak değişik eğitim süreçleri yaşamış, Amerikalılar kadar Hintli, Çinli, İsrailli, Mısırlı meslektaşlarımla söyleşmelerimiz bana daha geniş bir çerçeve sağladı. Nedense bu söyleşiler bir türlü yöntem konusunda dönüşümlere yol açmıyor. Bir yerlerden bir şeyler edebiyata değil edebiyat çalışmalarına ket vuruyor. Yoksa edebiyatın tabii ki bir bilime ihtiyacı yok. Acaba şu son cümlem nasıl düşüncelere ve çabalara yol açabilir?

Hilmi Tezgör: Almanya’da gözlemlediğim kadarıyla bilimsel araştırmaları inanış ve ideolojilerle mesafelendirme konusunda bir sorun yaşanmıyor. Konu ya da yazar seçimlerinde de inanış ya da ideolojiler etkili değil. Türkçe yazılmış, Türkiye’de yazılmış olması, ilgi uyandırması -ve bazen de popüler ya da göz önünde olması- yeterli görülüyor. Ayrıca öğrencilerin edebiyat konusunda her türlü öneriye açık olduklarını da eklemeliyim. Nazik ve dürüstler. Hoşlanmadıkları bir konuda ise çalışmak istemiyorlar ve bunu rahatça dile getiriyorlar.

 

[1] Translation Review: Turkish Literature and Its Translation 68, 2004, 6-14.