Tante Rosa yaşamakta ısrar ediyor

Tante Rosa’yı okurken, kadının özgürleşme mücadelesinin bireysel karşı çıkışlardan, nihilist yaklaşımlardan daha öteye taşınması gerektiğini; kadınların bir arada, birlikte ve dayanışmayla mücadele etmeleri gerektiğini sıklıkla düşündüm...

Sevgi Soysal’ın ölümsüz eseri Tante Rosa ilk kez 1968’de yayımlandığında edebiyat çevrelerinde hak ettiği ilgiyi görememişti. Edebiyat ortamına yabancı ve ayrıksı bir tohum gibi düşmüştü Tante Rosa. Kimileri, “yerli ve milli” olmayışı, başka bir kültürün izlerini taşıması, yabancı bir kadın kahramanı canlandırması gibi nedenlerle eleştirmişti bu eseri.

O yıllarda Füsun Akatlı bu tarz eleştirileri eleştirirken, Tante Rosa’nın, özgün bir eser olarak uğradığı haksızlığı önemle vurgulamıştı: “Birey-toplum diyalektiğinin, birey bileşenine sırt çevirip toplum bileşenini de bu tavırlarından ötürü eksik ve yanlış değerlendirenler, yazın yapıtlarını değerlendirirken de aynı gözlüğü taktıklarında Tante Rosa’yı ve onunla birlikte yazarını, yabancı, bireyci ve yanlış bulurlar” sözleriyle, Tante Rosa’nın bireyi, (kadını) anlatırken aynı zamanda toplumsal normları sorguladığına dikkat çekmişti. Füsun Akatlı, öykücülüğümüzün özgün başarılarından biri olarak nitelediği bu eserde; sadece Tante Rosa adlı kahramanın yaşadıklarının değil, Tante Rosa’larla kedinin fareyle oynadığı gibi oynayan ve sonunda onları yutan, kendini ancak törelerle, yasaklarla, kurallarla ayakta tutabilen sakat ve çirkin düzenin” de anlatıldığını/ gösterildiğini belirtmişti.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kaynağını oluşturan ataerkil düzen içinde, bir kadının özgürleşme ve bireyleşme çabalarını trajikomik bir yaklaşımla işleyen ilginç, farklı, sıra dışı ve özgün bir eser olan Tante Rosa’nın yazınsal değerinin, günümüzde, geçmişe oranla daha iyi anlaşıldığı kanısındayım. Tante Rosa, aynı zamanda evrensel özellikler gösteren ataerkil düzenin kendine dayattığı bütün rolleri reddederek kendi doğrularının ardına düşen, bu yolda yenilgiye uğrayıp sayısız hata yapsa da asla vazgeçmeyen bir kadın kahraman olarak yüreğimizde yaşamaya devam ediyor. Sevgi Soysal Tante Rosa’da olduğu gibi birçok romanında kadın meselesine geniş yer vermişti. Onun, yıllar önce Cumhuriyet Dergi sayfalarından seslendiği sözler, yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor: “Kadın, hayat denilen güzelim oluşumun yılmaz, vazgeçilmez savaşçısıdır. Sözümüz hayatsa, kadın hayat adına ölümden de çekinmez. Çünkü kadın, doğumu bilir, yani hayatın ölüme, bereketin kısırlığa, ilerlemenin durgunluğa olan tartışılmaz üstünlüğünü bilir. Kısaca emekçidir o. Hayatın emekçisi: Budur en büyük gücü kadının.”

Sevgi Soysal’ın ilk öykü kitabı Tutkulu Perçem 1960 yılında yayımlandı. Tante Rosa yazarın ikinci kitabıdır; ama yazarların ilk kitaplarına özgü o incelik, naiflik, içtenlik ve güzellik, Tante Rosa’nın satırlarında da derinden hissedilir. Alman asıllı bir annenin kızı olan Sevgi Soysal’ın, teyzesi Rosel’in kişiliği ve yaşamından etkilenerek yarattığı Tante Rosa’nın, öykücülüğümüzün en sıra dışı kadın karakterlerinden biri olarak kitap sayfaları arasında doğmasından bu yana 47 yıl geçti. Tante Rosa edebiyat tarihi sayfalarında da yerini aldı ve ölümsüz bir ad oldu.

Tante Rosa, Sevgi Soysal, İletişim YayınlarıTante Rosa, birbirine bağlı on dört kısa öyküden oluşan ve kitap bütünlüğü taşıyan bir öyküler toplamı. İletişim Yayınları tarafından gerçekleştirilen yeni basımında Selçuk Demirel’in desenlerinin, esere ayrı bir anlam, değer ve güzellik kattığını da belirmek gerekiyor. Tante Rosa’nın naif ve isyancı ruhunu yansıtan bu desenler, öykülerin içeriğindeki trajikomik durumlarla da örtüşüyor.

Tante Rosa 1970’teki TRT Sanat Ödülleri Yarışması’nda Başarı Ödülü almaya hak kazanır. 1992 yılında Işıl Özgentürk tarafından Seni Seviyorum Rosa adıyla sinemaya uyarlanır. Işıl Özgentürk’ün ilk uzun metrajlı filmi olan Seni Seviyorum Rosa En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Görüntü Yönetmeni gibi dallarda, başta Altın Portakal Film Festivali’nde olmak üzere çeşitli sinema ödülleri alır. Tante Rosa epizotlara benzeyen öykülemeleriyle, epik tiyatroya da başarıyla uyarlanabilecek nitelikte bir eserdir. Bir gün Tante Rosa’yı çarpıcı bir tiyatro oyununun kahramanı olarak da izlersek şaşırmayalım.

Tante Rosa, 1968 yılı sonunda kitaplaşmadan önce, bölümler halinde Dost dergisinde yayımlanmış ve öykücülüğümüze bambaşka bir renk ve tat kazandırmıştı. Küçük bir kasabada yaşayan bir Alman kadın olan Rosa’nın yaşam serüveninden bazı kesitleri dile getiren öyküler, Tante Rosa’nın çevresinde gelişen çarpıcı olayları aktarıyordu.

Tutunamayanlar kafilesinden bir kadın figürü

Öykülerin tümünde ortak olan ve her öyküde karşımıza çıkan başat unsur Sizlerle Başbaşa adlı popüler aile dergisidir. Rosa’nın, hayatını üzerine kurduğu Sizlerle Başbaşa dergisinin her öykü içinde Tante Rosa’nın dünyasında, yaşamında -bir şekilde- yer aldığını görürüz. Bazen bu dergide gördüğü bir ilana bakıp iş başvurusu yapar Tante Rosa; bazen aynı derginin satıcısı olur; bazen de o dergiye ilan verip iş girişimlerini duyurur. Tante Rosa, hayatın Sizlerle Başbaşa dergisinde tefrika edilen sıradan aşk romanlarına hiç benzemediğini yaşadıkça fark edecektir; ama bu dergiyi hayatının son günlerine kadar okumayı ve ondaki düşüncelerden “yararlanmayı” bırakmayacaktır. Tante Rosa’yı okurken popüler yayınların, kitapların ve dergilerin insan hayatı üzerinde yarattığı etkileri uzun uzun düşünüyor insan. Bazen bilgilendiren, bazen yanıltan, bazen şaşırtan yayınlar olsalar da, insanların çoğu inandığı, kendine yakın bulduğu kimi popüler yayınları bırakmıyor ve bu durum yıllar içinde bir alışkanlığa dönüşüyor.

Tante Rosa, hep kaybeden bir kadındır; tutunamayanlar kafilesinden bir kadın figürüdür. Neye elini atsa kurutur; neye teşebbüs etse yarıda kalır; bir araya getirmeye çalıştığı her şey dağılır. Ancak, Tante Rosa’nın inanılmaz bir umut, inanç ve dayanma gücü vardır; her seferinde, düştüğü yerden kalkar, gayretle yoluna devam eder. Aykırıdır, farklıdır; toplumun kadına yüklediği sorumluluklardan, bazı rollerden kaçar, o rolleri sorgular. “İçindeki iç’e” göre hareket eder; iç sesi onu nereye götürürse oraya gider. Bu yüzden acı çeker, yalnız kalır, parasız, sefil bir hayat sürer; ama içinde yaşattığı “prensesini” asla terk etmez. Ömrü boyunca kendisine mutluluk ve sevgi sunacak bir masal prensini bekler. Hayat karşısında sürekli yenilen biri olduğu için, uğradığı her yenilgi, Samuel Beckett’in sözünü çağrıştırır bize: “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.” Tante Rosa bu sözün doğrultusunda hareket eder gibidir ömrü boyunca.

Tante Rosa, arayışların timsalidir; bir kadının ömür boyu sevgi arayışı ve onu hiçbir zaman bulamayışıdır; imkânsızlığa düşen bir çabanın, bir düşün adıdır Tante Rosa. Sevgi arayışının yanı sıra sürekli iş arayan, girip çıktığı pek çok işte başarısızlık gösteren, teşebbüs ettiği işlerde tutunamayan, eskilerin deyişiyle “dikiş tutturamayan” bir kadın karakterdir. Tante Rosa kaçıştır, terk ediştir aynı zamanda; o, toplumun kadını hapsettiği görünmez kafeslerde daraldığını, bunaldığını hissettiğinde bir anda sahip olduğu pek çok şeyden vazgeçer, hepsini terk edip geride bırakır. Bu yönüyle oldukça cesurdur Tante Rosa; çoğu kadının kaçıp kurtulamadığı, terk edemediği aile, evlilik, annelik gibi kurumların ve bağlılıkların mecbur kıldığı her şeyi, her türlü dayatma ve sorumluluğu bırakıp yepyeni bir hayata açılabilecek kadar özgürdür; çünkü birey olmak, onun için her şeyden önceliklidir. Ancak bütün bu çabaları hüsranla bitecektir. Çünkü ataerkil toplumsal yapı, kendi özgürleşme mücadelesi için tek başına yola çıkan kadına izin vermez; yasaklarla, sınırlandırmalarla, ayıplarla, günahlarla yolunu keser, engeller koyar. Tante Rosa’yı okurken, kadının özgürleşme mücadelesinin bireysel karşı çıkışlardan, nihilist yaklaşımlardan daha öteye taşınması gerektiğini; kadınların bir arada, birlikte ve dayanışmayla mücadele etmeleri gerektiğini sıklıkla düşündüm.

Tante Rosa’da Sevgi Soysal’ın kendi yarattığı karakterin özgürlükçü yaklaşımına ne denli uyum sağladığına da tanık oluyoruz. Tante Rosa, dilediği sözcüğü rahatlıkla kullanıyor; diline yasak koymuyor. Sevgi Soysal da karakterini konuştururken kendini bir kadın yazar olarak sınırlandırmıyor; o yıllar için oldukça erken, özgür ve öncü sayılabilecek bir dil tutumuyla yazıyor.

“Yenilgiye yenilmeyen” Tante Rosa’nın cesaret ve yılmazlığını; düştüğünde yardım almadan kalkabilme, yeniden başlama gücünü, neşeli ve hayat dolu olma halini öylesine benimsiyoruz ki okurken onu gözümüzde kolaylıkla canlandırabiliyor; ete kemiğe büründürebiliyoruz. Kitabın giriş sayfalarında “Tante Rosa’dan Sevgi Soysal’a Yolculuk” başlıklı yazısında, kızı Funda Soysal, Tante Rosa ile ilgili olarak şunları dile getiriyor: “Tante Rosa’nın yaşamı bir başarısızlık öyküsü gibi gözükse de, içindeki prensesin ölmesine izin vermeyen Rosa’ya acımak ve gülmek kadar, hayran olmamak da zordur. Tante Rosa’nın iç sesi ve Sevgi Soysal’ın alaycı dili, kitap boyunca bu ikilemleri bir sonuca bağlanmadan dile getirir ve okuyucuyu, özellikle de kadın okuyucuyu, kendi varoluşuyla baş başa bırakarak aradan çekilir.” Gerçekten, Tante Rosa aynı zamanda kadınlık denen ortak paydanın öyküsüdür; dünya toplumlarında kadınlık sorunsalı pek çok ortak nitelik ve benzerlik içermektedir. Bu yönüyle, her kadın kendi içindeki sıra dışı prensesi; sorgulayan küçük kızı; sorumsuz özgür kadını duyumsar Tante Rosa’da.

Tante Rosa’daki öyküler

Almancada “tante” sözcüğü teyze/ hala anlamına geliyor; Tante Rosa, “Rosa Teyze” anlamında. Sevgi Soysal’ın Rosel Teyze’sinden ilham alarak yarattığı bu karakter, elbette, gerçek tante’yi aşan, yazarın düş dünyasından kimi ögelerle şekillenip farklılaşan ve yeni boyutlar kazanan kurmaca bir kişiliktir. Kitap sayfalarından bize göz kırparak bakan Tante Rosa, içimizdeki ve yaşantılarımızdaki tüm kadınlık hallerini kendinde toplar. “Sürüden ayrılıp” kendi olmaya teşebbüs ettiği ve başkaldırdığı için aforoz edilen, itilip kakılan, gülünç duruma düşürülen, kendini arayış serüveninde sayısız hatalar yapan Tante Rosa, kadınlığına hapsolduğu için yenik düşer. Beckett’in Oyun’unda, sahne üzerinde yer alan o daracık hacimli prizmalara, geometrik küplere sıkışıp kalmış kadınlardan biridir sanki. Daralmışlık, sıkışmışlık duygusunu ve hapishaneye dönüşen dünyayı yaşar her an. Kuğu Gölü’nde, sıkıştığı kuğu bedeninden kurtulmak isteyen Odine’in yazgısını anımsatır biraz da. Evet, kadınlığına yenik düşer Tante Rosa; bazen bedenine, bazen iç dünyasına, bazen de bitmeyen sevgi arayışlarına yenilir…

Sevgi Soysal, Cumhuriyet dergi ekinde, Duygu Yazıcı’ya ait çalışmada Tante Rosa hakkında şunları dile getirir: “Bir Bavyera köyünde gerçekten aforoz edilmiş, çocuklarını, kocasını bırakıp büyük kente gitmiştir. At cambazı olmak isteyen, rahibeler okulundan kovulan teyzem Tante Rosel, kitaptaki bu ve başka olayların kahramanıdır. Aslında Tante Rosa, büyük annemden başlayıp bende biten bir çizgidir.” Kitaptaki bir cümle akıllardan geçen pek çok düşünceyi özetlemektedir aslında: “Tante Rosa, bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır.” (s.88) Tante Rosa, her yenilgi sonunda iç sesiyle konuşup kendisiyle yüzleştiği için kendine karşı dürüsttür. Bazen Rosa’nın göremediği hatalarını söyleyen yazarın (anlatıcının) o inanılmaz ironik anlatımı üzerinden okuyup kahramanı daha iyi anlamaya ve değerlendirmeye çalışırız.

Tante Rosa’nın ilk iki öyküsünde (Tante Rosa At Cambazı Olamadı, Tante Rosa Rahibeler Okulunda) anlatıldığı gibi, Rosa on bir yaşındayken Sizlerle Başbaşa adlı haftalık aile dergisinde kraliçe Victoria’nın bir fotoğrafını görür; at cambazlığına heveslenir ancak bu hayli zor işi başaramaz. Babası erkenden ölüp annesi başka bir adamla evlenince bu kez rahibeler okuluna verilir Tante Rosa. Böyle başlar onun kesitler halindeki yaşamöyküsü. Art arda gelen ve birbirine ustaca bağlanan diğer öykülerin adları şöyledir: “Rosa’nın Hayvanları;” “Aforoz Ediliyor;” “Mezarlıkta Üretici Oluyor;” “Soluk Kır Çiçeklerine Geri Dönüyor;” “Bütün Rüzgârlara Açık;” “Yaşamakta Israr Ediyor;” “I Love You (Seni Seviyorum);” “Grand Düşeş Ş.M;” “Rosa’nın Papağanı;” “Rosa’nın Düşü;” “Rosa’nın Yolculuğu;” “The End Tante Rosa”…

Tante Rosa’yı bir öyküler bütünü ya da kısa bir roman olarak değerlendirebiliriz. Sevgi Soysal’ın romanlarında çoğu kez öykücü karakterinden izler bulmak mümkündür. Onun romanlarında, ana olayın gelişimini sağlayan, o ana olayı belirleyen birbirine bağlı kurgulardan oluşan bir kurgu zincirinin varlığını birçok dikkatli okur kolaylıkla tespit edebilir. Tante Rosa’da Sevgi Soysal’ın, sadece art arda olaylar zinciri değil, birinden ötekine aktarılan ilginç gözlemler zinciri oluşturduğu görülüyor; Rosa’nın farklı yerlerde, farklı kişilerle ilişki ve etkileşimlerini dile getirerek, metne ve kurguya hareketlilik ve akışkanlık kazandırdığı gözden kaçmıyor.

Behçet Necatigil, Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü adlı değerli çalışmasında, Tante Rosa için “Eser, romantik ironisi, şiirli, nükteli, yer yer grotesk anlatımıyla hikâyeciliğimizin özel başarılarından biridir” diyor. Bu değerlendirmede yer alan “romantik ironi, şiirli, nükteli ve yer yer grotesk anlatım” nitelemeleri, bence çok önemli. Çünkü sadece içeriğin güçlülüğü ve özgünlüğü, kahramanın sıra dışı, özgür ve farklı bir kadın oluşu, Tante Rosa’yı değerli bir eser kılmaya yetmiyor; bütün bunların yanı sıra Sevgi Soysal’ın incecik söz ipleriyle metne özenle dokuduğu şiirli, romantik ironinin; zaman zaman gözlerimizi fal taşı gibi açmamıza, şaşkınlığa uğramamıza neden olan o müthiş grotesk anlatımla buluşma başarısı Tante Rosa’yı gerçek bir edebiyat eserine dönüştürüyor... Böylece harika bir biçim, içerik ve biçem dengesi oluşuyor Tante Rosa’da. Eserin yazınsal estetiği bu denge üzerine kuruluyor.

Öykü metinlerinde yükselen ironi bazen iç sızlatan boyutlara ulaşıyor. Tante Rosa’nın yaşlanıp işsiz ve yoksul düştüğü dönemde, hâlâ içindeki prensesin isteği doğrultusunda hareket etmesi, ona uygun şekilde giyinmesi; karlı günde eskiciden aldığı kullanılmış, sivri topuklu, lame gece pabuçlarıyla sokakta yürümeye çalışması; parlak, süslü, gece elbiseleri giymesi, eski kürküne sarınması… “Yaşlandı Tante Rosa… Bir Noel ağacı gibi süslü pırıltılı olmalıyım. Göze batıcılığım, çirkinliğimi, yaşlılığımı aşmalı. Gülebilirler, alay edebilirler, ama görmeden geçemezler. Bunca yaşanmışlığın yanından insanların bakmadan, aldırışsız geçip gidivermeleri, hayır bunu istemiyordu.” (s.82) Yok sayılmak, başkaları tarafından görülmemek, dikkatleri üzerinde toplayamamak, çok kötü bir durumdur Tante Rosa için. O, ancak görülerek, göze batarak, fark edilerek var olabileceğini düşünür.

Yukarıda alıntılanan cümlelerde, iki ayrı konuşmanın; iki farklı sesin varlığı da dikkati çekiyor. Yazarın (anlatıcının) sesi, Tante Rosa’nın iç sesiyle bir arada duyuluyor. Her iki ses yan yana ilerliyor metinler boyunca. Bu durum, esere anlam zenginliği ve bakış açısı değişkenliği kazandırıyor. İnce ve derin bir mizah, hem Tante Rosa’nın iç dünyasında hem de yazarın (anlatıcının) Tante Rosa’yı anlattığı ve Rosa’nın yaşadıklarını yorumladığı cümlelerde kendini gösteriyor. Okurken bazı yerlerde kendimizi tutamayıp gülüyor; bazı yerlerde dudağımızda buruk bir gülümsemeyle satırları takip ediyoruz. Bazı sayfalarda ise acı bir ironinin çevrelediği Tante Rosa’ya, hüzünle, umarsızlıkla bakıyoruz.

Öykülerde arada bir görülen grotesk ve absürt unsurlar, okuyucuyu şaşırtacak niteliktedir. Mesela, Tante Rosa’nın, evinde bebeğini emzirdiği sırada dışarıdan atılan bir kartopunun kırılan pencere camında açtığı deliği memesiyle kapatıp içeriye soğuğun girmesini engellemesi… Mesela, ölümü sonrasında, son kocasına bir vazo içinde Tante Rosa’nın yakılan küllerinin verilmesi, Rosa’dan ardında kalan son canlı olan Siyam kedisinin vazoyu devirip, dökülen küllerin üzerine çişini etmesi… gibi sahneler ürkütücü ve ürpertici olduğu kadar mizahidir.

Tante Rosa’nın grotesk işlerle uğraştığı ya da böyle işlere teşebbüs ettiği de görülür. At cambazlığı, mezar bakımı firması kuruculuğu, genelev kasiyerliği, şişme yataklı pansiyon işletmeciliği, boş şişe toplayıcılığı (şişelerin satışından elde ettiği parayla omzunda gezdireceği yemyeşil bir papağan edinmeyi amaçlar) ve daha neler neler… Tante Rosa’nın girişimleri ütopiktir; sürekli kendi hayallerini yaşar ve onları çevresindekilere de yaşatmaya çalışır. Öykülerdeki absürtlük duygusunun çoğu zaman kara mizahın içinde oluşup çoğaldığı görülmektedir.

Tante Rosa’nın evlilikleri

Tante Rosa evliliklerinde başarısızdır, mutsuzdur. Birinci evliliğini, komşularının oğlu Hans’la yapar. İlk cinsel deneyiminden sonra hamile kalmıştır, o nedenle Hans’la istemeden evlenmek zorunda kalır. “Sizlerle Başbaşa dergisindeki romanlarda anlatıldığı gibi, yatar yatmaz hamile kalan Tante Rosa, yine bu romanlardaki kızlar gibi, ‘namusu kirlenmiş’ bir aile kızı olmamak, zavallı bir piç kurusu doğurmamak için” (s.28) evlenmiştir Hans’la. Bu evlilikten üç çocuğu olan Tante Rosa, giderek monotonlaşan ve anlamsızlaşan evliliğini sorgular. Kadını eve, mutfağa hapseden, köleleştiren, hayatını daraltan toplumsal sistemi fark eder: “Evin kişiden ayrı, yıkılabilir bir nen olduğunu, olması gerektiğini o gün anladı.” (s.30)

Böylece Tante Rosa yedi yıllık evliliğini bitirmeye karar verir ve evi terk eder. Her şeyi geride bırakmıştır; evini, kocasını, üç çocuğunu… Geçmişini de ardında bırakır, kasabadan büyük kente gider, orada gazete bayii olur, Sizlerle Başbaşa dergisi de satar. “Yukarıda güzel, yeni kocası keman çalıyordu” (s.35) ifadesinden, yeni bir evlilik yaptığı anlaşılır. Tante Rosa bu arada kilise tarafından aforoz edilmiştir. Kendi hikâyesini Sizlerle Başbaşa dergisinde okur; günahkâr bir kadın olarak nitelendirilmiş ve mahkûm edilmiştir. “Keman çalan kocası”ndan da iki çocuğu olur Tante Rosa’nın. Gün gelir her şey biter; “keman çalan kocası” bir Pazar sabahı aniden ölür.

Kitabın “Tante Rosa Soluk Kır Çiçeklerine Dönüyor” adlı öyküsünde kahramanımızın yeniden evlendiğini öğreniriz. Bu evliliğinde, Tante Rosa’nın alışılmış evlilik kalıpları ve kurallarının dışında bir evlilik hayatı yaşadığı görülür. Bu kez, Tante Rosa, başka erkeklerle ilişkiye girmesini yadırgamayan, bu ilişkilerde yaşadıklarını gülünecek birer konu haline getirebilen tuhaf bir adamla evlidir. Aradığı mutluluğu bu “özgür evlilikte” bulamayan Tante Rosa, o adamdan da ayrılır ve kendini gerçekten mutlu edebilecek bir sevginin ve yepyeni iş hayallerinin ardına düşer. Bir ara, eski kocalarından Malthes’le birlikte yiyecek büfesi açma planları yapar. Bütün bu girişimlerinden ve yeni işlerinden sonuç alamaz, hepsi başarısızlıkla sonuçlanır.

Yıllar geçmiş; Tante Rosa yaşlanmaya başlamıştır. Aradığı sevgiyi, aşkı ve mutluluğu bulamamıştır, ama yine denemekten ve yine aramaktan vazgeçmez. Kendi içinde yeni bir Rosa yaratmak, kendinden yepyeni bir kadın doğurmak ister. Yeni Rosa’yı, eski Rosa’nın üstüne kurmak ister, ama bu olanaksızdır. Artık yaşlı, gülünç, yoksul ve sefil bir kadındır; kimi kimsesi de kalmamıştır. Evlilikleri, iş kurma teşebbüsleri, doğurduğu çocuklar… Hepsi geride kalmıştır; ve harcanmış bir ömrün adı olmuştur Tante Rosa.

Tante Rosa ve Kilise

Kitapta yer alan tüm öyküler, insanı etkileyen trajikomik, ironik ve absürt yaklaşımlarla yazıldığı; derin bir kara mizah içerdiği ve büyük bir ustalıkla birbirine bağlandığı için en çok ilgimi çeken öyküleri seçmekte hayli zorlandığımı belirtmeliyim. Tante Rosa, yazarın ironisi dolayısıyla biraz mesafeyle baktığımız, acımaktan çok anlamaya çalıştığımız bir karakter. Çelişik bir kişilik taşıyor Tante Rosa, kadınların iç dünyasındaki çelişkileri yaşıyor kendi ruhunda. Özgürlük ve bağımlılık (evlilik) sarkacında gidip geliyor. Naif, içten, saf bir kadın; bir o kadar mizah dolu. Kendine gülme becerisine sahip olması onu güzelleştiriyor. Özellikle iç konuşmalarında kendini alaysama ve eleştirme becerisine sahip. Hayatın ipine ısrarla tutunuyor Tante Rosa, yaşadığı acılar, felaketler, üzüntüler ona vız geliyor. Çünkü aslolan yaşamak ve ayakta kalmaktır; biliyor bunu. Gücü tükenip yaşlanana kadar arayışlarını sürdürüyor; imkânsız ve sonuçsuz olsa da çaba sarf etmiş olmak, onun için çok önemli.

Hiç kimse artık ona “I Love You” diye şarkı söylemese de, aşk şarkısını gitar eşliğinde kendine söyler ve gözlerimiz şu satırlarla buluşur: “Her insanın kendi aptallıkları, durmadan gülebilmesi için yeterli bir kaynaktır. Şu halde niçin acı çekmeli? Tante Rosa hiçbir zaman acı çekmedi denebilir. Ama yaşamak zorunda olmak, sürdürmek, ısrar etmek. Bu Tante Rosa demektir. Gitarını bıraktı, kasiyerin duvarına nanik yaptı. I love you ya ne sandın? Bir kendime I love you! Sevebileceğim tek aşağılık, tek salak kendimim-kendimim-kendimim. Yine iş aramak, daha sade anlatımla, Tante Rosa; iş aramak demektir. Âşık ve koca aramak demektir. Âşık ve koca, âşık ve koca. Sizlerle Başbaşa dergisini açtı. Bir de Sizlerle Başbaşa dergisidir Rosa. Bu bir İncil’dir, bir Tevrat’tır, kutsal kitaptır. İçinde şöyle yazan bir kutsal yalan… ‘ve genç adam kadını kucakladı, kadının şah dişi kokusu…’ Tante Rosa; bütün gerçekleri yaşamak, ama yine de ısrarla Sizlerle Başbaşa dergisine kanmak demekti. Kendi seçimine kalmış en sürekli yalan. Bile bile katlandığı tek yalan.” (s. 66) İç konuşmaların gücünü, ironisini hissederiz bu cümlelerde. O halde biz de şöyle tarif edelim Tante Rosa’yı: Kendini alaysayabilen, kendine gülebilen, bunu bir sanat haline getirebilendir Tante Rosa.

Mizah, tüm zamanlarda ve dünyanın her yerinde toplumsal iktidarları sarsan en önemli güçtür. Tante Rosa mizahla direnir eril iktidarın kadınlar için belirlediği kurallara ve dayatmalara. Mizah, toplumsal iktidar kadar, dinsel dogmaları da sarsan olağanüstü bir güçtür. Kaynağını dinden alan her tür eril iktidar ilişkisi, mizah yoluyla çözülmeye, dağılmaya mahkûmdur; bu, kaçınılmaz bir gerçektir. Tante Rosa’nın sorgulayıcı, inatçı ve asi kişiliği, küçük yaştan itibaren dinsel dogmaları da sorgulamasına; onları kendi akıl süzgecinden geçirmesine yol açacaktır. Kitabın en dikkate değer iki öyküsünün bu bağlamda “Tante Rosa Rahibeler Okulunda” ve “Tante Rosa Aforoz Ediliyor” adlı öyküler olduğu kanısındayım.

Mizah duygusunu ömrü boyunca yitirmeyen Tante Rosa, hayatın getirdiği her türden olumsuzluğa mizah yoluyla direnir. “Tante Rosa Rahibeler Okulunda” öyküsünde küçük Rosa, rahibe okuluna başlayınca yasak, günah gibi kavramlarla tanışır. Küçük bir kız çocuğu olarak koşup oynaması yasaklanmıştır. Rosa her şeye karşın, balina yakalı kara elbisesiyle ilk yasağı çiğnemenin tadını çıkarır. Korkusuzdur, pervasızdır. Çünkü o, kendini bir prenses gibi hissetmektedir. “Yasaklar prensesler için değildir. Prensesler hangi yasayı çiğnerlerse çiğnesinler bir şeycikler olmaz çünkü bir gün prens atla gelerek prensesi kurtaracaktır” (s.22) diye düşünür. Koşup oynadıktan sonra bir musluktan kana kana su içerken, biri gelir ve elini omzuna sertçe vurur. Rosa, korkutucu bakışlı Schwester Maria’yı görür karşısında. Maria “Su içiyorsun durup dururken, sen arzularına gem vuramayan günahkâr bir kızsın. İçini öldürmeyi bilmiyorsun” (s.22) sözleriyle suçlar Rosa’yı. Bütün kızların arzularına gem vurması gerektiğini, dolayısıyla günahın sadece kadına ait olduğunu fısıldamıştır kulağına. Bu noktada, tek tanrılı dinlerin kadına yaklaşımı sezilir; dogmalarda kadın ve günah birbiriyle özdeşleşmiştir. Ancak, küçük bir kız olsa bile Tante Rosa farklıdır; o her şeye olduğu gibi, kilisenin yorumlarına da sorgulayan bir zihinle bakacaktır: “Ben içimi öldüremem, dedi Tante Rosa. Çünkü içim prensestir. Prenses prensindir ve prensin olan bir şeyi öldürmeye sizin bile yetkiniz yoktur.” (s.22) Bunun üzerine Schwester Maria çok kızar; Tante Rosa ceza olarak manastırın mahzenine kapatılır. Rosa kapatıldığı yerde sürekli düşünür; hem yaşadıklarını hem de kız çocuklarına yasaklananları sorgular.

Bu okulda kendi bedeninin kötü bir şey olduğunu öğretirler; soyunmak kesinlikle yasaktır. Üzerlerinde gömlekle yıkanırlar. Rosa, yine bir gün koşarken düşüp dizini yaralar; yarasını sarmak için de olsa rahibeler kara çorabını çıkarmasına izin vermezler. Yara iltihaplanır. “Schwester Maria, Rosa’ya Tanrı’nın onu cezalandırdığını, vücudunu unutmayı, içini Tanrı’ya adamayı, arzularını sindirmeyi bilmediği için yarasını iyileştirmediğini söyledi” (s. 22) cümlelerinden anlarız ki, kilisenin Tanrı korkusu vererek çocuk ruhlarında açtığı yaralar kolay geçmeyecektir. Oyun oynamak, su içmek, merak etmek, soru sormak gibi en doğal çocuk hallerinin yasak ve günah kapsamına girdiği bu okul görünümlü hapishanede Rosa’nın uzun süre duramayacağını fark ederiz. Sürekli cezalarla korkutulup yıldırılmaya çalışılan Tante Rosa, İsa’nın kim olduğunu; Tanrı’nın nasıl bir varlık olduğunu, rahibelere durmadan sorarak onları bıktırır ve yine cezalar alır. Rahibeler okulundan atılmasına neden olan olayda Rosa çocukça bir masumiyet içinde olduğu halde suçlu yerine konulur. Hem kahkahalarla hem de hüzünle okuduğumuz bu bölümde, yine rahibelerin kadın- erkek cinselliğiyle ilgili yasaklama ve takıntıları gündemdedir.

“Tante Rosa Aforoz Ediliyor” adlı öyküde Hans’la ilk evliliğini sürdüren Tante Rosa’nın kasabadaki monoton, sıradan ve basit yaşamında Pazar günleri, kilise ayinleri, dualar, org sesleri, şapkalı kadınlar… önemli yer tutar. Bir gün her şeye başkaldırarak evi terk eden ve kendi yolunu çizen Tante Rosa’nın küçük kasabada sıkışan, daralan hayatında kilise faktörünün önemli bir yer tuttuğu görülür. Toplumsal kurumları, aile sorumluluklarını belirleyen, insanı daraltan, kısıtlayan bir başka toplumsal/geleneksel ve yerleşik kurumdur kilise. Özgürlükçü Tante Rosa evini ve kasabayı terk ederken aynı zamanda kiliseyi de terk etmiş olur. Kasaba kilisesi, ona çocukluğundaki rahibe okulu gibi sert cezalar vermekte gecikmez ve Tante Rosa, önceden belirttiğimiz gibi aforoz edilir.

Sevgi Soysal’ın incelikli direnişi

Farklı bir kadının yaşam serüveni boyunca gelişen sıra dışı olayların aktarıldığı Tante Rosa, merak ve heyecan veren, içerdiği kara mizahla düşündüren ve zihinleri yeni sorulara açan eşsiz bir okuma yaşantısı sunuyor. Sevgi Soysal edebiyatının en farklı ve özgün duraklarından biri olan Tante Rosa yıllar boyu içimizde yaşamaya devam edecek; çünkü o, kitabın bir öyküsünün başlığı gibi “yaşamakta ısrar ediyor.”

Kırk yıl süren kısa ömrüne dünyalar değerinde eserler sığdırmayı başaran, erkenden aramızdan ayrılıp sevgi ve ışığa dönüşen Sevgi Soysal için Tezer Özlü şunları söylüyordu: “O, özgürlüğün, bağımsızlığın, aydınlık düşüncenin, mutluluğun yollarını açıp göstermiştir.” Yeğeni Sezin Öney, “Hepimize en çok da kahkahasını, gülüşünü ve bir tutam yıldız tozunu bırakmasının altında, herhalde en çok göğsüne vuran tüm dalgaları, sarsılsa da zarafetle karşılaması yatıyor” sözleriyle, Sevgi Soysal’ın içindeki o incelikli direnişe dikkatimizi çekiyor.

Kendi asaletini, erdem ve onurun yüceliğinden alan gerçek bir edebiyat prensesiydi Sevgi Soysal. Tante Rosa ve diğer eserlerinde yarattığı pek çok kadın kahramanıyla birlikte ölümsüzler arasına giren Sevgi Soysal’ı yeniden okuma ve anlama zamanlarındayız…

Kaynakça
Behçet Necatigil, Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü, Varlık Yayınları,1979.
Derya Önder, Tante Rosa Bir Çocuk Kitabı mıdır? http://deryaonder.com/node/28
Duygu Yazıcı, Bir Sevgi Vardı, Cumhuriyet dergi eki, 25 Kasım 2001.
Funda Soysal, Tante Rosa’dan Sevgi Soysal’a Yolculuk, Sevgi Soysal Tante Rosa içinde, s.11,  İletişim Yayınları, 17. Baskı, 2015.
Füsun Akatlı, Öykülerde Dünyalar, Boyut Yayınları, Mayıs, 1998.
Gamze Somuncuoğlu, Sevgi Soysal’ın Yapıtlarında Kadın Kimliği, Bilkent Üniversitesi, Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, Master Tezi, Haziran 2002.
Pınar Derin, “Tante Rosa tüm kadınca bilmeyişlerin tek adıdır” Boğaziçi Üniversitesi, Kadın Araştırmaları Kulübü, (BÜKAK) dergi Bahar 2006.
Sezin Öney, Yalnız Sevgi, Agos gazetesi, 23.11.2013.
Tezer Özlü Kıral, Cumhuriyet, 27 Kasım 1976.