The Hype Machine: Atı alan Üsküdar'ı geçti mi?

Sinan Aral'ın kaleme aldığı Hype Machine, sosyal medya uygulamalarının artık büyük bir toplumsal tehdit haline geldiğini belgeliyor. Peki bu büyük tehlikeyi bertaraf etmek hâlâ mümkün mü? Aral'a göre, evet.

Netflix’te geçen sene yayınlanan bir belgesel pek çok arkadaşımı olduğu kadar beni de dehşete düşürmüştü. Facebook üzerinden seçim sonuçlarının nasıl etkilenebileceğini tüm detaylarıyla anlatan The Big Hack belgeselinden sonra geçtiğimiz aylarda daha da vahim bir hikâye anlatan Sosyal İkilem (The Social Dilemma) aynı kanalda yayınlandı. Otuz beş yıldan fazla bir süredir teknoloji üreten ama aynı zamanda da teknolojinin sosyal sonuçları üzerine kafa yoran birisi olarak, iki belgeseli de zihin açıcı olduğu kadar endişe verici buldum.

Tam bunların üzerine geçen ayın ortasında yayınlanan bir kitap tüm bu endişelerimin üzerine adeta tuz biber ekti. The Hype Machine (Yutturmaca Makinesi) isimli kitap, Türk asıllı Amerikalı akademisyen ve girişimci Sinan Aral tarafından yazılmış. Kindle formatında okuduğum kitap sosyal medya diye adlandırdığımız sitelerin ve uygulamaların ne büyük bir tekel haline geldiğini pek çok örnekle ve zaman zaman da bilimsel makalelerden alınma verilere dayanarak anlatıyor.

Yazar sosyal medya araçlarına ve sitelerine genel olarak Yutturmaca Makinesi adını veriyor. Buradaki “makine” kelimesi ile çağrıştırılmak istenen, bir başka ünlü ve tehlikeli makine olan “military industrial machine”, yani ABD’nin askerî endüstriyel makinesi. Sinan Aral kitabında Facebook, Twitter, Instagram ve YouTube gibi sosyal medya araçlarının ve bunları yaratmış olan şirketlerin şimdiden, aynı askerî- endüstriyel makine gibi tehlikeli boyutlara ulaşmış olduğunu ve insanlık için de (eğer bu andan sonra kontrol altına alınmazlarsa) en az diğer 'makine' kadar büyük bir tehdit oluşturduğunu anlatmaya çalışıyor.

Kitaptan bazı alıntılar yaparak bu söylemini nasıl savunduğunu izah etmeye geçmeden önce yazar hakkında biraz bilgi verelim. Prof. Sinan Aral şu anda Boston’daki MIT Üniversitesi’ndeki Sloan İş İdaresi Yüksekokulu’nda profesör, aynı zamanda da bu üniversitenin Dijital Ekonomi başlıklı inisiyatifinin direktörü. Arada girişimcilik de yapmış, şimdilerde daha çok yatırımcı rolünde: 2016 yılında, Aral’ın da kurucusu olduğu Humin adlı girişimi küresel bir çöpçatan uygulaması olan Tinder satın almış. Sinan Aral 2018 yılının dünyada en çok yankı uyandırmış sosyal bilim makalelerinden birinin de başyazarı. Aral ve arkadaşlarının yazdığı makale Science dergisine de kapak olmuş bir araştırma hakkında. Yalan haberlerin Twitter üzerinde gerçek haberlere göre çok daha fazla yaygınlıkta, hızda, oranda, ve genişlikte çoğaldığını bilimsel olarak ispat edip o senenin en değerli ikinci makalesi seçilmiş. Bu dört kategorinin İngilizcelerini (farther, faster, deeper & more broadly) ve makalenin linkini de merak edenler için ekleyeyim: The spread of true and false news online”, Science, 9.3.2018.

Kitapta Rusya’nın 2014 yılında Kırım’ı ilhakı ile ilgili de çok ilginç bilgiler yer alıyor. Bunları daha önce başka bir kaynaktan duymamıştım. Sinan Aral’ın bu konuda ekibiyle yapmış olduğu bilimsel çalışmalarla, Rusya devletinin arkasında olması kuvvetle muhtemel olan kişilerin, o sıralarda mekanizmaları pek iyi bilinmeyen sosyal medya araçlarının açıklarını kullanarak nasıl bir bilgi kirliliği yarattığını ortaya çıkarmışlar. “Yöntemler şimdilerde epey bilinir hale geldi, ancak o dönemde henüz kimse bu tür teknikleri bilmiyordu” diyor yazar. Örneğin Twitter’ın ve Facebook’un belirli hesaplara gelen şikâyetler üzerine o hesapları fazla araştırmadan derhal kapatmaları gibi bir kolaylığı kullanarak, Kırım’ın ilhakı ile alakalı, Ukrayna kaynaklı bilgileri içeren Rusya karşıtı blog yazarlarının hesaplarının hemen tamamının kapanmaları sağlanmış. Bunları olayların çok sonrasında bir tür post-mortem yaparak analiz ettiklerini anlatıyor Sinan Aral.

Daha sonra burada edindikleri tecrübelerle 2016 ABD seçimlerini de seçimin sonucunu Trump’ın kazanmasını sağlayacak şekilde etkilemişler. Putin yönetimine yakın olduğu bilinen IRA (Internet Research Agency) isimli bir ajansın seçimde kullandığı sosyal medya metodlarını Aral ve araştırmacı ekip arkadaşları yine bir makalede sergilemiş.

Geçenlerde Sinan Aral kendi Twitter hesabından kitabının 39. sayfasından bir kaç paragrafı paylaşmıştı, o paylaşımı da buraya koymak istiyorum.

Takip etmişseniz biliyorsunuzdur, 2020 ABD başkanı seçiminin iki adayından biri olan Joe Biden’ın oğlu Hunter’ın geçmişte Ukrayna yönetimi ile içli dışlı parasal ilişkileri ortaya çıktı. Ukraynalı bir enerji şirketi olan Burisma’dan rüşvet aldığını ve babasının nüfuzu ile bazı karanlık işlere girişildiğini ispatlayan e-posta yazışmaları hem de Hunter Biden’ın tamir için mahallesinde bir dükkâna bıraktığı kişisel bilgisayarından ortaya çıkartıldı.

İşte bu e-posta yazışmalarının seçime çok kısa bir zaman kala yeniden ısıtılacağını ve seçimin sonuçlarının etkilenmek isteneceğini önceden yazmış yazarımız, geçen ekim ayında çıkan ilkkitabı The Hype Machine’de. Tabii bu iddialarda, yani Hunter’ın e-postalarının Rus ajanları tarafından yayınlandığı iddiaları üzerinde büyük bir şüphe var, zira Hunter Biden’ın kendi elleriyle bu bilgisayarı tamire verdiği imzalı teslim fişleriyle ispat edildi. Yine de bu operasyonun Rus devlet ajanlarının ince bir algı operasyonu olduğunu iddia edenleri desteklercesine, Twitter şirketi, bilgisayarın tamirciye teslimini ve içindekilerin ortaya dökülmesini detaylı olarak haberleştiren New York Post gazetesinin Twitter hesabını dakikalar içinde kapattı.

Sinan Aral kitabı boyunca incelemeye aldığı sosyal yutturmaca makinesinin nasıl bir algı ve yalan uzmanlığı geliştirdiğini ve insan algılarıyla Pavlov-vari koşullandırmalarla nasıl oynandığını örneklerle anlatmışken, bu son yazdığı tweet’inden yansıyan siyasi seçimlerinde sanki Twitter ve Facebook’un tarafındaymış gibi göründü bana; belki Trump’ın yeniden seçilmesini istemediğinden olabilir. Neyse, yazarın bu konudaki ilginç tahminini ve onun sonuçlarının bize düşündürdüklerini bir kenara bırakırsak, kitaptan anladığım, Aral’ın sosyal medya manipülasyonu konusunda Amerika’nın önde gelen uzmanlarından birisi olduğu.

Yazar kitabın üçüncü bölümünde, eğer Yutturmaca Makinesi’ni önümüzdeki dönemde yeniden yapılandıracaksak, bunun ancak dört yolla yapılabileceğini anlatıyor: Parasal yöntemlerle, kanunlarla, yazılım kodlarıyla ve nihayet toplumsal normlar aracılığıyla. Parasal derken yazarın kastettiği öncelikli olarak bugünkü sosyal medyanın işlemesini sağlayan iş modellerinin değiştirilmesi. Bundan başka, 2) kanunlarla sınırlayabiliriz, 3) yazılımlarımızı değiştiririz ve son olarak da 4) toplumsal normlarımızı değiştirme yoluna gideriz demiş. Örneğin ülkemizde KVKK olarak bilinen Kişisel Verileri Koruma Kanunu Avrupa’da da aynen var ama ABD’de geçerli değil. California eyaleti bu kanuna benzer bir düzenleme getirmiş durumda ancak bütün olarak ülkeyi kapsayan bir kanun henüz yok. Kanun olsa da," insanların sosyal mecralara üye olurken nelere izin verdiklerini bilmeleri ya da bu konuda eğitilmeleri gerekir" düşüncesinde yazar. Sosyal medya yazılımlarını üretmiş olan teknik kişilerin yaptıkları işlerle ilgili düşüncelerini samimi olarak aktardıkları, dehşet verici Sosyal İkilem belgeselini izlediyseniz, bu yazılımların ileride nasıl olup da yeni bir yapıya izin vereceği konusunda bir okuyucu olarak şüphelere düşüyorum.

2001 yılında, genç bir üniversite öğrencisi iken bir aydınlanma yaşamış Aral. İngilizcede “epiphany” denen şey... Sosyal medyanın dijital ağlarda gelişecek şeklinin, bilginin, siyasi fikirlerin ve ekonomik fırsatların insanlar arasındaki akışını nasıl değiştireceğini, davranışlarımızı nasıl etkileyeceğini o zaman hayal etmiş. Bu sosyal ağların toplumu tamamen değiştireceğini, iş dünyasından politikaya, hatta toplumsal sağlık ve selametimize kadar her şeyi kökünden etkileyeceğini fark etmiş. Bu noktada, bir hesaplamacı sosyal bilimci olmaya karar vermiş. Hesaplamacı sosyal bilimci yeni bir kavram: Sosyal bilimlerle bilgisayar mühendisliği ve büyük veri hesaplama yöntemlerini birleştiren yeni bir alan. Sinan Aral da bu alanın önde gelen akademisyen ve girişimcilerinden. Son yıllarda sosyal medyanın bir Yutturmaca Makinesi haline gelmesine sebep olan, kişisel bilgilerimizi kullanan, yalan bilgileri gerçeklerinden daha hızlı yayan, öfke söylemlerine yol açan, ve seçimlerin güvenliğini tehlikeye sokan tarafları ona bu kitabı yazdırmış. Bu olayları izleyince sinirlenmiş ve bir şeyler yapması gerektiğine karar vermiş ve bu kitap da bu şekilde ortaya çıkmış. “Sinirlenmek yerine daha akıllıca stratejiler geliştirmeye karar verdim” diyor kitabında Aral.

Sonuç olarak, ben bu kitaptan ne aldım, ne öğrendim? Bir defa, Netflix belgesellerinin bizi düşünmeye zorlamış olduğu, sosyal ağların bugün gelmiş olduğu tehlikeli noktanın belgesellerden çok daha detaylı bir inceleme ve sorgulaması yer alıyor bu kitapta. İkincisi, Facebook ve Twitter gibi şirketlerin içyüzünü çok iyi bilen, bu kurumlarla birlikte çalışmış bir kişi Sinan Aral. Bu kitabında bize tehdit olarak aktardığı pek çok teknik özelliği belki kendisi de ilk aşamada müşterileri için ya da akademik olarak kullanmış olabilir. Tehlikeyi içeriden biliyor yani...

Peki, sosyal ağlarla ilgili önemli bir uyarı olan bu kitabından sonra bizler ne yapacağız? Bizlerin elinde ne gibi olanaklar veya yaptırımlar var Facebook’a karşı? Artık kocaman devletler düzeyinde tehdit oluşturduğu düşünülen ve hem ABD’yi hem de Avrupa Birliği’ni hukuken harekete geçiren bu teknoloji şirketlerine karşı gerçekten elimizde bir koz var mı? Yapabileceğimiz bir şey var mı onlara karşı? İşte bu zor soruyu düşündürdü bana ve sonucunda kitabın önerileri henüz olgun görünmedi gözüme. Belki de sorunu daha algılama noktasında olduğumuzdandır, ama her an atı alan Üsküdar’ı geçebilir ve bu şirketler içlerinde çalışan iyi niyetli insanlara rağmen korkunç bir totaliter idare makinesine dönüşebilirler. Bu distopyanın çok fazla örneği yok mu zaten popüler sanat eserleri içerisinde?