Sende mi Brutus? Otoriterliğin ilacı gerçekten de sende mi?

"Neden bu olay unutulmazdır? Belki bunun nedeni, söz konusu cinayetin 'iyi' olduğu fikri ile 'kötü' olduğu fikrinin kusursuz bir dengede olmasıdır. Bir tarafta Romalı ünlü hatip Cicero, Brutus’un yaptığını gösterişli kelimelerle överken, diğer tarafta Rönesans döneminin İtalyan şairi Dante, Brutus’u fiilinden ötürü cehennemde resmeder."

Dünyanın neresinden olursak olalım, “Tarih” dediğimizde gözümüzün önüne ilk gelen figürlerden birisidir Brutus. Bir devlet adamı, yazar ve komutan olarak görkemli bir kariyeri olsa da, sanki hayatta başka bir şey yapmamış gibi onu hep “Caesar’ın katili” kimliğiyle tanırız. Dahası, pek çok ülke fetheden, Roma devletini parmağında oynatan Caesar hakkında da en önde gelen bilgimiz çoğunlukla Brutus ve arkadaşları tarafından öldürüldüğüdür. Tarihin belki en ünlü cinayeti denebilecek bu olay öyle güçlü, öyle görkemli ve öyle ilgi çekicidir ki, yüzyıllardır hakkında konuşulur, yazılır, çizilir.

Brutus’u tanımamızı ve Caesar cinayetini hayli detaylı bir şekilde bilmemizi sağlayan, her şeyden önce dönemin kaynaklarıdır. Roma’da ciddi bir tarihyazımı geleneği vardır ve (tam olay zamanının kaynakları günümüze ulaşmasa da) hepsi cinayetten yaklaşık yüz yıl sonrasına ait birkaç antik kaynak olup biteni etraflıca anlatır. Daha sonra, Julius Caesar oyununda aslında en azından Sezar kadar Brutus’un de öyküsünü anlatan William Shakespeare gelir. Günümüzde ise sayısız araştırma, film ve kitap aynı konuyu ele alır.

Peki, çarşaflı bir adamın çarşaflı bir adama bıçak saplamasının nesi bu kadar ilgi çekicidir? Neden bu olay unutulmazdır? Belki bunun nedeni, söz konusu cinayetin “iyi” olduğu fikri ile “kötü” olduğu fikrinin kusursuz bir dengede olmasıdır. Bir tarafta Romalı ünlü hatip Cicero, Brutus’un yaptığını gösterişli kelimelerle överken, diğer tarafta Rönesans döneminin İtalyan şairi Dante, Brutus’u fiilinden ötürü cehennemde resmeder. Bir tarafta ilk Roma imparatoru Augustus, Brutus’tan “devletin babasının katili” diye bahsederken, diğer tarafta 16. Yüzyılda İsviçre’de “Tiranlara Karşı direnme Hakkı” risalesinin yazarı “Brutus” takma adını kullanmıştır. Hatta Fransız devrimi döneminde binlerce Cumhuriyetçi çocuğuna onun adını vermiştir. Brutus imgesi hep “en kötü” ile “en iyi” kutuplarından birine yerleştirilir, arada bir yere değil.

Son yıllarda akademik tarih araştırmalarında da Brutus’un yıldızı yeniden parlıyor. Brutus hakkında 2015’te Kristy Corrigan’ın büyük bir boşluğu dolduran (henüz Türkçede yayımlanmamış) çalışmasının ardından 2017’de Kathryn Tempest’in araştırması geldi. Tempest’in kitabı yakın zamanda ülkemizde yayımlandı. Bu kitap Brutus’a dair bildiklerimizi gözden geçirip onun bir katil mi yoksa kahraman mı olduğunu yeniden düşünmemize fırsat sunuyor.

Katil mi, kahraman mı?

Tempest’in Soylu Katil Brutus kitabı burun farkıyla türünün ikinci örneği. Yazarın çok önemli iki çabası var. Birincisi, antik kaynakların karşılaştırmalı ve detaylı bir okumasını yaparak okura Brutus’un biyografisini az çok takip edilebilir bir şekilde sunmak. Ne var ki bunu zaten Kristy Corrigan yapmıştı. Araştırmasının olgunlaştığı bir aşamada aynı parlak fikrin başkasının da aklına geldiğini görmek Tempest’i yolundan alıkoymamış, aksine yüreklendirmiş:

“Tam da kendi araştırmamı noktalarken Kristy Corrigan’ın çalışması, Brutus: Caesar’s Assassin (2015) ortaya çıktı. (…) Corrigan’ın kitabı Brutus’un yaşamı ve onun çağında yaşananları ele alan bir anlatıdır ki, önemli sayıda antik literatürü okunabilir bir anlatıya dönüştürerek sıkıştırmıştır. Akabinde ve ayrıca ben ise bu öyküye başka şeyler eklemeyi umuyorum.” (s. 18)

Tempest’in kitabının Corrigan’ınkine göre daha detaylı ve daha şüpheci bir yaklaşımı olduğunu belirtmek gerek. Dolayısıyla elimizdeki kitap konunun uzmanlarını daha çok, tarihten heyecan duymak isteyen okurları daha az ilgilendirebilecek bir kitap.

Tempest’in ikinci önemli çabası da Brutus imgesinin tarih boyunca nasıl algılandığının izini sürmek. Bu noktada Tempest’in kitabı Corrigan’ınkinden farklılaşıyor ve bu alanda tek olma özelliği taşıyor.

Tempest, Brutus’un hayat hikâyesini neredeyse günbegün takip edecek kadar kaynağa sahip olduğumuzu ifade ediyor. Bunların başında (kendisinin de en çok yararlandığı) MS 2. yüzyılda yazan Mısırlı Appianus’un “Sivil Savaşlar” kitabı, MS 2. yüzyılda yazan Romalı Cassius Dio’nun “Roma Tarihi” kitabı ve MS 1. yüzyılda yazan Yunanlı Plutarkhos’un “Paralel Hayatlar” kitabı geliyor. Bu üç kitap Brutus’un yaşamını farklı açılardan ama ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Tempest de çok büyük ölçüde bu üç kitaptan faydalanıyor. Cinayet sonrası iç savaş hazırlığı döneminde ise daha da doğrudan bir kaynağa başvuruyor ve bu kaynağı adım adım takip ediyor: Brutus’a destek veren Romalı hatip ve devlet adamı Cicero’nun mektupları ve söylevleri.

Kaynak bakımından şanslı sayılabiliriz, ancak bu kaynaklarda doğaüstü olayların (heykellerin kan ağlaması, kaynağı belirsiz uğultuların şehri sarması, hayaletler, vb.) da yer alabildiğini unutmamak gerek. Aynı kaynaklardan faydalanan Corrigan, kitabının başında tarihi kazananlar yazdığı için Brutus’u uzun süre taraflı kalemlerden tanıdığımızı vurguluyor. Ayrıca iki kaynağın birbiriyle çelişkiye düştüğü noktalarda sağlama yapma imkânımızın olmaması sorununa da dikkat çekiyor. Benzer şekilde Tempest de antik tarihle ilgilenen herkesi ilgilendiren bir saptamada bulunuyor:

“Tüm bu kayıtlardan günümüze ulaştığından daha çok kaynağın klasik yazarlara hem nitelik hem de nicelik bakımından daha fazla imkân sunduğu çok açıktır. Bu da bizi daha önce aydınlatılan sorulardan birine yönlendirir; birincil kaynaklarımız kendi zamanının ikincil kaynaklarıdır. Okuduklarımız yazdıkları konusunda otorite değildir, sadece kendi gündemlerinin peşinde olan zeki adamlardır. Bizim amaçlarımız için daha önemli olan ve bu çalışmanın esasını oluşturan ise günümüze kadar gelen çağdaş eserler olmalarıdır.” (s. 35)

Kaynak sorununu ortaya koyduktan ve dolayısıyla doğru bilgilerimizin sınırını belirledikten sonra Tempest, Brutus’un düşünce dünyasını belirleyen etkenleri ele alıyor. Bunların başında şüphesiz beş yüz yıl kadar önce Roma krallarının sonuncusu (Gururlu) Tarquinus Superbus’a karşı savaşıp onu yenen ve Roma’dan süren, ardından da Cumhuriyet’i kuran atası Lucius Brutus geliyor. Tempest, Brutus’un bir tirana karşı Cumhuriyet’i savunan tek atasının Lucius Brutus olmadığını vurguluyor:

“Baba tarafından (Junii Bruti) soyunun müphem izleri Lucius Brutus’a kadar takip edilmektedir. Anne tarafından da yine (Servilii) Brutus gurur duyacağı bir ataya sahiptir: Tiranlığı arzuladığı için Spurius Maelius’u MÖ 439’da öldüren Cumhuriyetçi kahraman Servilius Ahala.” (s. 50)

Brutus gençliğinden itibaren bu figürlerin etkisindedir. Böyle bir aile geçmişi ona da büyük oynamayı dayatmaktadır. İyi bir eğitim alır ve kitaplar yazarak tanınmaya çalışır. Roma’da siyasetçiler için bir sıçrama tahtası da mahkemelerdir. Avukatlık yaparak tanınır. Bazı olaylarda cinayeti “kamu yararını” ileri sürerek savunur. Zamanla Cumhuriyetçi kimliğiyle öne çıkar. İlk Roma iç savaşında bu kimlik onun Caesar’ın karşısında konumlanmasına neden olur. Zira diğer Cumhuriyetçiler de Pompeius’un etrafında toplanmışlardır. Bu konumlanma Brutus için ayrıca zordur, çünkü Pompeius babasını öldürmüştür. Brutus’un babası demişken; Brutus’un annesi Servilia’nın Caesar’la uzun yıllar süren bir ilişkisinin olması, Brutus’un babasının da Caesar olduğu söylentisine zemin hazırlamıştır. Büyük ihtimalle Brutus’un ölümünün ardından, tarihin kazananları baba katili olmanın Brutus’un imajını daha da yıpratacağını hesaba katarak bu söylentiye yol vermiş olmalı. Bu ilişkinin gerçek etkisini ise Caesar’ın Pompeius’u yendikten sonra Brutus’u affetmesinde ve ona görevler vermesinde aramak gerekir. Brutus çelişkili bir şekilde kendini Caesar tarafında bulur:

“Yine de Caesar’ın affı iyi hesaplanmış ve stratejik bir harekettir. (…) Brutus, Caesar’dan bir iyiliği (beneficium) kabul etmiş ve akabinde de ona tabi olmuştur.” (s. 108)

Brutus el üstünde tutulan ve kendisine önemli valilikler verilen birisidir artık. Kitapları ve avukatlığıyla ulaşamayacağı bir noktaya ansızın Caesar’ın ihsanıyla ulaşmıştır. Hatta Caesar onun için konsüllük de planlamaktadır. Ne var ki, Roma’da herkesin öyküsü artık az çok aynıdır; güç sarhoşluğu içindeki Caesar uzun uğraşlarla ve halk desteğiyle gelinebilen makamları eşe dosta dağıtarak itibarsızlaştırmakta, keyfi bir yönetim kurarak tepki çekmektedir. Halkın ve ileri gelenlerin Brutus’tan beklentisi vardır; kimi zaman ona atalarının kim olduğunu hatırlatan duvar yazılarıyla Brutus’u “göreve” çağırırlar.

Ortaçağdan kalma bir illüstrasyonda Caesar'a yapılan suikast. Karısı Porcia Brutus'u azmettiriyor, Brutus ile kayınbiraderi Gaius Cassius Longinus Caesar'ı öldürüyorlar, Porcia intihar ediyor... Johannes Zainer, 1474.

Caesar’ı öldüren grup kalabalıktır. Bazı kaynaklara göre komplonun başını çeken Brutus, bazılarına göreyse Cassius’tur. Her halükârda meşhur 15 Mart’ta “iş” gerçekleştirilir. Tempest, Brutus’un cinayette rol almasına dair şunları söylüyor:

“Brutus’un peşinde olduğu kişisel güç değildir; (…) çağdaşlarının baskısı ve kendi felsefi inancı, onu ailesi ve ülkesi namına bir tür görev bilincine sürüklemiştir. Kamusal iyiliği her türden bireysel ilginin önüne koyan bir tür sorumluluk.” (s. 138)

Komplocuların (ya da kurtarıcıların) cinayetten sonrasına dair somut bir planı yoktur. Kimin başa geçeceğini planlamış olmaları bir çelişki olurdu; onlar güç isteyen değil, güç isteyeni öldürenlerdir. Ne var ki, cinayet sonrasının karmaşası ikinci iç savaşa yol açar. Brutus’u bu dönemde komutan kimliğiyle tanırız. Doğu’dan para ve asker toplar. Bu sırada yıkımlara da sebep olur. Nihayet komplonun iki lideri olarak Brutus ve Cassius güçlerini birleştirerek Kuzey Yunanistan’daki Philippi’de Caesar yanlısı güçlerle karşılaşırlar. Her iki liderin de ölümü burada olur. Kazanan düşmanlar ise Caesar’ın üvey oğlu Octavius (daha sonra Augustus adını aldı) ve Marcus Antonius’tur. Cumhuriyetçilerin son savaşının da yenilgiyle sonuçlanması, Roma’da Cumhuriyet devrinin sona erip İmparatorluk döneminin başlamasına yol açar.

Tempest, Cumhuriyetçi idealler uğruna önce Caesar’ı öldürüp sonra son Cumhuriyetçi ordunun başına geçen Brutus’un tarih boyunca Cumhuriyetçilere esin kaynağı olduğunu ileri sürüyor. Bir yandan bu erdemli imaj varlığını korurken, diğer yandan Philippi Savaşı’nın hemen ardından Caesar’cılar “hain” Brutus imgesini güçlendirdiler ve bu imge de tarih boyunca yoluna devam etti. Tempest’in şu sözleri Brutus hakkındaki bu çelişkili imajları çok iyi özetliyor:

“Brutus’u olduğu gibi olarak görmek istediğimizde, bu 360 derecelik bakış açısının bulanıklaştıran ve baş döndüren bir etkisi vardır.” (s. 272)

Soylu Katil Brutus hakkında önemli bir sorunu belirtmemiz gerek: Kitabın Türkçesi okura sunulabilecek bir durumda değil. Cümlelerin yarısından çoğunda tümleç/yüklem uyumsuzluğu (“elmaya yedim, karnımın doydu” cümlesi gibi) sorunu var. Kitabı okurken her cümlenin önce İngilizcesini düşünmek ve hangi hatayla Türkçeye çevrildiğini bulup doğrusunu tahmin etmek gerekiyor. Türkçede “demek” ve “söylemek” sözcüklerinin nerelerde birbirinin yerine kullanılamayacağı, örneğin “günaydın söyledim” ifadesinin nesinin yanlış olduğu, çeviri robotlarının hâkim olamadığı bir konu. Aynı sorun bu değerli kitabın çevirisinde de karşımıza çıkıyor. Tempest’in ve Corrigan’ın kitaplarının en yakın zamanda hak ettikleri nitelikte Türkçede yer alacaklarını umuyoruz.

Tanrısal bir cinayet

Cicero Cumhuriyet’in son yıllarında deneyimine ve yaşına hürmet gösterilen bir siyasetçiydi. Komploya dahil olmadı ama Cumhuriyetçi fikirleriyle komplocuların ihtiyaç duyduğu düşünsel arka planı hazırladı. Cinayetten sonra onları açıktan savundu. Tek silahı Senato’daki etkili söylevleri ve yazdığı kitaplardı ama siyasetteki dengeleri değiştirme gücüne sahipti. Bu dönemde Cicero’nun sürekli iletişimde olduğu Brutus, Cassius ve diğerlerinin davasını meşrulaştırmada başrol oynadığı söylenebilir. Bir yönetici tirana dönüştüğü zaman, yönetilenlerin ona karşı koyması gerektiği fikrini ileri sürerek cinayeti savunması daha sonra 13. yüzyılda Aquino’lu Tommasso’yu etkileyecek ve “kötü yönetime karşı direnme hakkı” kavramını geliştirmesini sağlayacaktır. Bu kavramın da günümüzdeki insan hakları için temel bir öncül olduğunu hatırlatalım.

Ünlü hatibin bu dönemdeki söylevleri Philippicae Söylevleri  başlığı altında toplanmış ve günümüze kadar ulaşmıştır. Cicero verdiği söylevlerde Brutus’u sadece cinayete katılmasıyla değil, aile geçmişiyle de över:

“Gerek devleti kral boyunduruğundan kurtaran gerek soyunu yaklaşık beş yüz yıl boyunca benzer bir erdem ve benzer bir eylemle sürdüren kişi o Brutus olmuştur (…).” (s. 41)

Lucius Brutus’u o gün de yaşıyormuş gibi anarken, Marcus Brutus’un akrabası, dönemin Galya valisi Decimus Brutus’u da övgülerine dahil eder. Brutus’ların evlerinin girişindeki soyağacında her gün Cumhuriyetçi atalarının masklarını görerek onları andığını ifade eder:

“İşi gerçekleştirecek olanlar devleti kurtarmak için öncülere gereksinim duysalardı, ben Brutus’ları öne sürerdim, bunlardan biri her gün L. Brutus’un, öbürü Ahala’nın maskesini görürdü.” (s. 73)

Cinayeti överken ise hiç sınır tanımaz ve yapılan işi “Tanrısal” olarak niteler:

“Bizim kurtarıcılarımız gözden ırak olsalar da, arkalarında yaptıkları işin örneğini bıraktılar. Hiç kimsenin yapmadığını onlar yaptı. (Lucius - MCY) Brutus Roma’da krallık varken kral olan Tarquinius’la savaştı; Sp. Cassius, Sp. Maelius, M. Manlius, kral olmaya karşı duydukları istekten kuşku duyulması yüzünden öldürüldüler. Bunlar (Marcus Brutus, Cassius ve diğerleri - MCY) ise ilkin krallık isteyen kişiye değil, kral olarak yöneten kişiye saldırdılar. Özellikle onlar, gökyüzündeki Tanrı’nın ele geçirilmesinin zor olduğunu düşündüğü bir şan elde ettikleri için, bu bir yandan kendi başına çok parlak ve Tanrısal, öte yandan örnek alınacak bir iştir.” (s. 120)

Aslında Cicero bu coşkulu sözlerle büyük risk alarak o sırada Roma’da bulunmayan Cumhuriyetçilerin davasını Roma’da dile getiriyordu. Bundan hiç mutlu olmayan Caesar yanlıları ise henüz Philippi’de Brutus ve Casius’la karşılaşmadan önce Roma’da Cicero’yu öldürdüler. Onun ölümü belki bir dönüm noktası değildi ama Caesar’ın ölümüne dair şu sözleri 2.065 yılın ardından güncelliğini korumuyor mu?

“Ulu Iuppiter aşkına, yalnız bu kentte değil, tüm yeryüzünde daha büyük, daha şanlı hangi iş insanların belleğinden silinmeyecek biçimde yapılmıştır?” (s. 77)

Hayalet

William Shakespeare, Julius Caesar, çev. Sabahattin Eyüboğlu, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2007, 118 s.

 

Brutus’un yaşadıklarını öyküleştirmeyi ilk akıl eden William Shakespeare olur. Plutarkhos, Appianus, Cassius Dio ve Cicero’yu okuduğuna şüphe yoktur. Bu sayede Julius Caesar oyununda yer alan karakterleri kendi düşünce dünyalarından konuşturmayı başarır. Shakespeare’e göre komplonun başını çeken Cassius’tur. Brutus’u yanına çekmeye çalışırken hayli ikna edicidir:

“Ne sandın ya, dostum: Adam bir Kolossus gibi
Almış altına ufacık dünyamızı.
Bizse, minnacık yaratıklar gibi
Koskoca bacakları arasında dolaşıp
Bakınıyoruz ürkek ürkek,
Şerefsiz bir kubur arayarak kendimize.
Gün gelir, insan kaderini avucuna alabilir:
Birer uşak gibi yaşıyorsak, sevgili Brutus,
Kabahat yıldızlarımızda değil, kendimizde.” (s. 12)

Oyununa verdiği ismin Julius Caesar olması, Shakespeare’in gözünde Brutus’un bir kahramandan ziyade bir hain olduğuna dair ipucu veriyor. Yine de karakterlerinin düşüncelerini iyice özümseyip onları öyle konuşturan Shakespeare, Brutus’un dilinden eylemini etkileyici bir şekilde savunuyor:

“Bu toplulukta Caesar’ı çok sevmiş biri varsa derim ki ona, Brutus’un Caesar’a sevgisi daha az değildi onunkinden. Öyleyse neden Caesar’a karşı ayaklandın derse bu dost bana, şu karşılığı veririm: Caesar’ı daha az sevdiğim için değil, Roma’yı daha çok sevdiğimden. Caesar yaşayıp hepinizin köle olarak ölmeniz mi daha iyi, yoksa Caesar ölüp de hepinizin hür insanlar olarak yaşamanız mı? Caesar beni severdi, ağlarım onun için; mutluluğa ermişti, sevinirim; bir kahramandı, saygı duyarım; ama tutkuya kapıldı, öldürürüm.” (s. 65)

Bütün bu erdemli akıl yürütmelere rağmen Shakespeare oyunu Caesar’dan yana veriyor ve Brutus’un Philippi Savaşı’nı kaybetmesini Caesar cinayetinin bedeli olarak görüyor. Bunu antik kaynaklarda da karşımıza çıkan hayalet öyküsüne başvurarak yapıyor. Dönemin kaynakları, Brutus’un önce savaşa gidiş yolunda, sonra da savaşın yaşandığı bölgede iki kez bir “gölgeyle” karşılaştığını söylüyorlar. İlkinde sadece bir cümle söyleyen hayalet ikinci karşılaşmada hiçbir şey söylemiyor. Hayaletin Caesar’ın ruhu olabileceği fikri tamamen Shakespeare’e ait:

Caesar’ın hayaleti girer.
Ne kötü yanıyor bu ışık. Hey, kim o gelen?
Gözlerim mi karardı da yorgunluktan
Bu korkunç görüntü
Gelir gibi oluyor üstüme doğru?
Nesin sen, gerçek bir şey mi?
Bir tanrı, bir melek ya da bir ecinni misin?
Kanımı dondurup diken diken ettin saçlarımı.
Neyin nesisin, söyle!
HAYALET
İçindeki şeytan, Brutus.
BRUTUS
Ne diye geldin karşıma?
HAYALET
Philippi’de görüşürüz demeye geldim.
BRUTUS
Ya, demek bir daha göreceğim seni?
HAYALET
Evet, Philippi’de.
BRUTUS
Git öyleyse, Philippi’de görüşürüz.
Hayalet çıkar.” (s. 98)

Hayalet Philippi’de ikinci kez Brutus’un karşısına çıkar. Bir şey söylemez. Savaşın sonunda hiç ümit kalmadığını anlayan Brutus, kendisinden kısa süre önce Cassius’un da yaptığını yaparak kendi kılıcıyla intihar etmeyi seçer. Ölürken gıyabında Caesar’a seslenerek son bir pişmanlık dile getirir:

“Ah Julius Caesar, hâlâ ayaktasın sen;
Ruhun dolaşıyor aramızda; kılıçlarımızı
Kendi ciğerimize saplatıyor bize!” (s. 112)

Shakespeare’i okurken insan Brutus hakkında ne düşüneceğini bilemez; bir hain midir yoksa kahraman mı? Tempest’in de söylediği gibi, Brutus’u olduğu gibi anlamaya çalışmanın bulanıklaştıran ve baş döndüren bir etkisi var.

Cumhuriyetçilik uğruna yapmadığı kalmamıştır Brutus’un. Bu bir ihanet olarak da görülse, fedakârlık olarak da görülse, sonuçta öldürmesi zor birisinin ölümüne katılmış, belki başı çekmiştir. Ardından fiilini düşünsel planda savunmuş, bunun izleri bize Cicero aracılığıyla ulaşmıştır. Nihayet Caesar yanlılarına karşı bir ordu kurup Cassius’la birlikte onlarla savaşmıştır. Kazansaydı sadece kahraman olarak anılacaktı. Ama kazananların yazdığı tarih de onun bu olumlu imajını tamamen silmeye yetmedi.

Tarihin bu sıra dışı karakterine karşı son yıllarda artan ilgi belki dünyada demokrasinin yaşadığı krizle, otoriteryanizmin yükselişiyle ilişkili görülebilir. Tarih içinde daha önce de olduğunu söylediğimiz gibi, Cumhuriyetçilik uğruna mücadele etmenin erdemi Brutus özelinde yüceltilebilir. Her şeye rağmen Brutus’un iyi mi yoksa kötü mü olduğuna ilişkin belirsizlik tüm gücüyle devam ediyor ve edecek gibi görünüyor. Brutus imgesi de gücünü en çok bu belirsizlikten alıyor.

 

 

GİRİŞ RESMİ:

Julius Caesar’ın Katledilişi, William Holmes Sullivan, 1888. Caesar’ı senatörleri ve üvey oğlu tarafından katledilirken resmeden tablo, Shakespeare’in Julius Caesar oyununu temel alır. Sullivan’ın benzer bir tablosu Sen de mi Brutus adını taşır.