Savurganlık yönetimi: Kongre merkezleri

Kanal İstanbul ya da Kanal İstanbul çalıştayının yapıldığı kongre merkezi: İstanbul’un maruz kaldığı yönetim zihniyetinin talihsiz kaderi hiç değişmiyor.

14 Ocak 2020 13:30

Kanal İstanbul’un tahribat potansiyeli ile kıyaslanamasa da çalıştayının yapıldığı kongre merkezinin kısa tarihi, İstanbul’un maruz kaldığı yönetim zihniyetinin talihsiz kaderi hakkında fikir veriyor.

Devletlerle sivillerin birlikte temsil edileceği ilk büyük organizasyonlardan Habitat2 kongresinin İstanbul’da yapılacağı 1996 yılında İstanbul’un bir kongre merkezi yoktu. Kongrenin ev sahibi kurumu TOKİ ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi, işbirliği içinde Prost planının modernleşen İstanbul’un merkezi yaptığı Taksim odaklı Maçka vadisinin üst kotlarında yer alan Spor ve Sergi sarayını kongre merkezine dönüştürdüler. Habitat’ın düzenleme kurulunda bulunsam da gençlik anılarım ağır basmış, bu kararı sindirememiştim. Her şey bir yana Kemal-Cihat-Reşat-Zeki-Hüseyin Alp’li seri şampiyon İTÜ’den, Aydan Siyavuş’un Efe’li, Melih’li Eczacıbaşı’na kadar basketbol tarihimiz o salonda yazılmıştı. 


Haliç kongre merkezi

Sonra 2000’lerde bu sefer sivil toplumun ciddi ve çok yönlü itirazına rağmen Haliç kıyısındaki köhnemiş Sütlüce mezbaha kompleksi, kongre merkezi olarak yeniden inşa edildi. Uzatılarak milli mimariye devşirilmiş geç 19. yüzyıl Art nouveau’sunun tipik örneklerinden olan mezbaha, son kertede yatay gelişmiş bir endüstri kompleksiydi. O mirastan hacimli salonlarıyla bir kongre merkezi elde etmenin bedeli, Haliç rıhtımında ciddi bir hafıza kaybı oldu. Orijinal binanın stilistik vurgulu anıtsal bileşenlerinin yeni binaya kolaj şeklinde yapıştırılması, mimarlara verilen –ama o yitik hafızayı telafi etmeyen– birer havuç olmanın ötesine geçemedi. Aradan bir on yıl daha geçmişti ki devletin operasyon aygıtına dönüşerek azman bir yatırımcı haline gelmeye başlamış İBB bu sefer de 20 yıl öncenin kongre merkezine yürüme mesafesinde bir kongre merkezi daha inşa etti. Herhangi bir ihtiyaca karşılık gelmeyen bir fazlalık oluşuyla, zaten ciddi bir mimari programdan da yoksundu: İstanbul’un en cazip topoğrafya uyumlu mimari örneği olan Açık Hava Sahnesi’nin arkadlı giriş taşlığı arkasındaki istinat duvarı parçalanıp büyütülerek elde edilen bir cephenin ardına sığınmış bu vasat bina, Dolmabahçe stadıyla başlayıp Maçka’ya tırmanan vadinin arka duvar hattını –ilk projesinden yaşanmış tarihine kadar– o vadiden hiç nasiplenmemiş olarak işgal ediyor, her türlü prestijli toplantıya ev sahipliği yapıyor: “Böyle kongre merkezine böyle kanal!” sloganıyla biten bir konuşma da yapılabilirdi de, yapmayıp odağa sadık kalmayı tercih ettim.


Açık hava amfisi sırtına yapılan yeni kongre merkezi

Kaynakların israfını geçsek de şu deneyimim bile yeter işin akıldışılığını teşhire. Açıkhava amfisi ve çevresi İstanbul’un en okunaklı ve şık açık alan çevrelerindendi. Sabah 10’daki konuşmam için erkenden gidip yoldaki “kongre merkezi” tabelaları içinde kaybolduktan sonra kendimi Lütfü Kırdar otoparkında buldum. Atılan konumlar ve otopark görevlisi tarifleriyle önce yeni merkezin otoparkına, ardından da salonların fuayesine ulaştım. Böyle karmakarışık bir altyapı labirenti ancak bu kadar karışık kafalı bir yönetim geleneğiyle mümkün olsa gerek.