Ormanlar ve ulusal ormancılık politikasına genel bir bakış

Türkiye ormancılığının ciddi bir revizyona ihtiyaç duyduğu açıktır. Ancak bu revizyon mutlaka konunun bütün taraflarının katılımıyla ve ortak akılla yapılmalıdır

12 Eylül 2019 10:30

Orman: Ne, neden, nasıl?

Anlatılması hem en kolay hem de en zor terimlerden biridir orman. Kolaydır, çünkü herkes sever[1] ve herkes kendince ormanın ne olduğunu bilir. Fakat aynı zamanda anlatılması en zor terimlerden biridir, çünkü herkesin bildiği şeylerin çoğu yanlıştır ve hemen hiç kimse kendi bildiğinin yanlış olduğunu kabullenmek istemez.

Öncelikle orman ve ağaç aynı şey değildir. Bu nedenle, ormanlardan ağaç sayısı ile bahsetmek büyük bir orman cehaletinin göstergesidir. Son zamanlarda ulusal ve uluslararası iletişim kanallarında ve özellikle sosyal medyada moda olan, kesilen ya da dikilen ağaç sayısı üzerinden yapılan analizlerin ormancılık bilimi açısından hiçbir değeri bulunmamaktadır. Hadi biraz yumuşatalım, çok sınırlı ölçüde anlamlıdır bu tür analizler.[2]

Orman bir yaşam birliği, bir ekosistemdir. Bu ekosistem içerisinde ağaçlarla birlikte diğer bitkiler, hayvanlar, toprak, su, mikroorganizmalar yer almakta, bundan daha önemlisi bunların hepsinin arasında koparılamaz bir bağ, kader ortaklığı bulunmaktadır. Doğal bir ormanda kesilen her bir ağaç bu ekosistemin milyonlarca yılda oluşturmuş olduğu dengelere vurulmuş bir darbedir ve çok ince hesaplamalarla karar verilmesi gereken bir uygulamadır. Oysa, orman olmayan bir alanda diktiğiniz bir ağaç sadece bir ağaç, bin ağaç sadece bin ağaçtır ama orman değildir. Orman olabilmesi için yüzlerce, belki binlerce yıllık bir sürece ihtiyaç duyulur. Üstelik, kimi zaman ormandan bir ağaç kesmek nasıl ekosisteme ciddi bir müdahale anlamına geliyorsa, açıklık bir alanda ağaç dikmek de aynı derecede ince hesaplarla atılması gereken bir adımdır. Eğer nadir bulunan otsu ya da çalı formunda bitkilerin bulunduğu bir alanda bu bitki örtüsünü hesaba katmadan ağaçlandırma yaparsanız, yine bir cinayet işlemiş olursunuz. Çünkü doğada her zaman ağacın daha değerli olduğunu iddia edemezsiniz. Tam da bu nedenledir ki ormancılık odunculuktan ayrılarak dünyada 200, Türkiye’de de 150[3] yıldan uzun bir süredir bilimsel bir disiplin hâline gelmiş, bir mühendislik konusu olmuştur. Bu gerçeği yok sayarak ağaç sayısı üzerinde yapılan çevrecilik ya da orman seviciliği de yok hükmündedir.

Bugün sık sık orman konuşur hâle geldik. Genç kuşaklar bunun hep böyle olduğunu sanabilir. Oysa üniversiteye başladığım yıllarda orman konuşmak hiç de popüler bir konu değildi. Ormanın mühendisliği mi olurmuş şeklinde müstehzi gülümsemeler, alaycı yüz ifadeleri hâlâ gözümün önündedir. Tam da o yıllarda, 1986 yılında, çağını aşan bir insan, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Cumhuriyet gazetesinde “Orman deyince okumazlar ki…” başlığıyla bir yazı yayımlamıştı. Şöyle diyordu Velidedeoğlu o yazıda: “Evet, orman sözcüğünü veya başlığını görünce çoğu aydınımız o yazıyı okumaz. Ormanı kendi ilgi alanı dışında sayar. Ben onları, Fransızların ‘gourmet’ dediği damak zevkine düşkün kişilere benzetirim: Karidesli, levrekli, bonfileli sofralara alışmışlardır. Kuru fasulyeli tabak geldi mi, burun kıvırırlar. Onların karides, levrek veya bonfileli sofrası, düşün, felsefe, ekonomi, politika yazılarıdır. Sadece böyle ince ve karmaşık konulardan zevk alırlar. Orman konusu ise kuru fasulyedir çoğu için." Hıfzı Veldet Velidedeoğlu olmak kolay değil, nasıl da on ikiden vurmuştu üstat. Çünkü o zamanlarda anneler, babalar, dedeler gençlere şöyle nasihat ediyordu: “Oku da kendini toprağın, tezeğin kirinden kurtar.” Bu nasihatle büyüyen gençler de hâliyle toprakla uğraşmanın bir diğer şekli olan ormancılığa uzak duruyorlardı.

Açıkçası şimdi de çok tercih edilen bir meslek değil. Dağ tepe çalışmak, kentten uzak kalmak yeni nesillere pek de sıcak gelmiyor. Fakat söze gelince, herkes ormanı çok seviyor. Toplantılarda insanlara soruyorum: “Hayatınızda kaç kere tek başınıza ormanın derinliklerine girip, sırtınızı bir ağaca dayayarak saatlerce ormanın ruhunu dinlediniz?” Herkes suskun kalıyor, başlar eğiliyor. O hâlde, diyorum, “Nereden biliyorsunuz ormanı sevdiğinizi?” “Seviyoruz, çünkü orman bize lazım” diyorlar. “Orman toprağı koruyor, biyolojik çeşitliliği güvence altına alıyor, iklim değişikliği ile mücadele ediyor, su üretiyor, su rejimini düzenliyor; kâğıt kalem oluyor, masa sandalye oluyor…” diyorlar. Gülümseyip susuyorum. Çünkü öğretmedik ki onlara ormanı sevmenin ne demek olduğunu. Anaokullarında bile yabancı dil öğretiyoruz çocuklarımıza. Kodlama öğretiyoruz onlara. Ama ellerinden tutup hiç ormana götürmüyoruz. Götürsek de piknik masası arıyoruz ormanda, mangal yakıyoruz ve arabadaki müzik sisteminin sesini açarak hep aynı ritimleri dinletiyoruz. Ormanın ritmini, müziğini dinletmek hiç aklımıza gelmiyor. Biz onlara ormanı sevmeyi değil, ormanı seviyor olma fikrini öğretiyoruz. O sevgi de sözde kalıyor doğal olarak, özü bilinmediği için.

Yine de çok konuşulur oldu orman. Çünkü artık orman olmadan yaşamın olamayacağını, olacaksa da o yaşamda bize ve bize eşlik eden canlılara yer olmadığını biliyoruz. Ormansız bambaşka bir gezegen oluyor dünya. Bunun farkındayız ve bu ruh hâliyle, matkabı elinden alınan ustanın yaptığı gibi ormana sarılıyoruz. Sevdiğimiz için değil, ihtiyacımız olduğu için.

O hâlde, sanırım öncelikle elimizden yavaş yavaş kayan ormanın durumuna bakmak gerekiyor.

Ormanlar nereye gidiyor? Dünyada ve Türkiye’de

Dünya genelinde ormanlar azalıyor. Elbette her yerde aynı tablo yok. Kimi yerlerde artıyor kimi yerlerde azalıyor ama bütün bölgelerin bilançosunu tek kaleme indirgediğimizde karşı karşıya kaldığımız gerçek bu. Bu bilançoyu Tablo 1’de özet olarak görmek mümkün:

Tablo 1: Coğrafî bölgelere göre dünyada orman alanı değişimi

Kaynak: FAO, 2015[4]

Görüldüğü gibi, dünya geneline bakıldığında, 2000-2015 arası 15 yıllık dönemde orman alanları yaklaşık olarak 53 milyon hektar azalmıştır. Bu da yıllık olarak 3 milyon hektardan daha yüksek bir orman azalmasına işaret etmektedir. Fakat yine tablonun gösterdiği gibi, orman azalması esas olarak Güney Amerika ve Afrika’da yaşanmaktadır ki bu, azalışın temel olarak tropikal ormanlarda gerçekleştiğini göstermektedir. Gerçekten de yalnızca Güney Amerika’daki 15 yıllık orman azalması 48 milyon hektar seviyesindedir. Aynı sürede Afrika’da da yaklaşık 47 milyon hektarlık ormansızlaşma gerçekleşmiştir. Asya ve Avrupa’da orman alanı artışı görülürken, Kuzey ve Orta Amerika ile Okyanusya’da neredeyse stabil bir durum görülmekte, küçük orman azalmaları yaşanmaktadır. Elbette, kıtalar bazında yapılan bu değerlendirme o kıtadaki bütün ülkeler için doğru kabul edilemez. Bu nedenle, 1990-2015 döneminde en fazla orman artışı ve azalışı yaşanan ülkelere de göz atmak yararlı olacaktır.

Tablo 2. Dünya genelinde en fazla orman alanı artışı görülen ülkeler

Kaynak: FAO, 2015

Tablo 2’den de görüleceği gibi, orman alanını en fazla artıran ülkeler arasında Türkiye de yer almaktadır. Bu durumun detaylı analizi Türkiye ormanlarının değerlendirildiği kısımda yapılacaktır. Buna karşılık, en fazla orman azalması yaşanan ülkeler de Tablo 3’te gösterilmiştir:

Tablo 3. Dünya genelinde en fazla orman azalışı görülen ülkeler

Kaynak: FAO, 2015

Görüldüğü gibi, orman azalışının en fazla olduğu ülkelerin tamamı tropikal orman kuşağında yer almaktadır.

Şimdi, Türkiye’nin orman tablosuna daha yakından bakalım. Tablo 2 bize Türkiye’de orman alanlarının arttığını göstermişti. Zaman ölçeğinde bu artışı detaylandırmak için Şekil 2’yi incelemek yararlı olacaktır:

Şekil 2. Türkiye’de orman alanı artışı[5]

Burada sözünü ettiğimiz, yasal olarak orman sayılan arazilerin artışıdır. Peki, niceliksel olarak gördüğümüz bu artış, ülke genelinde homojen mi ve niteliksel olarak da söz konusu mu?

Her iki sorunun yanıtı da maalesef olumlu değil. Ülke genelinde orman alanı artış-azalışına göz attığımızda, genel bir ifadeyle (bazı istisnalarla) nüfus artışı yaşanan, göç alan gelişmiş kentler ve bölgelerde orman alanları artmıyor, azalıyor. Buna karşılık, göç veren, nüfus artışı düşük olan ya da nüfusu azalma eğiliminde olan kentlerde ise orman alanları artıyor.

Şekil 1. İllere göre orman alanı artış ya da azalış oranları (2005-2015)[6]

2005-2015 arası 10 yıllık periyottaki orman alanı değişimini gösteren şekilden de görülebileceği üzere, ülke genelinde 19 ilde (Adıyaman, Aksaray, Balıkesir, Bartın, Bursa, Çanakkale, Edirne, Hatay, İstanbul, İzmir, Karabük, Karaman, Kars, Kırklareli, Kocaeli, Mersin, Muğla, Niğde ve Tekirdağ) orman alanı azalmaktadır ve bu illerin büyük bölümü Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde yer almaktadır. Altmış ilde orman alanları artmakta iken, Ağrı ve Iğdır’da ise orman alanı miktarı değişmemiştir.

Orman alanı artışı söz konusu olduğunda, akla ilk gelen olgu ağaçlandırmalar olmaktadır. Zira orman alanlarının artışını açıklayan en iyi olasılık yapılan ağaçlandırmalar olmaktadır. Ne var ki, Türkiye için bu açıklama yeterli olmamaktadır. Gerek il düzeyinde gerekse ülke çapında meydana gelen orman alanı artışı ile ağaçlandırmalar karşılaştırıldığında, ağaçlandırmaların orman alanı artışının altında yatan temel etken olmadığı görülmektedir.

Türkiye, 1946 yılından beri düzenli olarak ağaçlandırma yapan, bu açıdan başarılı sayılabilecek bir ağaçlandırma ülkesidir. Tablo 4’te 1946 yılından 2018 yılı sonuna kadar yapılan ağaçlandırmaların çeşitli zaman dilimlerine dağılımı gösterilmiştir.

Tablo 4. Türkiye’de ağaçlandırmalar[7]

Ülke genelinde yapılan ağaçlandırmalarla orman alanı artışı karşılaştırıldığında ise şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır:

Tablo 5. Ağaçlandırmaların orman alanı artışını açıklayıcılığı

Diğer yandan, 2005-2015 yılları arasında orman alanı en fazla artan illerle bu illerde yapılan ağaçlandırma miktarları ise şu şekildedir:

Tablo 6. Bazı illerde orman alanı artışı ile ağaçlandırma miktarları (2005-2015)

Bütün veriler göstermektedir ki, Türkiye’de orman alanı artışının temel nedeni ağaçlandırmalar değildir. Orman alanı azalan illerin özellikleri göz önünde bulundurulduğunda, sosyo-ekonomik açıdan gelişmiş, nüfus artışının yüksek ve arazinin değerli olduğu illerde ormanlar yoğun baskı altında bulunmakta ve azalmaktadır. Buna karşılık, nüfus baskısının olmadığı, arazi değerinin düşük olduğu ve özellikle kırdan kente göç nedeniyle tarımın zayıfladığı illerde orman alanları artmaktadır. Bu nedenle, ülke genelinde orman alanı artışının en önemli nedeninin terk edilen tarım alanları ile otlatma yapılmayan otlakların kendiliğinden ormanlaşması olduğunu söylemek hatalı olmayacaktır. Bununla birlikte, ağaçlandırmalar da orman alanı artışını doğal olarak olumlu yönde etkiler. Fakat Türkiye’de tarihsel süreçte yapılan ağaçlandırmalar incelendiğinde son dönemde, başka bir deyişle, 2000’li yıllarda yapılan yıllık ortalama ağaçlandırmaların daha önceki yıllarda yapılan yıllık ortalama ağaçlandırmalardan daha fazla olduğunu söylemek olanaklı değildir. 2011-2018 döneminde görülen bir miktar artışın, yaşanan teknolojik gelişmeler ve ağaçlandırmalara karşı özellikle kırsal alanda görülen sosyal baskının azalışı da dikkate alındığında, çok anlamlı görülemeyeceği açıktır. Daha da önemlisi, orman alanı artışının ülkede yaşanan tarımsal gerileme ile bağlantılı olması, orman alanı artışından kaynaklanan sevinci gölgeleyici niteliktedir.

Orman alanının, yani yasal olarak orman sayılan alanların artması önemli olmakla birlikte, en az onun kadar ve hatta ondan daha önemli olan konu ise orman alanlarının niteliksel durumudur. Ne yazık ki, bu açıdan olumlu bir tablo görünmemektedir. Ülkemiz orman alanlarının, özellikle Batı ülkeleri ile kıyaslandığında, çok daha yüksek oranda doğal orman niteliği taşıdığını biliyoruz. Bununla birlikte, söz konusu doğal ormanlarımızı yeterince koruyamadığımızı söylemek zorundayız. Bu durumun temel nedenleri aşağıda birkaç başlık altında kısaca açıklanmıştır:

Ormancılıkla ilgili yasal düzenlemeler

Bu yazıda detaylarına girmek mümkün olmasa da Anayasa’nın 169. ve 170. Maddeleri ile Orman Kanunu’nun tepeden tırnağa gözden geçirilmesi ve yenilenmesi bir zorunluluktur. Özellikle dikkat edilmesi gereken noktalar, orman tanımı, orman tanımı dışında kalan alanlar, orman sınırları dışarısına çıkarılma, ormanların ormancılık dışı kullanımlara tahsisi ile ormancılık iş ve işlemlerinin nasıl yapılacağı konularıdır. Bu başlıklardan, ormanların ormancılık dışı kullanımlara tahsisi uygulamaları, günümüzde Türkiye ormanlarının en çok kanayan yarasıdır. Orman Kanunu’nun 16, 17 ve 18. Maddeleri ile Turizmi Teşvik Kanunu’nun 8. Maddesi gereğince devlet ormanlarında pek çok farklı işletmecilik uygulaması yapılabilmektedir. Bu uygulamalar, maden işletmeciliğinden turizm tesislerine, enerji tesislerinden ulaştırma altyapısına, katı atık bertaraf sistemlerinden içme suyu ambalajlama işletmelerine kadar çok geniş bir alana yayılmaktadır. Öyle ki, alelâde taş, kum ve çakıl üretim tesisleri bile maden işletmeciliği olarak kabul görmekte ve orman alanlarında yapılabilmektedir.

Şekil 2. Orman alanlarında verilen izinler (2015-2018)[8]

Görüldüğü gibi, orman alanlarının ormancılık dışı kullanımlara tahsisi konusunda ön plana çıkan faaliyetler madencilik ve enerji konularındadır.

Şekil 3. Orman alanlarında verilen izinler[9]

2018 yılı sonu itibariyle, orman alanlarında verilen izinlerin toplam alanı 676 bin 582 hektara ulaşmıştır. 2003 ve öncesinde verilen izinlerin toplamı 250 bin hektar civarındayken, o tarihten sonra hem verilen izin sayısında hem de alan olarak çok ciddi bir artış yaşanmıştır. Bu artışta, madencilikle ilgili verilen izinlerin payı yüksektir. 2004 yılında Maden Kanunu’nda yapılan değişiklik, bu açıdan bir dönüm noktası olmuş, kanunun değiştirilen 7. maddesi ile maden arama ve çıkarma faaliyetlerinin önünde engel olarak görünen ormanları ve doğayı koruyucu düzenlemeler bertaraf edilmiştir.

Orman Kanunu başta olmak üzere, ilgili yasal düzenlemelerde sık sık yapılan değişiklikler, genel olarak ormanların koruyucu ve ekolojik işlevlerini göz ardı eden, ormanı yalnızca ekonomik bir üretim alanı olarak gören anlayışın ürünüdür. Bu anlayışın ülke ormanlarına vermekte olduğu zarar uzun yıllar telafi edilmesi güç yıkımlar yaratacaktır. Öyle ki, bu düzenlemeler Anayasa’daki temel kurallara bile aykırı yapılabilmekte ve bunda hiçbir sakınca görülmemektedir. Örneğin, 2018 yılında 7139 sayılı yasanın 17. Maddesi ile Orman Kanunu’na sokulan Ek Madde 16 Anayasa’nın 169. Maddesine tartışmaya mahal vermeyecek ölçüde aykırıdır. Söz konusu ek madde ile kamuoyunda 2b olarak bilinen ve orman sınırları dışarısına çıkarılan alanlara, yasal tanımı 2b olmasa da yepyeni alanlar eklenmeye başlanmıştır.

Ormancılığın örgütünün siyasallaşması

Türkiye’de ilk ormancılık örgütü 1839 yılında kurulmuştur. Elbette, bugünkü anlamda bir örgütten söz edemesek de, o örgüt (Ticaret Bakanlığı’na bağlı Orman Müdürlüğü) bugünkü temel ormancılık teşkilâtı olan Orman Genel Müdürlüğü’nün çekirdeğini oluşturur. Zaman içerisinde örgüt yapısında değişiklikler olmuş, özellikle 1982 yılında Orman Bakanlığı’nın kapatılarak Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı ile birleştirilmesinden sonra, ormancılık örgütü ile ilgili düzenlemeler istikrara kavuşmamış, sürekli değişikliklere gidilmiştir. Öyle ki, son değişikliğin üzerinden henüz bir yıl geçmişken, ormancılık örgütünü yeniden şekillendirecek bir kararname taslağı bugünlerde konuşulmaya başlanmıştır.

Diğer yandan, son dönemde (2000’li yıllarda) ormancılık örgütündeki atama ve yükseltmeler, sıkça vurgulanan liyakate göre değil, bütünüyle siyasal ve cemaatçi kriterlere göre yapılmıştır. Binlerce deneyimli orman mühendisi pasif görevlere çekilmiş, rotasyon uygulamasıyla teknik personelde ciddi motivasyon kayıpları yaşanmıştır. Yine 2018 yılında yapılan değişiklikle, personel alımında mülakat uygulamasına dönülerek âdil olmayan, kayırmacı personel seçimi kaygıları alevlendirilmiştir.

Bir başka konu da ormancılık örgütünün yıllardır eksik kadro ile işlerini yürütmeye çalışmasıdır. Bugünlerde ilanı yapılan yeni personel alımları kanayan bu yaraya bir nebze merhem olacak olsa da, orman mühendislerinin bile sözleşmeli olarak atamasının yapılacak olması çok farklı açılardan büyük sakıncalar doğuracaktır.

Ormanlar üzerinde üretim baskısı

Daha önce de vurgulandığı gibi, ormancılığa egemen olan anlayış ormanların toplumun tamamına yönelik koruyucu ve ekolojik işlevlerine odaklanmaktan çok, onları toplumun belirli kesimlerine yönelik ekonomik bir gelir kaynağı olarak görmektedir. Orman alanlarının ormancılık dışı kullanımlara tahsisi, bu anlayışın tipik sonuçlarından biriyken, kalan orman alanlarında daha fazla odun üretimi yapılması çalışmaları da bir diğer tipik sonucudur. Bu amaçla 2019 yılında 700’ün üzerinde yeni orman işletme şefliği kurulmuş ve 1000’in üzerinde orman mühendisi ile farklı türlerde personel alımının ilanı yapılmıştır. Kuşkusuz, bağımsız olarak bakıldığında, bunlar güzel adımlardır. Fakat her iki uygulamanın da odun üretimini artırmak amacıyla yapıldığı düşünüldüğünde, Türkiye ormanlarını yeni bir felaketin beklediğini görmekteyiz. Öyle ki, malî onayları alabilmek için Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından bu iki uygulamanın bütçeye getireceği yükün odun üretiminin artırılması yoluyla giderileceğinin garanti edildiği konuşulmaktadır. Yaşanan döviz dalgalanmaları nedeniyle ithal odunun maliyetleri artırıcı etkisinden sıkıntı çeken orman endüstrisinin baskısının ormancılıkta karar vermede temel etken olması kabullenilebilir bir durum değildir.

Yanan ormanlar

Orman yangınları konusunda büyük bir kafa karışıklığı bulunmakta, doğrular ve yanlışlar birbirine girmektedir. Tekrara düşmemek amacıyla kısa sürece önce beş uzman akademisyen tarafından konu ile ilgili olarak yapılan Ormanın Çağrısı’nı[10] okumakta ve bunun üzerinde düşünmekte yarar bulunmaktadır.

Korunan alanların korunamaması

Türkiye’nin korunan alan faaliyetleri ormancılık örgütü eliyle başlatılmıştır. 1924 yılında çıkarılan Orman Kanunu’nda bazı orman alanlarının muhafaza ormanı olarak ayrılması öngörülmüş fakat 1950 yılına kadar uygulamaya aktarılamayan bu niyet o yıl Belgrad Ormanı’nın Muhafaza Ormanı olarak ilan edilmesiyle hayata geçmiştir. 1956 tarihli 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 25. Maddesi “Millî Park” kavramını ülkemize sokmuş ve 1958 yılında Yozgat Çamlığı Türkiye’nin ilk millî parkı ilan edilmiştir. Bugün gelinen noktada, korunan alanlar farklı yasal düzenlemeler altında farklı örgütler tarafından yönetilen karmaşık bir sistem hâline gelmiştir. Ne var ki, korunan alan sayısını ve kapladığı alan miktarını artırmak başlı başına hiçbir şey ifade etmemektedir. Yine 2000’li yıllardan itibaren sayısı hızla artan sistemde yer alan ve korunmaya alınan tabiat parklarının çoğu eski orman içi dinlenme (mesire) yeridir ve işlevsel olarak kesinlikle korunan alan değillerdir. Tabiat parkı uygulaması, geçmişten beri nitelikli korunan alan özelliği gösteren Abant Gölü gibi özel alanlara da zarar vermeye başlamış, bu alanların işletmeciliği yerel yönetimlere ve özel girişimcilere devredilerek koruma kaygıları bir kenara itilmiştir. Millî parkların büyük çoğunluğunda koruma açısından sorunlar yaşanmakta ve bu sorunlara sağlıklı çözümler geliştirilememektedir. Korunan alan yönetiminde de doğanın ekonomik bir gelir kaynağı olarak görülmesinin yarattığı sorunlar ciddi boyutlara ulaşmıştır.

Özetlemek gerekirse, Türkiye’de ormanların ve ormancılığın sergilediği tablo iç açıcı değildir. Bu ifade, hem ormanlar hem de ormancılık açısından doğru ve iyi uygulamaların olmadığı anlamına gelmez. Ne var ki, sorunlu yönler ön plana çıkmakta ve geleceğimiz açısından kaygılandırıcı bir tablo oluşturmaktadır. Bu nedenle, yasal düzenlemeler ve örgüt yapısından başlamak üzere, Türkiye ormancılığının ciddi bir revizyona ihtiyaç duyduğu açıktır. Ancak bu revizyon mutlaka konunun bütün taraflarının katılımıyla ve ortak akılla yapılmalıdır. Yoksa, bugünkü gibi kapalı kapılar arkasında, sadece belirli kesimlerin çıkarı gözetilerek ve ormancılık bilimi dışlanarak atılacak hiçbir adımın ormanlara ve ormancılığa katkısı olmayacaktır.

 

 

* Görsel: Manuelo Nececco

* Doç. Dr. Cihan Erdönmez: İstanbul Üniversitesi-C Orman Fakültesi Öğretim Üyesi

[1] Herkes sevdiğini söyler ama gerçekten sever mi? Buna şimdilik girmiyoruz.

[2] Bu konunun detayı için şu yazımı okuyabilirsiniz: https://yesilgazete.org/blog/2016/03/22/genc-ormanciya-dersler-pirinc-taneyle-satilmaz-orman-agacla-sayilmaz-cihan-erdonmez/

[3] Türkiye’de ilk orman okulu 1857 yılında açılmıştır. Bu okul bugünkü İstanbul Üniversitesi-C Orman Fakültesi’nin temelidir.

[4] FAO, 2015. Global Forest Resources Assessment.

[5] Şekil Orman Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanmış, OGM web sayfasından alınmıştır.

[6] Günşen, H.B., Atmiş, E. 2019. Analysis of forest change and deforestation in Turkey. International Forestry Review Vol. 21(2), 182-194.

[7] Orman Genel Müdürlüğü istatistiklerinden derlenmiştir.

[8] Orman Genel Müdürlüğü verileridir.

[9] Prof. Dr. Doğanay Tolunay tarafından hazırlanarak sosyal medyada paylaşılmıştır (https://twitter.com/DoganayTolunay/status/1161324454808629248?s=19 )

[10] Çağrıya şu adresten ulaşılabilir: http://oksijen.ist/blog/ormanin-cagrisi