Kürt edebiyatının öykülerinde biraz dolaşalım mı?

12 yazar. Onlar, öykülerini anadillerinde, yani Kürtçe olarak yazıyorlar. Ve şimdi Ercan y Yılmaz'la Şêxo Fîlîk'in çalışmasıyla hepsi çağdaş Kürt edebiyatı seçkisinde Türkçe olarak bir araya geldi: Biraz Dolaşacağım...

23 Haziran 2016 14:00

Kürtçe yazan öykücülerden bir öykü seçkisi Biraz Dolaşacağım.  

Yazarları da, bugün büyük çoğunluğu Türkiye’de yaşayan, Kürtçe yazan öykücüler: Mehmet Dicle, Helîm Yusiv, Bawer Rûken, Amed Çeko Jiyan, Brahîm Ronîzêr, Fatma Savcı, Mihemed Şarman, Lorîn S. Doğan, Sîdar Jîr, Lokman Ayebe, H. Kovan Baqi, Yaqob Tilermenî… Kitabı yayına hazırlayan, editoryal çalışmasını yapan, Ercan y Yılmaz. Öyküleri Yılmaz'la birlikte seçen ve Türkçeye çeviren ise Şêxo Filik.

Can Yayınları etiketiyle Türkçe raflarına girmiş önemli bir çalışma Biraz Dolaşacağım. Güzel şeylere de vesile olacak şüphesiz. Söyleşinin yayın tarihini beklerken öğrendik ki bu yazarlardan bazılarının kitapları Türkçeye çevrilmek üzere çalışmalara başlanmış bile... Bu haber şüphesiz daha da önemli kılıyor çalışmayı. Çalışmanın başlıbaşına önemini ve verilen emeği görmezden gelmek olmazdı. Ercan y Yılmaz ve Şêxo Filik'le hem kitabı, hem içinde bulunduğumuz ve bizi, hepimizi bağlayan birçok şeyi edebiyatı merkeze alarak sorduk... 

Kitabın adı ve böyle bir çatışmalı dönemde çıkmış olması çok güzel. Nasıl oluştu “Çağdaş Kürt Edebiyatı Öykü Seçkisi” yapma fikri?

Ercan y Yılmaz: İki senelik yoğun bir çalışmanın ürünü. İki genç editör arkadaşımla bir sohbetimizde Kürtçeden çeviri öykü fikrini konuştuk. Bunu aynı zamanda öykü yazarı olan arkadaşım Şêxo Fîlîk’le de paylaştım. Ve o dakikadan başlayarak projeyi şekillendirmeye çalıştık. İki ay içerisinde fikir sabitlendi. Kısa bir öykü seçkisi olacaktı. Bu kısa seçkiyi Kürtçe öyküde Türkçe bir gezinti olarak düşündüğümüz için, Biraz Dolaşacağım ismi Helîm Yûsiv’ın öyküsünün içinden kendini kapağa attı.

İtiraf etmeliyim ki bu seçkiyi okumaya başlayınca, söz konusu Kürtler ve Kürt öyküsü olduğu için öykülerin arka planın daha çok “politik zeminden” el alan öykülerle karşılaşacağımı umuyordum. Ama öyle olmadı, sanki “politik arka plânı” olan öykülerden özellikle kaçınmışsınız gibi... 

EyY: Aksine, politik arka plânı olan öyküleri önemsedik, kesinlikle bu öykülerden kaçınmadık. Politik zeminin/sorunun naif dokunuşlar şeklinde yer edindiği öyküler de var seçkide. Bu konuda çok başarılı ürünler. İlkin 40 öykülük bir seçki düşündük, sonra 20’ye düştü bu. 20’den de 12’ye... Tamamiyle öykü ve edebiyat dinamikleriyle hareket ettik. Politik bir talep ya da bir tabumuz söz konusu olmadı. Bu 12 öykü, ilk belirlediğimiz 40 öykünün en iyisidir anlamına gelmiyor. Böyle algılanırsa üzülürüz. Çok iyi öykülerdi hepsi.

Şêxo Fîlîk: Söyleyecek hiçbir şeyi olmadığı halde sırf ‘politik’ diye bir öyküye yüz vermekten daha yanlıştır, sağlam bir öyküye sırf ‘politik’ diye sırt çevirmek.

Gelgelelim öykülerin çoğunluğu politik zemine yaslı öykülerdi, bana sorarsanız. Yer yer göndermelerle, çeşitli metaforlarla da harcı sürekli karılan bir zemindi bu, üstelik. Ha şu var; eğer ki ‘umuyordum’dan kastınız, ‘sanmak’ ise bu konuda yalnız değilsiniz. Evet, birçok okur, öykülerin birer örgüt manifestosu gibi olacağını ya da bir propaganda metni gibi yazıldığını sanmış, öyle düşünmüş. Sanırım her ‘sanış’ biraz ‘sanılan’ şeyden alır gıdasını ve bahsini ettiğimiz şey yediden yetmişe politize olmuş bir halkın öyküsü…

 

Biraz Dolaşacağım, Kolektif, Can YayınlarıÖyküleri ve öykücüleri seçerken nasıl kıstaslarınız vardı?

EyY: En önemli kıstasımız, iyi öykü olmaları. Daha ince bir seçki olması fikrini Şêxo ile paylaştım. Asıl zor iş bu noktadan sonrasıydı. Çok iyi yazarlar, çok iyi öykülerle karşı karşıyaydık. Yukarıda da belirttiğim gibi 40 iyi öyküden 12 öykü seçmek bizi tabii ki zorladı. Yeni kriterler belirledik. Türkçede daha önce yayımlanmayan yazarlara ağırlık verdik. Çoğunluğu genç öykücüler olsun istedik. Öykülerde farklı anlatım tekniklerini ön planda tuttuk. En sonunda 12 öyküye indik. Diğer öyküler için de çalışmaya başladık. Onlar da Türkçede yayım imkânı bulacak.

Çevirilere gelelim. Şêxo, doğal olarak şimdi en çok sana söz düşüyor. Biraz çeviri sürecinden bahseder misin?

Ş.F: Öykülerin çevirisi bu projeden öncesine dayanan çok uzun bir süreci kapsıyor aslına bakarsanız. Şöyle ki; kendi okumalarım esnasında zamanla iyi öyküyü; okunmadan geçilmeyecek öyküler ve okunup geçilmeyecek öyküler diye iki kategoriye ayırdım kendimce. Birinci kategori öyküleri –adı üstünde- mutlaka ama mutlaka okunması gereken öyküler; ikinci kategori ise –bizi ilgilendiren öykülerdir aynı zamanda- okunularak hakkı verilmeyen öykülerdi. ‘Okunarak hakkı verilmeyen öyküyü ya okumamalı ya da çevirmeli’ diye bir atasözü yoksa bu atalarımızın eksikliği olabilir… 

Bir süre sonra durup geriye baktığımda Kürtçeden Türkçeye 20 kadar; bir o kadar da Türkçeden Kürtçeye çevrilmiş öykü buldum. Ercan böyle bir fikirle geldiğinde ise oturup uzun bir masa başı çalışması yaptık ve yaklaşık 40 tane Kürt öykücü çıkardık… 

Sen, bu yazarların tüm öykülerini biliyor muydun?

Ş.F: Evet. Öyküleriyle seçkide yer bulan öykücülerin hemen hemen tüm öykülerini okumuştum, biliyordum. Çalışmanın ta başından beri, gerek dost sohbetlerinde, gerek katıldığım söyleşilerde veya programlarda ne zaman ki konu seçkiden açılsa sürekli şunu vurguladım; ‘Seçki, Kürt öyküsünün TOP10’u olmadığı gibi, yazarın çevrilen öyküsü de o yazarın en iyi öyküsü değildir.’ Böyle bir çalışmanın içinde olmaya karar verdikten sonra Ercan ile kitabın konsepti üzerinde uzun tartışmalarımız, fikir alışverişlerimiz oldu. Gerisini artık benim veya Ercan’ın veya bir başkasının beğenisi, arzusu değil; tamamıyla konsept belirledi. Seçkide neden A öykücüsü yer buldu da B öykücüsü yer bulamadı sorusunun cevabı da ‘konsept’ oldu; C öykücüsünün neden X adlı öyküsü değil de Y adlı öyküsü yer buldu sorusunun cevabı da ‘konsept’ oldu.

Kürtçeden Türkçeye çevirinin zorlukları peki?

Ş.F: Zorlukları oldu şüphesiz ancak kolaylıkları da olmadı değil. Çevirinin kendisi zaten başlı başına meşakkatli ve sanıldığından çok daha karmaşık bir olgu. Bu anlamda çeviri olgusunun kendi içinde barındırdığı tüm zorluklardan geçiyorsun bir kere. Sonra artık kaynak dil ile amaç dil arasındaki yapı farklılıklarından kaynaklanan zorluklar… Nedir bunlar? Bir kere, her dilin kendine özgü vurgu ve ritim değerleri vardır. Türkçe hece zamanlı bir dildir, diyor Prof. Dr Mehmet Demirezen, Çeviride Kayıplar Sorunu adlı makalesinde. Buna karşılık Kürtçe daha çok vurgu zamanlı bir dil olduğundan söz konusu her iki dilde sesler ayrı değerlerde duyuluyor ve çeviride ses-vurgu kaybını en aza indirme çabası ister istemez uğraştırıyor. Yine kaynak dil ile amaç dil arasındaki (Türkçe-Kürtçe) sözdizimsel farklılıktan kaynaklanan zorluklar; Türkçe ‘özne-nesne-eylem’ yapısındayken Kürtçenin bu yapıya bağlı olmayışı… Ve en önemlisi de öykülerde geçen eğretilemeler ile kalıplar…

“Yayına Hazırlayan” ve “Çevirmen” olarak nasıl bir çalışma içine girdiniz?

EyY: 6 senedir düzenlediğimiz Şerzan Kurt Öykü Ödülleriyle beraber Şêxo ile aramızda bir ortak çalışma kültürü gelişti. Onun için birbirimizin edebiyatını, çalışma prensiplerini çok iyi biliriz. Seçkiyi hazırlama sürecinde sık sık bir araya geldik. Telefon, mail trafiği ile iyice yorduk birbirimizi. Seçki son hâlini aldığı güne kadar, seçkiyi noktasından virgülüne değin tartıştık. Üzerinde fikir birliğine varmadığımız bir nokta bile olmadı.

Ş.F: Ercan’ın yaptığı tespite ben de katılıyorum. Şerzan Kurt Öykü Ödüllerinde uzun zamandır birlikte yer almış olmanın aramızda bir çalışma kültürü, bir çalışma disiplini yarattığı konusuna da katılıyorum, bu çalışma kültürünün işimizi kolaylaştırdığı gerçeğine de... Başından sonuna kadar yorucu, zahmetli ve bir o kadar da stresli olan bir çalışmayı belki de ‘katlanılabilirden’ ziyade keyifli kılan şey tam da Ercan’ın bahsini ettiği o eş güdüm, o uyumdu aslında.

Kitabın arka kapak yazısında “Ülkemizde öykünün bugün geldiği noktanın tüm olanaklarını Kürtçeye taşıyor”lar deniyor. Bir denklik sorunu var bu cümlede, bir eşitsizlik hâli. Türkiye'de yaşayan Kürtçe yazan öykücülerin ilk durağının Türkçe edebiyat olduğu kuşkusuz doğrudur, ancak “ana durak” burası mıdır?

EyY: Kitabın arka kapak yazısı yayınevine ait. Ben, bazı konuların sadece yayınevine kalması gerektiğini düşünenlerdenim: Kapak, arka yazı gibi… Burada yazarın çok önemsediği bir hassasiyeti haricinde yazarın kitabın yapımına müdahalesini yayımcılık işindeki insanlara bir haksızlık olarak görüyorum.

Evet, söz konusu metinde, Türkçe öyküyü merkeze alarak seçkideki öyküler için bir değerlendirme yapıldığı doğrudur. Ama yayınevi okurlarına, Türkçe okurlarına, bu seçkiyi anlatırken tabii Türkçe öykü üzerinden bakacaktı. Bu konuda bir denklik sorunu görmüyorum. Tanıtım ve reklam olgusu bunu gerektiriyor.

“Ana durak” meselesine gelince… Ortak bir coğrafyadan söz ediyoruz. Türkçe, Kürtçe için bir ana duraksa aynı zamanda Kürtçe de Türkçe için bir ana duraktır. Bunu coğrafî birliktelikle de açıklamak mümkün.

Şêxo Fîlîk (solda), Ercan y Yılmaz (sağda)

Türkçe öyküde bu denli ve belirgin “doğa ve hayvan” tasviri yok, fakat bu seçkide görüyoruz ki Kürtçe öyküde var... Bu genel bir hâl mi?

Ş.F: Kürt edebiyatının tümüne genellemek doğru olur mu bilmiyorum ama bir imge olarak, bir anlatım olanağı olarak doğaya başvurulduğu, doğanın kullanıldığı ve pek çok meseleye doğa üzerinden değinildiği yapıtlar az değil. Bir resimdir kimi zaman bu yapıt; kimi zaman bir roman, bir öykü veya bir dengbêjên stranıdır…

Yazarın, sanatçının anlatı evrenini onun imgelemi, dili kullanma gücü ve yaşama bakış açısı belirler iddiası doğru ise; Kürt edebiyatında doğa kadınlaştırılmış, kadın kutsanmıştır, demek yanlış olmaz

Savaş ve yıkım zamanlarında, insanların yurdundan edilişi erozyona uğrayan verimli bir toprağa benzetilir söz gelimi. Tekrardan hayata tutunmalarını ise toprağı gevşeyen, köklerinin hava almaya başlayıp kurumaya yüz tutmuş bir ağacın toprağa tutunmaya çalışması gibi betimlenir. Kapitalist dünya düzeninin bireyselleştirmeden yalnızlaştırdığı insanın zamanla yaşamın kıyısına vuruşun da bile yine bahsini ettiğiniz duruma rastlamak mümkün.

Bana kalırsa bunda, Kürdistan’daki doğa ile insan yaşamı arasındaki paralelliğin etkisi söz konusu.

Bana kalırsa bu “öykü seçkisi” aynı zamanda Kürtlerin de öyküsü, çünkü “parçalı” bir seçki. Irak, İran ve Sovyet Kürt öykücülerinin olmadığı, Suriye Kürtlerinden de bir tek Helîm Yûsiv'un olduğu, daha çok Türkiye'de yaşayan Kürt öykücüler var seçkide. Kasıtlı bir seçim anladığım kadarıyla...

EyY: Şêxo ile ilk görüşmelerimizde Zazakî ve Soranî öykülerinden seçki için öykü alıp almamayı tartıştık. Sadece Kürtçenin Kurmancî lehçesinden öyküler seçmeye karar verdik. Ama sonraki zamanlarda geniş ve yetkin bir grupla bu konuda çalışma imkânı bulabiliriz. Talepler de var. Bakalım.

Bir okur olarak aslında “dört parça”da ve Avrupa'da yaşayan Kürt öykücülerin öykülerini okuma ve karşılaştırma olanağını, benzerlikleri ve farklılıkları birarada görmek isterdim. Daha sonrasında bu seçkinin genişletilmesi mümkün mü ya da var mı böyle bir proje?

EyY: Kesinlikle biz de çok istedik. Biraz Dolaşacağım’ı bir kısa bir gezinti olarak düşündük, ilk gezinti… Tabii karşılıklı turlarımız, daha uzun seyahatlerimiz devam edecektir.

Mehmed Uzun'un “Kürt Edebiyatı Antolojisi” ve Selim Temo'nun “Kürt Şiiri Antolojisi” ve belki bir iki kaynak dışında Türkiyeli Kürtçe okuyamayan okur için bir veri yok elimizde bildiğim kadarıyla. Senin bildiğin önerebileceğin kaynaklar var mı?

Ş.F: Kürt edebiyatı hakkında fikir edinmek için yararlanılacak kaynak sayısı maalesef ki dediğiniz gibi çok çok sınırlı. Kaynak kitap, sanırım saydıklarınız kadar daha fazlası şu an benim de aklıma gelmiyor. Belki bir veya iki tane de roman veya öykü çevirisi olmuştur, o kadar. Bu alanda ciddi bir çalışmanın olmadığı bir gerçek.

Tavukları birbirine karışan” iki halktan söz ediyoruz. Türkçe edebiyat dünyasının Kürtçe edebiyata ilgisiz olduğunu altını çizerek söylersek senin yorumun ne yönde olur?

EyY: Türkçe edebiyat dünyası Türkçe edebiyata da ilgisiz. Sürekli yakındığımız bu ama yakınmaktansa bu ilgiyi artırmaya yönelik çalışmak daha mühim. Bunun fanzinlerle sağlanabileceği konusunda öngörüm var. Bu da yeni bir dergi/fanzine göz kırpma olarak burada dursun.

Ş.F: Belki de söz konusu tavukların sahipleri arasındaki hukukun adını koymak gerek önce. Ya da şimdiye kadar adı konmadıysa bu hukukun, tavukları ayırmaktır belki de mantıklı olan. Hayal kırıklığının büyüklüğü ‘beklenti’yle doğru orantılıymış. Bende bu anlamda en küçük bir hayal kırıklığı yok. Bu durum, tarihime, coğrafyama, varoluşuma ilgisiz kalınmasından, görmezden gelinmesinden aşina geldiği için bana, edebiyatıma ilgisiz kalınması beni kesinlikle demoralize etmiyor.

Peki yaşadığımız bu çatışmalı dönem özellikle bölgede yaşayan edebiyat alanında ürünler veren yazar ve çevirmenleri nasıl etkileyecek? 90’lar nasıl etkilemişti mesela...

EyY: Etkisinden söz edecek kadar dönemden uzaklaşmadık. Yaşasalardı, herbirinin çok iyi yazar, ressam, şair, çevirmen, sinemacı, kuramcı ve eleştirmen olacağına inandığımız o çocukları, dünya kaybetti. Ve tabii bu, dünya edebiyatı için büyük kayıp bu ama aileleri ve sevenleri için çok daha büyük bir kayıp!

Ş.F; Hayatta kalabilme mücadelesinin verildiği bir atmosferde edebiyat, sanırım lüks bir uğraş sayılacak. Çok da idealize etmemek gerek belki bazen… Realist düşünmek, gerçekçi yaklaşmak olaya, olduğu gibi… Çünkü sadece maneviyatına kastetmiş (psikolojiden, kültüre kadar) bir tehlikenin karşısında direnebilmenin, dimdik ayakta durabilmenin belki en etkili yolu, en güzel cevabıdır kaleminle beyninle savaşmak. Ancak maneviyatın yanında fiziki varlığına, doğana kastetmiş bir tehlikeyi betimleyerek bertaraf edemezsin. Tamamıyla varoluşsal yani…