"İttı̇hat ve Terakkı̇’nı̇n kanatları altında"

Mehmet Şenol'un Gayriresmi Futbol Tarihi adlı incelemesi Mundi Kitap tarafından önümüzdeki günlerde yayımlanacak. Kitaptan kısa bir bölümü Tadımlık olarak sunuyoruz...

07 Kasım 2020 17:13

Tam da bu noktada, Türkiye futbol tarihinin enine boyuna hemen hiç araştırılmamış, incelenmemiş, “perde arkasında kalmış” bölümüne geçmek istiyorum.

Futbolun ülkede doğum yılları olan 1900’den başlayıp Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen o 23 yıllık dönem...

Bu döneme damgasını vuran esas aktör kim derseniz, biraz tarih bilen herkes aynı cevabı verir: İttihat ve Terakki.

Abdülhamid’e karşı gizlice başlayan, öncelikle entelektüeller, okumuşlar, askerler, öğrenciler arasında giderek büyüyen ve 1908’de Meşrutiyet Devrimi’yle müthiş bir başarıya ulaşan İttihat ve Terakki’nin gücünün yoğunlaşma dönemi, tam da kulüplerin kuruluş ve ilk günlerine denk geliyor.

Öyle bir etkisi var ki, çok geniş bir araştırma konusu, onlarca kitap yazılabilir. Oysa kulüplerimizin tarihlerinde adeta “yok”tur İttihat ve Terakki etkisi. O kitaplara bakılırsa, tarih gençlerin spor yapma çabalarının lineer bir akışından ibarettir. Birçok soru yanıtlanmaksızın açıkta kalır bu bakış açısında. Sorulara örnek vereyim.

1907’de kurulan Fenerbahçe 1912’ye kadar âdeta kapanmakla yüz yüzeyken nasıl olup da kendini toparlayabilmiştir?

Her ne kadar bir kısmı varlıklı aile çocukları da olsa, Galatasaray’ı kuran gençler, nasıl olup da Fenerbahçe semtinin en güzel villalarından birine, denizcilik merkezi olarak sahip çıkabilmişlerdir?

Nasıl olabilmiş de bu paraları sınırlı gençler İnci gibi, Belkıs gibi muhteşem, bugünün yatlarına eşdeğer teknelere sahip olabilmişlerdir?

Bilinmez, kitaplarda yer almaz ama örneğin Fenerbahçe 1907’de kurulmasına rağmen İstanbul Ligi’ne ancak Meşrutiyet’in ilanından sonra katılabilmiştir.

O kadar zor durumdadır ki, ligdeki ilk yılında gerçekten çok başarısızdır. Üstelik sağdan soldan topladığı futbolcularla var olma savaşı vermektedir. Örneğin, 12 Ocak 1911 tarihli, genel sekreter Ayetullah Bey imzalı Fransızca bir mektup, İstanbul Limanı’ndaki İngiliz Imogene gemisinden takıma beş kişinin “takviye” edildiğini gösteriyor.

İstanbul kulüplerinin tarihinde 1911 kritik yıl olarak göze çarpıyor. Bu yıl, 1908 devriminin ardından giderek ön plana çıkmaya başlayan İttihat ve Terakki hareketinin artık iktidara tam olarak el koyduğu yıl. II. Abdülhamid’i tahttan indirdikten sonra kontrol artık onlarda.

İşte kulüpler tam da o dönemde “palazlanmaya” başlıyor... Hevesli gençlerin toplandığı ve bu oyunu ilk kez oynayan, özellikle Rum ve İngiliz asıllı arkadaşlarıyla hep birlikte oynamaya çalıştıkları görece barış dönemi geride kalıyor.

İttihat ve Terakki’nin giderek “ırk”sallaşan, millileşen bakış açısı futbolu da esir alıyor. Osmanlı anasırları giderek geri plana çekilmeye başlıyorlar, çayırlardan, çimlerden uzaklaşıyorlar. Korku iklimi hâkim oluyor.

Tam da burada çok dramatik bir “değişimi” anlatmamız şart. Galatasaray’ın kurucuları meselesi...Üzeri her zaman özenle örtülen ama dönemin giderek artan “millici” ortamını anlatabilecek belki de en iyi örneklerden biri tam da bu belki de.

Mekteb-i Sultani talebeleri, bir takım kurduklarında Osmanlı İmparatorluğu dönemiydi ve özellikle İstanbul’da imparatorluk topraklarında yaşayan herkes Osmanlı anasırı idi. Yani köken olarak bugün bir “ülke” olarak gördüğümüz başka topraklarda doğsalar da, o “yerel” dili konuşsalar da Osmanlı vatandaşlarıydı.

Ve özellikle Mekteb-i Sultani’de okuyan, bu konumda olan epey öğrenci vardı.

Bulgar vardı, Sırp vardı, Karadağlı vardı.

Şimdi aşağıdaki sayfadaki fotoğrafa bakalım. Bu, Galatasaray’ın elimizde bulunan ilk takım fotoğrafı.

Bu fotoğrafta tam 16 kişi var. Sol üstten başlayarak: Mazhar, Asım Tevfik, “Sütçü” Milo, Refik Cevdet, Boris Nikolof. Orta sıra: Abidin, Tulyos, Bekir Sıtkı, Nuri, Kürt Celal, Kamil. Oturanlar: Tahsin Nahit, Ali Sami, Emin Bülend, Reşat, Küçük Ali.

Görüldüğü gibi, Milo (Bakiç), (Boris) Nikolof, (Ullah) Tulyos var bu fotoğrafta.

O döneme ait diğer takım fotoğraflarında da başka “yabancı” isimler var. Milo Bakiç, Pavle Bakiç, Nikolof, Setrak Darjantiyan, Tullius, Kiril (Dubçev), Ahmet Robenson, kardeşi Abdurrahim Robenson, Bojkoff, Kiril, Muttalip...

Beyoğlu’ndaki Galatasaray Müzesi’nin arşivinde, 1900’lü yılların tüm maçlarını, skorlarını, oynayan oyuncuları, skorları, gol atanları, büyük bir titizlikle deftere işleyen Ali Sami yadigârı paha biçilmez kayıtlar var. Bu tarihî kayıtların bir kısmını bu bölümün fotoğraf ekine aldım. Bu isimler, Galatasaray’ın ilk döneminin futbolcuları. Bazı isimler ilk takımda yer alanlar, yani kurucular...

Milo ve Pavle, Karadağlı. Nikolof ve Belçev, Bulgar uyruklu. Robenson kardeşler, İngiliz vatandaşları. Tullius, Rumen. Muttalip ise Endonezyalı.

Geniş bir coğrafyaya yayılmış, kozmopolit yapıdaki Osmanlılığın bir parçası olarak, Galatasaray tarihinin onur duyması gereken, gelenekleri arasında saydığı çok kültürlülüğün, açık bakış açısının simgeleri bunlar. Ama işte bazen bunlar sadece laf olarak kalabiliyor.

Kurucular konusuna şimdi girebiliriz. Galatasaray’ın kurucusu, 1 No’lu üyesi olan, yıllarca başkanlığını yapan Ali Sami Yen, kendi elyazısıyla yazdığı kuruluş yıllarına ait anılarında 1905 yılında kulübün 13 kişi tarafından kurulduğunu yazar ve her birine numara verir.[1] Buna göre ilk kurucular şunlardır:

1-Ali Sami Yen 2-Asım Sonumut 2-Emin Bülent Serdaroğlu 4-Celal İbrahim 5-Boris Nikolof 6-Milo Bakiç 7-Pol Bakiç 8-Bekir Bircan 9-Tahsin Nahit 10-Reşat Şirvani 11-Hüseyin Hüsnü 12-Cevdet Kalpakçıoğlu 13-Abidin Daver.

Ancak 1913 yılında, Ali Sami Bey kayıtlarda değişiklik yapıyor. Daha doğrusu, kurulan tüm derneklere kuruluş beyannamesi bildirme zorunluluğu getirilince, Beyoğlu Mutasarrıflığı’na gönderdiği beyannamede toplam 55 olan üye sayısını 18’e indiriyor. Tahsin Nihat gibi, Hüseyin Hüsnü gibi başka kulüplere gidenlerin, istifa edenlerin yanında, 5, 6 ve 7 numaralı kurucular, yani Boris Nikolof, Milo Bakiç ve Pol (Pavle) Bakiç de siliniyor tarihten.[2]

1913, İttihat ve Terakki’nin artık her şeye el koyduğu yıllar. Milliyetçiliğin, Türk (ve Müslüman) olmayanların giderek “düşman”laştırıldığı dönem... Balkan Savaşı...

Nikolof ki Galatasaray’ın takım kaptanı. Milo ve Pavle ki ilk maçımızdaki sağ ve sol kanat defans oyuncuları.

Yıllar sonra Galatasaray başkanlığı da yapan Adnan Akıska, kendisine verilen görevle, listeler üzerinde ayrıntılı bir araştırma yaparak ilk dönemde ismi listelerden silinen tüm isimleri ortaya çıkarmış. (Bkz: Bölüm fotoğraf eki)

Görüldüğü gibi, bütün “Türk” olmayanlar gitmiş, çünkü Osmanlı’nın son dönemlerinde, özellikle Balkan Savaşı sonrası oluşan büyük travma, Türkçülük, milliyetçilik akımını güçlendiriyor. Aslında Galatasaray kurucularının listelerden “yok olması”nın pek konuşulmayan ve yazılmayan zorlu, kavgalı ve sıkıntılı bir sürecin sonunda olduğunu bugün biraz daha yakından geriye baktığımızda anlıyoruz.

Başlangıçta var olan bu kozmopolitliğin, giderek güçlenen milliyetçileri rahatsız ettiği çok açık. Üstelik 1 numaralı kurucunun bizzat kendisi Arnavut kökenli. Sadece İstanbul’da değil, Galatasaray takımı içinde de esiyor bu güçlü rüzgâr elbette...

Galatasaray’ın pandora kutularından olan ve daha yakından bakılması, incelenmesi gereken figürlerinden olan Aydınoğlu Raşit Bey, kulüp içinde isyan bayrağını ilk dalgalandıranlardan biri.

Aydınoğlu Raşit Bey, Galatasaray’ın, ilk takımında yoğunluktan yer bulamayanlar için kurduğu ikinci takımı kimliğinde olan ve adını –döneme uygun bir biçimde– Progress (Terakki’nin karşılığı!) koydukları takımı, devrimin ardından oluşan milliyetçi coşkulu günlerin ardından, yine doğrudan siyasi çağrışımı olan simgesel Altınordu’ya çeviren ve kuran isim. Galatasaray’dan kopmasının temel nedeni tam da bu: Takımda Türk olmayanların, üstelik karar verici mevkilerde olması...

Uzun süren sessizlik döneminin ardından bir dergide yayımlanan hatıralarında ayrılık günlerini şöyle anlatıyor Raşit Bey:

“Bulgarların [Nikolov’u kastediyor] ve Karadağlıların [Milo ve amcaoğlu Pavle’yi kastediyor] müstakil kulüpler teşkiliyle milli bir vaziyet ihdasları, İslamları da müttehid harekete sevk etmekteydi. Fakat Arnavut arkadaşlarımız her nedense Slavları daha yakın bulurlardı...”[3]

Anlaşılıyor ki kulübün kuruluşunun ilk yıllarında, Ali Sami Bey büyük baskı altında kalmış. Nitekim Galatasaray’ın ilk yurtdışı gezisi olan 1911 yılındaki Romanya gezisi sonrasında giderek artan bu gerilim ve çekişme, milliyetçi gençlerin ayrılarak Progres’i kurmasına yol açıyor. 1911 yılında lige de katılan Progress, ülkede artan milliyetçi rüzgârın özellikle 1914’ten sonra kasırgaya dönüşmesiyle İngilizce olan adını da değiştirip Altınordu’ya çeviriyor. (Altun Ordu olarak da okunabilir ancak günlük kullanımda Altınordu olarak geçiyor.)

Altınordu... Ziya Gökalp’in Altun Yurt kitabındaki şiirindeki gibi: “Turan yurdu uykuda/Hanlar kalmış Hakansız/Karakurum buyruksız, Altınordu dağınık...” Türklerin anavatanına, Orta Asya’ya doğrudan referans...

Kulübün başkanının kim olduğunu artık tahmin etmek hiç zor değil: Talat Paşa! Üstelik dönemin sadrazamı olmasına rağmen...

İşte tam da bu dönemde, Galatasaray’ın kurucuları arasında yer alanlar “temizleniyor”. Rumların, İngilizlerin güçlü takımları birer birer ortadan kayboluyor ya da sessizleşiyor. Sırp ve Bulgarların kurduğu kulüpler ise yok oluyor. Meydan sadece Türk kulüplerine kalıyor: Galatasaray, Fenerbahçe, Beykoz, Anadolu, Üsküdar, Altınordu...

Toplumun her kesiminde örgütlenmek ve gücünü artırmak istiyor İttihat ve Terakki, gençlerin alanlarına yavaş yavaş el atıyor.

Bu dönemde Fenerbahçe’nin üç başkanı da, sırasıyla Hulusi Bey, Sabri Toprak ve Dr. Nazım.[4]

Hulusi Bey, İttihat Terakki tarafından oluşturulan kabinenin nafıa nazırı (çevre bakanı).

Sabri Toprak, İttihat Terakki’nin başkâtibi... İttihat ve Terakki’ nin “Türk olmayanları vatandan kovmasının” ardından geride kalan “ganimetleri” (Belkıs kotrası ve İngilizlerin kapatılan Baker Mağazası’ndaki bir araba dolusu spor malzemesi) kulübe getiren isim.[5]

Dr. Nazım ise İttihat ve Terakki’nin en önemli üç isminden biri.[6]

“Milli bilinç” oluşturma yönünde kulüpler adım adım iktidardaki İttihat ve Terakki’ye yanaşıyor. Bu yardım isteği karşılıksız kalmıyor elbette.

Bu karşılıklı simbiyotik ilişki yeni avantajlar, imkânlar açıyor. İttihatçı desteğiyle sahalara çıkan takımların öncelikli amacı da yabancılara karşı maç kazanmak ve milli şuuru uyandırma konusunda iktidara yardımcı olmak. Erken yıllarda başlayan bu alışkanlık, bugüne kadar geldi, biliyoruz. Hâlâ da devam ediyor. İleride değineceğiz ama şimdi geride kalalım bir süre daha.

1908, özellikle de 1911 sonrası dönemi çok daha yakından incelediğimizde ilginç gelişmelerle karşı karşıya kalıyoruz. O lineer akan kulüpler tarihine yepyeni bir bakış açısı kazanılabilir böylece...

İttihatçıların, spora el atmaları bu süreç içerisinde çeşitli aşamalardan geçti. Önce kendileri bizzat bir kulüp kurdu: İttihad Kulübü. Ancak bu ilk projenin yeterli somut sonuç vermemesi üzerine var olan kulüplere yöneldiler.

Aslında en iyi aday, futbola ilk başlayan, belli bir noktaya kadar gelmiş, zaten kökenleri Mekteb-i Sultani olduğu için tanınan ve sempati duyulan Galatasaray idi. Ancak orada ciddi bir sorun vardı: Tevfik Fikret.

1908 devrimine kadar İttihat ve Terakki’yi ve devrimi içtenlikle destekleyen Tevfik Fikret ile İttihat ve Terakki yöneticilerinin ilişkisi kısa süre içerisinde bozulmuştu. Devrimin ideallerinden hemen uzaklaşıldığını gören Tevfik Fikret, İttihat ve Terakki’nin en sıkı muhaliflerinden biri olmuştu. Dahası Galatasaray, içinde barındırdığı kozmopolit kültür ve Osmanlı geleneğinin devamı olan yapısı dolayısıyla İttihatçı geleneğe aslında hiç de uygun düşmüyordu.

Geriye tek alternatif kalıyordu: Fenerbahçe. Zaten yeni kurulmuş olan ve varoluş sorunları yaşayan mütevazı Fenerbahçe, yüz yıllık geleneğe sahip okul kulübü olan, üstelik Mekteb-i Sultani’nin başında en sert muhalif Tevfik Fikret’in olduğu Galatasaray’a göre daha çabuk nüfuz edilebilir durumdaydı.

Nitekim Fenerbahçe’nin o dönemki yönetimi kapılarını ve koltuklarını tereddüt bile etmeden İttihat ve Terakki’ye bıraktılar. Kısa bir süre sonra kulüp, İttihat ve Terakki’nin kendisine destek sağlamak üzere toplumun değişik kesimlerini bir araya getirip sözcülüğünü üstlenmek üzere oluşturduğu diğer birçok örgüt gibi, sporda İttihat ve Terakki’nin örgütü haline geldi.

Burada ilginç olan, İttihat ve Terakki’nin toplum projesinin zaten aktif ve başarılı uygulayıcı olan Dr. Nazım Bey’in spor alanında devrede olması...

Dr. Nazım, öyle sıradan bir isim değil. İttihat ve Terakki’nin Dr. Bahaeddin Şakir Bey ile beraber perde arkası örgütleyicisi. İttihat ve Terakki’nin toplumdaki “sesi” olan, tüccar teşkilatlarını, kadın teşkilatlarını, gençlik teşkilatlarını, hamalları, kayıkçıları kendi siyaseti etrafında toplayan gerçek bir örgütçü.

Bu nedenle, Hulusi Bey ve Sabri Toprak gibi teşkilatın iki çok önemli isminin ardından Fenerbahçe başkanlığını alması hiç de tesadüfi değil. Kısacası, kapısının önüne gidilip Fenerbahçe başkanlığı yapması için rica edilmiş bir isim değil Dr. Nazım.

Görüldüğü gibi, ciddi bir görev devri söz konusu kulüpte. Bu dönemin Fenerbahçe’ye faydası ne(ler) oldu? Elbette öncelikle maddi ferahlama, malzeme yardımı ve Belkıs yatının dışında, kulüp lokali ve saha. Ama daha önemlisi tanınırlık ve İttihat ve Terakki’nin elinde medya gücüyle oluşturulan artan sevgi ve sempati... Ve elbette gelen sportif başarı... Dr. Nazım Bey idaresinde söz konusu kulüp devlet içinde devlet olan İttihat ve Terakki Cemiyeti desteğiyle “herkesten daha eşit koşullar”la spor faaliyetleri icra etmeye başlamıştı Fenerbahçe.

Altınordu, Fenerbahçe, Altay... İlkinin arkasında Talat Paşa, ikincisinin arkasında Dr. Nazım Bey, sonuncusunun arkasında ise İttihat ve Terakki Cemiyeti İzmir Şubesi... İşte bu nedenle Profesör Şükrü Hanioğlu, bir yazışmasında, “Balkan Savaşı sonrası oluşan nefret ortamı içinde oynanan futbolu ‘Yunanların beşinci kolu gibi görülen toplulukların (bazıları Yunan milli renkleri olan mavi-beyaz renkleri benimseyerek tabiri caiz ise yangına körükle giden) kulüpler ve hümanist Osmanlıcılığı nedeniyle resmî ideolojinin antitezinin kişiselleştiği birey olarak görülen Tevfik Fikret Bey’le özdeşleştirilen bir kulüp ile tek partili dönemin baskı rejimi altında eşit şartlar altında yarıştığını ve yapılanın ‘saf’ spor olduğunu söylemek oldukça zordur,” diye niteliyor.

Kulüplerin tarihleri, başta söylediğim gibi, sadece iyi bir tarihten oluşmuyor. Daha önemlisi dönemin siyasi, toplumsal koşullarından bağımsız, sadece maç skorları olarak, şampiyonluklar sıralaması olarak ele almak çok büyük yanılgılara neden oluyor.

Filin tuttuğumuz yerini tarif etmek gibi... Duygusal bakıyoruz her olaya. Savunmaya geçiyoruz. Her şeyi güzel, nefis akan iyi bir tarih oluşturmaya çalışıyoruz. Hep “bizim” olanın “her şeyi ile iyi”, dışında olanın da “her şeyi ile haksız ve saptırıcı” olduğunu savunuyoruz.

Oysa “tüm bireylerce benimsenen her şeyi ile iyi bir tarih” bir ütopyadan başka bir şey değildir ve böylesine bir savunma içine girmek bizi kamplaşmaya götürmek dışında bir sonuç doğurmaz. Herhangi bir kulübümüzün kurulduğu andan günümüze herkesçe kabul edilebilen ve “her şeyi ile iyi” bir tarihinin olmasına imkân yoktur.

Nitekim Tevfik Fikret’in her şeyi, mücadeleyi filan bırakıp Aşiyan’a “çekilmesinin” ardından Galatasaray’ın İttihat ve Terakki’nin güvenini tekrar kazanabilmek için neler neler yaptığını görüyoruz. Onlar da Dr. Nazım’a, Talat Paşa’ya denge olması için “koruyucu” başkan olarak eski Sadrazam Sait Halim Paşa’yı razı etmişler!

İttihat ve Terakki’nin mutlak iktidarında, yöneticilerinin kulüp başkanı olduğu bir dönemde, her şeyin tarafsız yürüdüğünü söylemek veya savunmak safdillik.

ÇIKARILANLAR – Galatasaray’ın eski başkanlarından Adnan Akıska’nın kulüp Divan Kurulu’na sunulan listesi: İlk dönemde ismi listelerden silinen tüm isimler...

İKTİDAR VE FUTBOLCULAR – Futboldan çok idarecilerin öne çıktığı dönemi simgeleyen, 1914 yılına ait bir Fenerbahçe takım fotoğrafı. Önde oturanlardan ortadaki başkan Sabri Toprak. Sağında Hamit Hüsnü, solunda Nasuhi Baydar. Üç isim de İttihat ve Terakki’nin önde gelen isimleri.

1910’LARIN İKTİDAR TAKIMI – Talat Paşa’nın başkanlığındea, Aydınoğlu Raşit’in (en solda) yönetiminde, başarıdan başarıya koşan, istediğini transfer edebilen, futbolcuları savaşa gitmeme hakkına sahip olan Altınordu. (1917)

 

NOTLAR:


[1] Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü Ihsaiyet Defteri (Sayım-İstatistik Defteri) s. 181182. Tarih-i Tesisi 1321. Müessis: Galatasaray Sultanisi beşinci sınıf talebesinden 889 numaralı Ali Sami. Galatasaray Beyoğlu Müzesi Arşivi’nde bulunan bu defter toplam 183 sayfa.

[2] Gidenler arasında Galip Kulaksızoğlu (28 numaralı üye), Hamit Hüsnü Kayacan (40 numaralı üye), İsmet Uluğ (26 numaralı üye) gibi Fenerbahçe’de başkanlık yapanlar da bulunuyordu. Ali Sami’nin 37 üyeyi sildikten sonra boşa çıkan numaraları, bir arkadan gelene kaydırmasıyla durum epey karmaşıklaşmış. Örneğin 5 numaralı üye Boris Nikolof’un numarasını eski 8 Bekir (Bircan) almış. 6 numaralı Milo’nun numarası 10 numaralı Reşat’a geçmiş. 7 numaralı Pavle’nin numarasını (eski 12) Refik Cevdet almış. 1913’ten itibaren bu yeni numaralar esas alınarak üye numaraları verilmiş. Aslında 1949 yılında bir başka “garabet” daha yaşanmış Galatasaray’da. O dönemde yapılan tüzükte, kulübün Kurucu sayısı üçe indirilmiş: Ali Sami Yen, Cevdet Kalpakçığlu ve Ahmet Kara. Birdenbire kurucu olarak ortaya çıkan Ahmet Kara’nın 1909 Eylül’ünde üye olduğu biliniyor. Yine Ali Sami Yen’in inisiyatifiyle yapılan bu radikal değişikliğin nedeni tam olarak bilinmiyor. Büyük olasılıkla, Ali Sami, kulübe oldukça cömert yardımlarda bulunan Ahmet Kara’yı onurlandırmak istemişti.

Tarihte yapılan bu büyük haksızlık, 2018 yılında rahmetli Kemal Onar’ın inisiyatifiyle en azından simgesel olarak düzeltildi ve bugün de hâlâ geçerli olan tüzüğün 5. maddesindeki “Kurucular” bölümü (Silinme nedenleri, “resmî tescil tarihinden önce üyelikten ayrılmaları” gerekçe gösterilerek) şöyle yazıldı:

Kulüp, Ali Sami Yen ve aşağıda isimleri yazılı arkadaşları tarafından kurulmuştur: İntisap Tarihi1) Ali Sami Yen 01.10.1321 (1905) 2) Asım Tevfik Sonumut 01.10.1321 (1905)

3) Emin Bülend 01.10.1321 (1905)4) Celal İbrahim 01.10.1321 (1905)5) Bekir Sıtkı Bircan 01.10.1321 (1905)

6) Reşat Şirvanzade 01.09.1322 (1906)7) Refik Cevdet Kalpakçıoğlu 01.09.1322 (1906)8) Abidin Daver 01.09.1322 (1906)9) Ahmet Robenson 01.09.1322 (1906)10) Ahmet Adnan Pirioğlu 1323 (1907)11) Neş’et 01.10.1324 (1908)12) Ruşen Eşref Ünaydın 01.10.1324 (1908)13) Yusuf Celal 01.10.1324 (1908)14) Hasnun Galip 01.10.1324 (1908)15) Hüseyin Zihni Eden 01.09.1325 (1909)16) Mehmet Rıza Kara 01.09.1325 (1909)Boris Nikolof (*) 01.10.1321 (1905)Milo Bakiç (*) 01.10.1321 (1905)Paul Bakiç (*) 01.10.1321 (1905)Tahsin Nihat (*) 01.10.1321 (1905)Hüseyin Hüsnü (*) 01.10.1321 (1905)(*) Bu kişilere kulübün tescil tarihi olan 14 Ağustos 1913 öncesi üyelikten ayrılmaları nedeniyle kurucu numarası verilmemiştir.Kulüp 14 Ağustos 1913 tarihinde görevde olan; * Reis; Ali Sami Yen (1 numaralı üye)* 2. Reis; Mehmet Rıza Kara (16 numaralı üye)* Kâtip; Refik Cevdet Kalpakçıoğlu (7 numaralı üye) tarafından Beyoğlu Mutasarrıflığı’na yapılan müracaatıyla resmî olarak tescil ettirilmiştir. Tescil tarihindeki Kulüp üyelerinin listesi Tüzük ekindeki Ek2’de belirtilmiştir.

[3] Spor Alemi Mecmuası, “İdmancı Hatıraları”, Sayı:13, 2 Temmuz 1339.

[4]  “Arka arkaya görev yapan bu üç başkanın İttihat ve Terakki Fırkası’nın planlaması dahilinde görev yaptıkları açıktır. İttihatçıların çoğunun yurtdışında öğrenim görmüş olması, Rumeli’den gelmeleri, Dünya’ya açık olmaları, Paris ve Londra’dan bu anlamda etkilenmeleri sayılabilecek nedenler arasındadır. Ancak baskın neden futbolun kitlesel özelliğini ilk kavrayan iktidar olarak bu kavrayışlarının Osmanlı devletinde ele geçirdikleri iktidarı en geniş biçimde değerlendirme isteğine hizmet edebileceğini fark etmeleridir. İlgileri de tek bir kulüple sınırlı değildir. 1912’de İzmir’de kurulan Karşıyaka Kulübü’nün lokali/kurulduğu bina, İttihat ve Terakki Fırkası’nın binasıdır. Aynı şekilde iki yıl sonra kurulan Altay’ın kuruluş yeri de yine İttihatçıların damgasını taşır. İttihatçı maarif nazırı Necati Bey İzmir’de kendi odasını Altay’a verecek Altay da İttihatçı kulübü olarak tarihe geçecektir. Partinin Hicaz Yolları genel müdürü Hulusi Bey’in Fenerbahçe’nin Kuşdili’nde kulüp lokalini muhteşem bir törenle açması boşuna değildir. O dönemde İttihat ve Terakki’nin Fenerbahçe’yi ele geçirmek istemesinin nedeni, kulübün iki yıl üst üste lig şampiyonluğunu kazanması ve halk takımı olarak doğup artan biçimde halkın sempatisini kazanmasıdır. Halk ve şampiyonluk partinin gözünü almıştır. İttihat Terakki’nin genel sekreteri ve Nafia Nazırı Hulusi Bey ile amaç hasıl olmuş 1914-1915 yıllarında Hulusi Bey kulübün başkanlığına getirilmiştir. 1915’te başkanlığı kabine arkadaşı maarif nazırı Nazım Bey’e devretmiştir. Mehmet Sabri Toprak da görünen o ki bu esnada zincirin halkalarından biri olmuş ve muhtemelen fırka tarafından verilen vazifeyi yerine getirmiştir.” Daha geniş bilgi için: Serhat Küçük, “Cumhuriyetin Biyografik Temellerinden: Mehmet Sabri Toprak”, Düşünce ve Tarih dergisi, 2018.

[5] Yalçın Doğan, Fenerbahçe Cumhuriyeti, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1989, s.36-37.

[6] Tarihî kişilikleri “iyi” “kötü” gibi değer yargılarıyla ele almanın hiçbir anlamı yok. Dr. Nazım, az görülen ideal sahibi bir insan. Genç bir tıp öğrencisi olarak 1895 yılında firar ettiği Paris’te gizli cemiyet yöneticiliği ve tıp öğrenciliğini günde beş saat uyuyarak beraberce yapmış, geceleri dersini çalışmasını sağlayacak mum parası yokken kendisine muhalefeti bırakması karşılığında ayda 1,500 Frank maaş ve kayd-ı hayat şartıyla 15 altın verilmesini teklif etmeye gelen büyükelçiyi karanlık odasının kapısından, “Ben hürriyet geri gelmeden memlekete dönmem,” diyerek kovan bir insan. 1907’de hoca kılığında ülkeye dönmüş, İzmir’de tütüncü dükkânı işletir gözükerek, panayırlarda cambazlık yaparak İttihat ve Terakki Cemiyeti propagandası yapmış. Dr. Nazım’ın Atatürk’ten hiç de hoşlanmadığı kuşkusuz ama suikasttaki rolü hayli şüpheli. Ama şu da bir gerçektir ki; 1918’de Fenerbahçe başkanlığını bırakmasının nedeni Dr. Nazım’ın yurtdışına kaçmasıydı. Milli Mücadele sürerken İttihat Terakki’nin önderleri yurtdışındaydı. Sakarya zaferinin ardından, 1922’de siyasete karışmaması şartıyla dönmesine izin verildi. Dört yıl sonra da Atatürk’e düzenlenen suikast planındaki rolü nedeniyle idam edildi. Çünkü bütün iddiasına rağmen, bir köşeye çekilip oturmamıştı. Savaşı kazanan ve iktidara gelen Atatürk’e karşı, Milli Mücadele döneminde devre dışı kalmış İttihat ve Terakki’nin yeniden örgütlenme faaliyetinin içine girmişti. İttihat ve Terakki’nin beyni sayılan Enver-Talat-Cemal üçlüsünün ölmesinin ardından geride kalan üç liderden biriydi Dr. Nazım. Diğer ikisi Cavit Bey ve Kara Kemal’di... İşte bu geride kalanlar, 1923’teki seçim için Atatürk’ün Halk Fırkası alternatifi olarak eski İttihat ve Terakki’nin yerini alacak yeni bir parti için çalışmaya başlamışlardı. İlk toplantılar Cavit Bey’in Büyükada’daki evinde yapıldı Bu dar kadroda, yaşayan en önemli İttihat ve Terakki üyeleri vardı: Kara Kemal, Dr. Nazım, Sarı Efe Edip... Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucuları Ziya Hurşit, İttihat ve Terakki’nin eski maarif nazırı Şükrü Bey gibi eski İttihatçılar ile eski İkinci Grup üyeleri idi. Meclis’te muhalefete başladılar. Ama Tunceli ayaklanması sonrası, İstanbul’daki yandaş gazeteleri ve parti de kapatıldı. İşte 1923 toplantısına katılan Edip Bey de dahil, diğerlerinin de haberdar olduğu suikast planı böyle örgütlendile. Kapatılan partinin kurucusu Ziya Hurşit, iki yıl sonraki suikast planının da örgütleyeniydi. Tetikçileri toplayan, hazırlayan oydu. Laz İsmail’i, Gürcü Yusuf’u, Giritli Şevki’yle birlikte silah ve bombalarla İstanbul’dan gelip otellere yerleşen oydu. 1923 toplantısına katılan dar kadrodan Sarı Efe Edip’in çiftliğinde, hep birlikte, Atatürk’ün otomobilinin yavaşlayacağı yeri tespit eden oydu... Suikast planı bir komplo muydu? Atatürk’e suikast gerçekten planlanmıştır ama Dr. Nazım’ın suikast planıyla doğrudan bir bağlantısı yoktu. Ancak sonu İzmir suikastına kadar giden o toplantıların notları ve orada alınan kararların metinleri, suikast sonrası evinde bulunmuştu. Zaten tümü İttihat ve Terakki’nin içinden çıkmış olan iktidardakiler, hazırlığın nerede nasıl başladığını, kimin planlayıcı olduğunu iyi bilecek kadar işin içineydiler... Dr. Nazım, 26 Ağustos 1926 Perşembe gecesi Cebeci’de idam edildi. Cevat Bey de... Bir roman kahramanı olacak kadar fedailik işlerinin içinde olan Kara Kemal, suikast girişimi açığa çıkınca tam yakalanacakken intihar etti... Ziya Hurşit de idamla cezalandırılanlardan biriydi. Mustafa Kemal Atatürk olaya ilişkin şunları söylemiş: “Cumhuriyetimizin ve ulusun ruhundan esinlenmiş ilkelerimizin bir vücudun ortadan kaldırılmasıyla bozulabileceğini zannedenler çok zayıf beyinli zavallılardır. Bu zavallıların, Cumhuriyet’in adalet ve kudret pençesinde hak ettikleri işlemlere maruz kalmaktan başka nasipleri olamaz.”

 

GİRİŞ RESMİ:

Galatasaray Beyoğlu Müzesi Arşivi'nden.