“İnsan hâlâ insanlaşma sürecinde”: Muzaffer İlhan Erdost

Pazar Postası’ndan Sol Yayınları’na, yakınlarda yitirdiğimiz Muzaffer İlhan Erdost’un kişisel ve duygulu bir portresi…

03 Mart 2020 17:11

Sevgili abim,

bu sana ilk mektubum. Almanya, Bursa ve İstanbul ikâmetlerim dışında hiç çok uzakta olmadık, hatta o zamanlarda bile çok yakındık.

Sana puro gönderiyordum Almanya’dan, çok samimi değildik; ama Muzaffer Erdost ismi ülkeme olduğu kadar bana da çok yakındı.

İlhan’ın öldürüldüğünü duyduğumuzda Frankfurt Halkevi’nde kahrolmuştuk. Muzaffer İlhan Erdost olmuştun.

Ne zamandan bu yana tanıyorum ben seni? Ben seni 'kalu belâ'dan bu yana tanıyorum dedim kendime. İnsanlığın yaratılışında başlamıştır aydınlanma. O zaman dahi, Muzaffer İlhan Erdost'un bugün yaptığı gibi, aklını cesaretle kullananlar olmuştur. Aydın, aklını, cesaretle kullanır ve akıl put kırıcıdır. Put kırıcılar dünya tarihinde zaman zaman ortaya çıktıkları gibi, bugün de ete kemiğe bürünmüş ve Muzaffer İlhan Erdost olarak görünmüşlerdir – bunu kendisine de bu şekilde söylemişliğim vardır.

Türkiye Üzerine Notlar okuduğum ilk kitabındı. İzindeyken uğradım kitabevine, tanıştık.


1953 sonu. Soldan Sağa: Orhan Duru, Cemal Süreya, Muzaffer Erdost, Süreyya Tahmircioğlu, Mehmet Erdost, Turan Artun


Muzaffer İlhan Erdost, Cemal Süreya.

İkinci Yeni’nin isim babası, seni tanımlayan birçok isimden bir tanesiydi.

İlhami Soysal, Muzaffer Erdost’tan Akis dergisinde çıkan bir yazıya bir yanıt yazmasını ister. Bunun üzerine Muzaffer Erdost, 19 Ağustos 1956 tarihli Son Havadis gazetesinde ‘İkinci Yeni’ başlıklı bir yazı yazar, 26 Ağustos 1956 tarihinde de ‘Artı Bir’ başlıklı bir yazı yazar ve bu yazıdan sonra akımın adı ‘İkinci Yeni’ olarak kullanılır. Cemal Süreya, İlhan Berk, Edip Cansever, Ece Ayhan, Turgut uyar ve Sezai Karakoç gibi şairler 1956 yılından itibaren Pazar Postası’nda şiirlerini yayınlamaya başlarlar. Bir anlamda ‘İkinci Yeni’ Pazar Postası’nda kendini gösterir.

Son Havadis gazetesindeki yazıda adının ‘Musaffer’ olarak yazıldığını daha sonra gülerek anlatmıştın, seni araba ile bir yerlere götürürken.

Araba dedim de, yolda huysuzluk ederdin abi. Şu yoldan git derdin, abi bu yolu biliyorum derdim, hayır şu yoldan derdin. Rana abla karışma derdi, sen dinlemezdin. Didişirdik; ama senin dediğin yoldan giderdik sonuçta. Neymiş? O yolda daha az ışık varmış.

Pazar Postası’nın hayatında önemli bir yeri olduğunu söylemiştin.

Pazar Postası, ilk defa Cemil Sait Barlas tarafından 4 Şubat 1951’de haftalık bir gazete olarak yayımlanmaya başlamıştır. Gazete, adından da anlaşılacağı gibi yayım süresi boyunca her haftanın Pazar günü çıkartılmıştır. 

Yayım süresi boyunca Cemil Sait Barlas sahibi olarak kalmış ve gazete bu bakımdan el değiştirmemiştir. Ancak Yazı İşleri Müdürü olarak pek çok isim Pazar Postası’nda çalışmıştır. 16 Aralık 1951’den 2 Mart 1952’ye kadar Cüneyt Arcayürek, 2 Mart 1952’den 31 Ağustos 1952 tarihli sayıya kadar Altan Öymen yazı işleri müdürü olarak çalışmışlardır. 1 Ocak 1956’da yeniden yayımına başlayan Pazar Postası’nda bu tarihten 16 Haziran 1956’ya kadar yazı işleri müdürü olarak Baki Kurtuluş görev yapmıştır. 16 Haziran 1956’dan 15 Mart 1959’a kadar Pazar Postası’nın en uzun süreli yazı işleri müdürü Muzaffer Erdost’tur. Pazar Postası’nın idarehanesinin Ankara’dan İstanbul’a taşınması sonucunda bu görevinden ayrılan Erdost’un yerine Mahir Kaynak getirilmiştir.

Özellikle Muzaffer Erdost’un yazı işleri müdürlüğü görevine getirilmesiyle, açıkça İkinci Yeni şiirinden söz edilmeye ve İkinci Yeni’nin Türk edebiyatında uzun seneler boyunca konuşulacak edebî tutumunun nedenleri açıklanmaya başlanmıştır. Her ne kadar, İkinci Yeni şiirinin etrafında toplandığı belli bir yayımın olmadığı yönünde görüşler sarf edilse de hareketin esas yayım organı Pazar Postası’dır. Bu anlamıyla Pazar Postası, İkinci Yeni’nin geniş olarak tartışıldığı ve konuşulduğu bir gazete olarak Türk edebiyat tarihindeki yerini almıştır. 

Soldaki resim: Mayıs 1954 Veteriner Fakültesi Farmakoloji Bahçesi. Soldan sağa: Vural Bilgin, Orhan Duru, Muzaffer Erdost.
Ortada: Nisan 1972, 2 nolu Cezaevi, Mamak. Mahkeme dönüşünde...
Sağda: Haziran 1974,  Ankara Merkez Cezaevi 3. Ağır Ceza. Duruşmaya giderken.

Ağustos 1971. Rana abla ile Sıkıyönetim Mahkemesi Ankara (Anafartalar) Adliyesi’nde.

Sene 1986 ya da 1987, Yurdanur ve Yılmaz Onay, sen ve Rana abla ile birlikte Goethe Enstitüsü’nde öğretmen olan bir alman dostumuzun evinde misafir olmuştuk. Nâzım’ın Almanca şiirlerini okumuş, türkü söylemiştim. Saz da çalıyor musun demiştin. "Hayır, ama Frankfurt Halkevi İşçi Korosu’nda bateri çalıyorum." Bunu öğrenince İHD bünyesinde bir işçi korosu kurabileceğimizi söylemiştin. O zamanlar İHD Ankara Şubesi Başkanı idin. Bende notalar vardı; ama Tahsin İncirci’nin bize yardım etmesi gerekiyordu, o da Berlin’deydi. Koroyu kuramadan ben Bursa’ya taşındım. Ben Bursa'ya gitmeden önce, sen, Rana Abla ve Suları evinizde bana bir veda yemeği verdiniz.  Yurdanur - Yılmaz Onay, Şükriye - Turgut Alten'le birlikte katıldık. Eylül 1988. Yemeğe daha sonra Hasan Uysal, Cihan Gerçek, Çiğdem Anat ve Tolga Çandar da katıldılar.
O akşamı videoya çekmiştim.

Ben daha çocukken Sol Yayınlarını kurmuşsun. Yayıncılığa Açık Oturum Yayınları ile başladığını, ilk kitap olarak da, Cezayir’de Fransız generallerin işkence yaptığı Henri Alleg’in La Question (Sorgu) adlı kitabını Alaattin Bilgi abiye çevirterek yayınladığını söylemiştin. Önsözü Jean Paul Sartre yazmıştı. Kadın ve Aile’nin çevrilen ve basılan bir bölümünü beğenmiyordun. Bana faksladın, ben de çevirdim. Daha sonra kitabevine uğradığımda, sen elinde büyük bir büyüteç ve yanında Fransızca bir sözlükten, Barışta da İngilizceden benim çeviriyi kontrol ediyordunuz. Bir kuyumcu titizliği ile o kitapları tek tek incelemiştin. Daha sonra Onur yayınlarını kurdunuz.

Sol Yayınları Kasım 1965’de kuruldu. Vahap Erdoğdu’nun dediği gibi “SOL yayınları Erdost’un yalnızca düşünce dünyasında değil, yaşam tarzında da büyük değişimlerin başlangıcı olmuştu.” Sol Yayınları ilk olarak  dört kitap yayınladı:
Oscar Lange, Sosyalizmin Yeni Meseleleri
Maurice Cornforth, Sosyalistler İçin Felsefe
Karl Marx, Ücret, Fiyat ve Kâr
Lenin, Emperyalizm

Daha sonra Marksist klasiklerin yayını başladı. Yayınlanışından yüzyıl sonra Kapital Türk okuruyla 1966 yılında tanıştı. Aynı yıl Engels’in Anti Dühring’ini yayınladı SOL yayınları. Darwin’in İnsanın Türeyişi ve Türlerin Kökeni dünyada yayınlanışından yaklaşık yüz yıl sonra Türkiye’de de yayımlandı.


A Şiir Evi’ndeki konuşma. Resmi çeken ben.

Şemdinli Röportajı veteriner olarak askerlik görevini yaparken, bölgeyi, aşiretleri inceleyerek yazdığın bir yapıttı. 1966 yılında Yön Dergisi’nde yayınlandığında kimse oraları bilmiyordu… Daha geçen yıl, Şemdinli’den gelenlere o zamanları anlatıyordun kitabevinde. Mukaddime’nin 1. cildini Turan Dursun 2 cilt olarak çevirmek istemişti, karşı çıkmıştın. Oradaydım. Çeviriye daha sonra Sevim Belli devam etmişti. Bu ülkede Kapital’i yazılışından yüz yıl sonra sen Türk okuru ile tanıştırdın. Bunun bedelini çok ağır bir şekilde ödedin, adına İlhan’ı da ekleyerek.

“(...) Darbelerle kesilen süreler hesaplanırsa, ilk kitaplarımızı yayınladığımız Kasım 1965’ten Mart 1971’e ortalama beş yıl ve cezaevinden çıktığım 14 Temmuz 1974’ten 12 Eylül 1980’e ortalama beş yıl, yani toplam on yıl içinde, Marksist-Leninist klasikleri ve bilimsel sosyalizmi tanıtıcı kitaplarını yayınladık. Bu iki bölümden oluşan toplam on yıllık dönemde, yalnızca yayınladığımız kitapların çevirisi yapılmadı, aynı zamanda tükenen kitapların hemen her baskısı, yeniden ve yeniden redaksiyondan geçti. Başlangıçta bilgi yetersizliğinden, çeviriye esas aldığımız çevirilerin kusurlarından vb. doğan eksiklikler ve kusurlar her yeni baskıda en aza indirilmeye çalışıldı, olabildiğince kusursuz yayın yapmaya çaba gösterdik. Marx’ı, Engels’i, Lenin’i, bir ölçüde Stalin’i, doğrudan kendi metinlerinden okura ulaştırırken, ayrıca okuru yönlendirmeye çalışmadık. Okurun, Marx’ı, örneğin Althusser’in görüşleriyle değil, kendi özgür gözüyle algılamasının olanağına kavuşmasına bin bir özen gösterdik. Suçlama, karalama ve saldırılara gülüp geçtik. Polis, işkence, mahkeme, cezaevi ve öldürmeye değin birbiri üstüne yüklenen baskılar, ancak, bizim daha çok çalışmamıza, daha özenli yayın yapmamıza teşvik edici negatif etkenler oldular.

Beni sevindiren, bütün bu karalama süreçlerinde, bizim dışımızda yayınlarımıza sahip çıkanların olması, sahiplenmeleri, bu yayınların sahipsiz olmadığını, sahipsiz olmayacağını duyumsatanların bulunmasıdır. (...)”

7 Kasım 2010 Sol Yayınları Kataloğu


Avukat Halit Çelenk ile.

Çok sık bir araya geliyorduk. Türkiye İnsan Hakları Kurumu Vakfı (TİHAK) kurulacaktı. Bir gün Dikmen’e doğru gidiyorduk, seni eve bırakacaktım. Bir markete uğrayalım dedin. Market önünde durdum, indim ve sana kapıyı açtım. Yüzüme öyle bir baktın ki, hâlâ gözümün önünde: “Bana şeyh muamelesi yapma” dedin kızarak. Daha sonra bu sözüne çok gülmüştük.

Sana, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği (YKKED) tarafından verilen 2019 Aydınlanma Onur Ödülü töreni yapılacaktı İzmir’de. Habersiz geldim. Beni görünce şaşırdın, sevindin.

Sen, Rana abla, Barışta, Suları, İlhan, Gül, Türküler ve Alaz ne güzelsiniz! Adlarınızı duyduğumda gözlerimi yaşlarla dolduran sizler, bu ülkenin gelecek güzel günleri için ne çok bedel ödediniz!

Benim değerlimsiniz abi, ülkemin, dünyamızın bir değeri olduğunuz gibi. Ellerini öptürmezdin şakadan öpmek için eğildiğimde, şimdi öpmek istiyorum abi, ağlayarak öpmek istiyorum.

Oğuz Gemalmaz
2 Mart 2020, Ankara


Mezarı başında konuşma yaptığım sırada... Omzuna elini koyduğum, Alaz Erdost.