Her Şeyi Gören Adam: naif, tatlı, politik, şiirsel...

 “Her Şeyi Gören Adam’ın tam da sevdiğim gibi hiçbir yerlere sığmayan tuhaf karakterleri var. Jennifer’in 'mutfakta daima bir kâse suda bir çeşit deniz yosunu demleyen bir vegan' olan arkadaşı Claudia ve Walter’ın şeftalilerden ve jaguarlardan korkan kız kardeşi, Luna özellikle. Unutulmaz bir şekilde yazılmış; komik biri ama yaptıklarına iki büklüm gülerken birden ağlama hissi uyandırıyor insanda."

22 Aralık 2022 21:00

“Walter,” dedim, “duvar nerede? Göremiyorum.”

“Her yerde.” (s. 50)

Kahramanlarımız, bir zamanlar Berlin’i doğu ve batı diye ayıran fiziksel ve düşünsel duvardan bahsediyor ama kitabının bütününde duvar genel bir metafor da. Cinsler arasındaki duvar. İdeolojiler arasındaki duvar. “Irk”lar arasındaki duvar. Sınırlar; dıştan ve içten. Özgürlük. Nedir özgürlük?

1959 Güney Afrika doğumlu roman ve oyun yazarı Deborah Levy’nin yedinci romanı, 2019 Booker Ödülleri uzun listesine girmiş Her Şeyi Gören Adam, aslında bakıp da kendinden başkasını görmeyen, simsiyah saçları, masmavi gözleri, çıkık elmacık kemikleri ve kusursuz bedeniyle her yaştan, kategorilendirilmiş her cinsten insanın bir görüşte aşka kapılabileceği Saul Adler etrafında örülmüş bir ikilikler, çokluklar hikâyesi.

Komünizmin sosyal vaatlerine karşılık kapitalizmin şık sözleri, şahsen çok sevdiğim iki metropol arasında, Londra-Berlin arasında geçmesi, yeni romanım için araştırma yaparken hazmedemeyeceğim kadar çok bilgi ve acıyla karşılaştığım Holokost dahil lafı bile derimizi yakacak tarihsel gerçekleri ummadığımız anlarda (ummadığımız bir hızla) suratımıza çakması. Gençlik, saflık, gelecek hayalleri. Otorite, çocuk-baba, aynı minvalde çocuk-devlet baba ilişkisi…

Tarihçi Saul’ün erkek diktatörlerin psikolojisiyle ilgili bir ders hazırlamak için yazdığı ve “flört ettiği kadınlara akşam yemeği sofrasında ekmek fırlatan Stalin’le” başlattığı makaleden alıntıları, Jennifer’ın deyişiyle onun “görkemli güzelliğinden” hoşlanmayan babasıyla ilişkisini açmak için kullanmak iyi bir yöntem:

“Rahmetli babam, tam anlamıyla bir zorba değildi. Bu görevi kardeşim Matthew’a bırakmıştı, o da her zaman, bir parça zorbalık etmek için hazırda beklerdi. Tıpkı Stalin gibi, Matthew da ailesinin izinden gitti ya da onların hayatlarını öylesine güçleştirdi ki, onlar kendi hayatlarının izinden gitmiş oldular.” (s. 15)

Kitaptan aklımda kalan temalardan diğerleri, 50 yaşıma girdiğim bu yıl kafa yormaya başladığım “yaş almak” olgusu, hafıza, hatırlamak gibi kavramlar. Bir de zaman. Olay akışını kavrayana kadar zamanın edebi bir oyun, postmodern bir öğe olarak kullanıldığını düşünebilir okur; yazar da yer yer bu yanılgıyı bilerek körüklüyor:

“Biliyor musun Walter, bunun doğru tarih olduğunu sanmıyorum.”

“Sen hangi zamanda yaşıyorsun ki?”

“Daha ilerisinde.”

Güneş, kurşunla delinen binaların üzerinde batıyordu.

Öne eğildim ve Walter’ın kulağına bir sevgili gibi fısıldadım.

“Doğu ve Batı Almanya bir olacak. Bir devrim yaşanacak.

Romanya dışında sokaklarda kan dökülmeyecek.” (s. 60)

Her Şeyi Gören Adam’ın tam da sevdiğim gibi hiçbir yerlere sığmayan tuhaf karakterleri var. Jennifer’in “mutfakta daima bir kâse suda bir çeşit deniz yosunu demleyen bir vegan” olan arkadaşı Claudia ve Walter’ın şeftalilerden ve jaguarlardan korkan kız kardeşi, Luna özellikle. Unutulmaz bir şekilde yazılmış; komik biri ama yaptıklarına iki büklüm gülerken birden ağlama hissi uyandırıyor insanda.

“Luna, ben onu alkışlarken sandalyeden atladı ve kolları iki yanında, reverans yaptı.

‘Liverpool’da bir hastanede iş bulacağımı biliyorum.’

Özgür olmayı her şeyden fazla istediğini söyledi.

‘Her şeyden korkuyorum.’ Kır evi duvarında tik taklayan saati gösterdi. ‘Bunun sonunu göremiyorum. Hep korkuyorum. Sabahtan akşama ve sonra öbür sabaha kadar. Hissedecek bu kadar yoğun duygun olunca, şarkı söylemek en iyisi.” (s. 101)

Son olarak, aşk… Birbirine “işte böyle” diye başlayan cümlelerde isim-soy isimleriyle hitap eden, en olmadık hisleri en günlük kelimelerle söyleyen, ayrı olsalar da birbirini ölüm döşeğinde bekleyen Saul ile Jennifer. Ve elbette, Walter.

“Walter Müller, modaya hiç de uygun olmayan spor ayakkabılar giyiyordu. Briyantinli saçları omuzlarına düşerdi. Soluk mavi gözleri hep üzerimdeydi. Gözetlenme herkesin soluduğu havaydı. O beni daima çeşitli nedenlerle ama çoğunlukla şehvet ve siyaset yüzünden izlerdi. Jennifer’ın fotoğraf makinesi de her zaman üzerimdeydi, ben uyurken bile, özellikle de uyurken.” (s. 207)

Her Şeyi Gören Adam öyle naif, öyle tatlı, öyle politik, öyle şiirsel ki…

İşte böyle, Jennifer Moreau, Saul Adler, Walter Müller. Sizi hiç unutmayacağım.

•