“Her masalın başlaması için bir yolculuk gerekir”

Bu yıl ikincisi düzenlenen Uluslararası İstanbul Hikâye Anlatıcılığı Festivali'nin yürütücüsü Ersin Şen: Ben de hikâyeler anlatmak istiyorum, nasıl öğrenirim, diyen herkesi festivale bekliyoruz...

İlki 2014 yılında gerçekleşen Uluslararası İstanbul Hikâye Anlatıcılığı Festivali’nin ikincisi 20-23 Mart 2019 tarihleri arasında, istanbulimpro ve Muzip Masal Cini'nin ortak çalışmalarıyla istanbulimpro Sahne'de gerçekleştirilecek. Türkiye ve Avrupa’dan pek çok masalcının konuk olacağı festivalde kuşaktan kuşağa, ağızdan ağıza aktarılan masallar hakkında altı panel ve üç atölye yapılacak. Muzip Masal Cini blogunu[1] dünyaya getiren, beşiğini tıngır mıngır sallayıp onu uyutan ve büyüten Ersin Şen ile bu festivalden yola çıkıp masallara dair konuştuk. Şen “Masallarda, masal kahramanı dışında kalan her şey masal kahramanının içindeki bir duygu veya hisse tekabül eder. Hatta kahraman da içimizdeki bize denk gelir. Öyle ki her masalın başlaması için bir yolculuk gerekir. Bu da bizim kendi içimizdeki maceraya çıkış yolculuğunun benzeridir” diyor.

Uluslararası İstanbul Hikâye Anlatıcılığı Festivali’nin ikincisi 20-23 Mart 2019 tarihleri arasında gerçekleşecek ve bu festivale Türkiye ve Avrupa’dan pek çok masalcı katılacak. Festivalle ilgili ayrıntıları dinleyebilir miyiz?

İlkini 2014 yılında, istanbulimpro’da gerçekleştirdiğimiz festival, o yıldan bu zamana kadar tekrar gerçekleştirilemedi, fakat Koray Tarhan ile birlikte “hadi, bu festivali yeniden yapalım ve kendi hâlinde büyüyen bir festival hâline getirelim” fikri ile yola çıktık. Aslında amacımız Türkiye ve dünyadan, hikâye anlatıcılığının birçok farklı formunda anlatıcıya ev sahipliği yapmak ve farklı hikâyeleri dinleyebilmekti. Bu yolculuğa çıkarken düşündüğümüz etkinlik daha küçük iken katılımcıların artması ile büyüdükçe büyüdü. Ve en son 2. Uluslararası İstanbul Hikâye Anlatıcılığı Festivali hâline geldi. 20-23 Mart 2019 tarihlerinde 20’den fazla hikâyeciye altı panel ve üç atölye ile ev sahibi konumundayız. Türkiye ve Avrupa’dan farklı disiplinlerde hikâyeciler dinlemek isteyen, masalları ve hikâyeleri enine boyuna incelemek isteyen, “ben de hikâyeler anlatmak istiyorum, nasıl öğrenirim” diyen herkesi festivale bekliyoruz.

Nâzım Hikmet’in Sevdalı Bulut kitabının önsözüne şu cümle geçer: “Edebiyat bütün çeşitleriyle masalla başlar, masalla biter. Ama gene de masal şiire yakındır en çok”. Edebiyatın masalla başlaması ve masal türünün edebiyattaki yeri üzerine konuşabilir miyiz öncelikle?

Borges bu konu için şöyle bir şeyden bahseder: “Edebiyatın başlangıcı mitoloji ve anlatıdır. Hatta fantastik bir dille başlar edebiyat.” Çünkü insanlar tarihin ilk zamanlarında bilmediğine anlam yüklemek ve onu bilinir kılmaya çalışmak üzerine uğraş içinde olmuşlar. Sözün büyüsü ile hayalin gücünü buluşturarak korkularına, bilinmezlere ya da karanlığa karşı bir çıkış aramışlar. Ses ve sözlerle hayat bulan anlatı biçimleri olarak gerek masallar, gerek öyküler, gerekse hikâyeler sesin ritmiyle anlatıcının ağızından fonetik bir yapı ile çıkar. Bu noktada da tabii ki bir başka fonetik ifade biçimi olan şiirle benzeşirler.

Uzun zamandır masallar üzerine düşünüyor, araştırıyor, unutulmaya yüz tutmuş masalları, kaybolup gitmemesi için koruyup kolluyorsunuz. 2008’de doğan “Muzip Masal Cini”nden bahseder misiniz biraz. Ortaya çıktığı günden bu yana ne gibi cinlikler yapıyor bu muzip cin?

2008 yılında birkaç şeyi bir arada fark etmeye başlamıştım. Hep söylerim, bir babaanne çocuğuyum. Beni büyüten ve hatta masallarla ilk buluşturan onun anlattığı, bazen de bizi yola sokmak için gözümüzü korkutmaya çalıştığı anlatılar, masallar ve hikâyeler oldu. O dönemlerde bir süredir Alzheimer ile uğraşan babaannemde, hastalık artık kendini göstermeye başlamış oldu. Aynı dönem tesadüflerin sonucu, bir grup arkadaşımla Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’ya doğru yolculuklara başladık. Burada birçok yaşlı insandan masallar dinlemeye başladığımda, aklımda hep babaannem ve bu yaşlı insanların bir gün bu dünyadan göç edeceği ve o hikâyelerin unutulacağı vardı. Sanırım toplumsal belleğin Alzheimer olmaya başladığı dönemlerde, ilk olarak halk hikâyelerine ve masallara vuruyor bu unutuş hastalığı. İşte, bundan sonra Anadolu masallarının derlenmesi, bir araya getirilip kayıt altına alınması ve sesli bir kütüphane ile geleceğe aktarılması üzerine, Muzip Masal Cini hayat bulmaya başladı. Aslına bakılırsa, bu işin hikmeti ne Masal Cini’nde ne de başka bir yerdeydi. Muzip kelime anlamı olarak, eziyet eden ve zulmedene karşı alayla eğlenen demek. Galiba hep bir derdim vardı zulümle, eziyetle. İşte, bu açıdan bakınca, muzip bir maskeyi yüzüne takıp bunlarla alay ederek masallar toplama hayalinde oldum hep. Bu geçen süre zarfında 500’e yakın, belki de şu an 500’ü geçen masal kitabı topladık Muzip ile birlikte. Bir yandan dinlediğim ilk günden beri aşk ve tutku ile bağlı olduğum Şahmaran masallarının derlenmesi üzerine bir hayli yol aldık. Son iki senedir yuvam dediğim, ailem dediğim istanbulimpro ve oradaki iki dostum Koray Tarhan ve Mahmut Fikirsindi’nin eğitmenliğinde, ayda bir sahne alıp, topladığım Şahmaran masallarını ve bu masalların bendeki yerini dilim döndüğünce anlatmaya başladım. Yakın bir dönem içinde ise Muzip ile yolculuğa çıkıp masalların kayıtlarını almak istiyoruz. Bakalım, umarım olur.

Masal anlatımında, hâlâ yaşayan bir sözlü gelenek var. Masallar anlatan nineler-dedeler örneğin. Böyle kimselerin peşine düşüp sözün uçup yok olmaması için onların anlattıkları masalları kayıt altına almak şart. Siz de böyle çaba yürütüyor musunuz? Nasıl işliyor bu süreç, biraz anlatır mısınız?  

Sözlü gelenek hep yaşıyor ve zannımca form değiştirerek yaşamaya da devam edecek. Birinci sözlü gelenek, yazının icadına kadar vardı ve sonrasında yazı ile yok olmak yerine toplumun içerisinde yaşamaya devam etti. Hatta yazı ile birlikte matbaa ve sonrasındaki süreçte, kendi varlığını yok eden bir eğri çizmek yerine, stabil yaşayan bir form haline geldi. Ardından internet ve sosyal medyanın hayatımıza iyice girmesiyle birlikte ikinci sözlü gelenek yaşanmaya başladı. Çünkü sosyal medyada hepimizin anlatacağı bir hikâye var. Geleneksel sözlü gelenekten bahsedersek, tabii ki bu durum zor şartlar altında yaşamaya devam ediyor. Eskisi kadar olmasa da aşıklar, dengbejler, öykücüler ve masalcılar hâlâ var. Benim hayalim, elinde anlatılacak bir masalı olan herkesten, bunların ses kayıtlarını alıp insanların online dinleyebileceği, ücretsiz bir platform hâline getirmek. Bu yıl içerisinde bütün planlamaları ve maddi olanaklarla ilgili kısmı çözebilirsem artık alana çıkıp tek tek insanlardan masallar toplamaya başlayacağım. Düşünsenize Anadolu’nun herhangi bir yerinde Zehra ninenin ya da Hikmet amcanın anlattığı masala ulaşabileceksiniz. Hatta gelecek yüzyıllarda da ulaşabilecek insanlar. 

“Bütün hikâye anlatıcılarının beslendiği kaynak, nesilden nesile, ağızdan ağıza aktarılan deneyimlerdir. Hikayeleri yazıya geçirenler arasında en büyük olanlar, adı sanı bilinmeyen sayısız hikâyecinin anlattıklarına en sadık kalanlardır” diyor Walter Benjamin. Masalları aktaran anlatıcılara sadık kalıyor mu masalları yazıya aktaranlar, ya da anlatılanlara sadık kalabilmenin yolu nereden geçiyor?

Bu aslında alengirli bir durum. Sözün, anlatanın anlattığı biçimde ne kadar yazıya geçirilebileceği ile ilgili ülkemizde bunu alanda çok iyi yapan, benim de kaynak ve yoluma pusula olarak gördüğüm birçok hoca var. Özellikle bu yolu bizim için inşa eden Pertev Naili Boratav bu konuda sanırım en iyi işleri ortaya koydu. Alanda, yani ülkemizin herhangi bir köşesinde akademik olarak masalları derleyen ve bu masalları toplamakla uğraşan insanlar var. Toplanan bu çalışmalar, aslına ve hatta şivesine sadık bir şekilde kitap hâline getirilebiliyor. Burada kaygımızın ne olduğu önemli aslında. Yani biz bunları kâğıda aktarırken, “bir masal kitabı yazarı mı olmak istiyoruz?”, “masallardan güzel bir edebî eser çıkarmak isteyen bir yazar mı?” Önce bunu bilmek gerekiyor gibi geliyor bana. Ben şahsen ikisinde de gözü olan bir açgözlüyüm diyebilirim. Çünkü hem yazmayı seviyorum hem de masal toplamayı. Bu yüzden tanıtım metninde “hem kendi hikâyelerini yazar hem de anlatılan masallara konuk olur” minvalinde bir yazı yazmıştım.  

İyilerin ödüllendirildiği, kötülerin cezalandırıldığı masallarla büyüyoruz. Ama sonra büyüyüp gerçek dünyaya gözlerimizi açtığımızda böyle olmadığını görüyoruz. Ama elbette masallar bize toz pembe bir dünya vadedip gözümüzü kör etmiyor. Hikâye anlatıcısı Nazlı Çevik Azazi “Masallar bizi aslımıza kavuşturan efsunlu sözdür” diyor. Büyüme, özfarkındalık kazanma, kim olduğumuz, nereye gittiğimiz anlamında küçüklere ve hatta büyüklere neler katıyor masallar?

Bunu birçok yerde dile getirdim. Masallarda, masal kahramanı dışında kalan her şey masal kahramanının içindeki bir duygu veya hisse tekabül eder. Hatta kahraman da içimizdeki bize denk gelir. Öyle ki her masalın başlaması için bir yolculuk gerekir. Bu da bizim kendi içimizdeki maceraya çıkış yolculuğunun benzeridir. Joshep Cambell’in bahsettiği maceraya çağrı da bunun birebir örneğidir. Kahramanın her yolculuğu, bizim yolculuğumuzdur. Her mücadelesi, içimizdeki bir sorunla mücadele etmemizin yoludur, sorunudur, çözümüdür. Bu kısım artık bilinen bir gerçek: Chesterhon “Masallar bizi ejderhalara inandırmaya çalışmaz, bize ejderhalar kadar güçlü kötülerin bile yenilebileceğini öğretir” derken tam da bunu söyler aslında. Tüm sorunların bir çözüm yolu olduğunun farklı bir şekilde anlatılması olarak da düşünebiliriz masalları. Dolayısıyla çok sevdiğim Özcan Yüksek’in de dediği gibi, belki de “masallar her şeyi bilir.”

Halk masalları, edebî masallar ve mitolojik hikâyeler arasındaki benzerlikler ve ayrışan yanlar üzerine neler söylersiniz?

Bence halk masalları ile masallar arasında çok büyük bir fark yok. Masallar zaten hakların anlattığı hikâyelerdir. Ama edebî masallardan kasıt, birilerinin yazdığı masallarsa o kısımda ciddi bir çizgim var. Bir hikâye ya da anlatının masal olabilmesi için ilk ve kesin kural, anonim olması, yazarının bilinmemesi. Yok eğer yazarı biliniyorsa, o zaman o masal değil, masalsı biçime sahip, biraz da fantastik kurgulu hikâye, roman veya öykü olur. Yoksa “ben bir masal yazdım” ya da “şunun yazdığı masal” diye bir şeyi en azından ben, kendi fikrimce kabul etmiyorum. Şöyle ki, Tolkien ne kadar masalsı ve masallarla örülü hikâye yazarsa yazsın, yazdıkları masal değil fantastik kurgudur. Çok da güzeldir, o kısmı ayrı. Fakat masallar yazılmaz, kendiliğinden oluşur. Mitolojik hikâye ve masallarla ilgili Campbell diyor ki “Tipik olarak peri masalının kahramanı mikrokozmik, mitin kahramanı ise dünya tarihine ait bir zafer elde eder.” 

Çokça tartışıldığı gibi, çocuklar bazı masallardan uzak mı tutulmalıdır ya da bazı masalların yaşı mı vardır? Örneğin Andersen Masalları, Binbir Gece Masalları gibi masallar? Aslında bu gibi masalların çoğu çocuklar için yazılmamıştır.  

Bu konuda kesin bir konuşma yapabilmem için çocuk pedagojisi bilmem ve bu konuda uzman olmam gerekiyor. Ama şunu da net olarak söyleyebilirim: masalların özellikle çocuklar için uyarlanmaya ve çocuklar için dinlenebilir ürünler hâline getirilmesi Grimm Kardeşler ve sonrasında oluşmaya başlayan bir olgu. Tabii ki her şeyi çocuklara anlatamadığımız gibi her masalı da çocuklara anlatamayacağımız oldukça net bir gerçek. Ama eskiden, çok eskiden çocuklar ya da büyükler diye ayrılmadan, masallar herkese anlatılırmış. Vlademir Propp 1800’lü yıllarda masalları, özellikle Rus halk masallarını alıp bir potaya koyup incelemiş ve sonunda çocukların empati yeteneklerinden tutun da birey olup sorun çözme, hayal edip o hayali gerçekleştirmeye varana kadar birçok konuda çocukların gelişmelerini sağlayacağını söylemiş.

 

[1] https://muzipmasalcini.com/