Eyüphan Erkul: “Cahide’nin anlatıldığı gibi biri olmadığını biliyordum”

Cahide: Melekler Yeryüzünde Yaşayamaz adlı kitabında Türk tiyatro ve sinemasının önemli ismi Cahide Sonku’nun hayatını gerçeklik ve kurguyu harmanlayarak anlatan Eyüphan Erkul, Cahide Sonku konusunda sinema tarihçileriyle anlaşamadığını söylüyor: "Tarih öğrenmek isteyen tarih kitabı okur…"

21 Ocak 2021 16:52

Tiyatrodan sinemaya elini neye attıysa başarmış bir kadın Cahide Sonku… Ancak onu sözlü tarihimizde çoğunlukla yaşamının son dönemindeki alkole düşkünlük süreciyle biliyoruz ki, bu da hayatına bu kadar başarıyı sığdırmış bir insan için haksızlık... Senarist-yazar Eyüphan Erkul da böyle düşününce ortaya Cahide: Melekler Yeryüzünde Yaşayamaz kitabı çıkmış… Daha doğrusu kitaptan önce bir senaryo... Daha sonra şans eseri, ki aşağıda okuyacaksınız, kitaplaşma süreci başlamış. Erkul, derlediği bilgilerden yola çıkarak can sıkıcı bir metin yazmaktansa, kurguyu da işin içine katarak dram sanatının bütün olanaklarından yararlanmak istemiş. Yaşanan gerçekliği edebiyatla yeniden ürettiğini söyleyen Eyüphan Erkul’la Cahide Sonku’nun hayatı üzerinden kitabı konuştuk…

Cahide: Melekler Yeryüzünde Yaşayamaz, aslında bir senaryo olacakken romana dönüşmüş. Nasıl oldu bu?

Ben elimdeki araştırma ne olacaksa –ister roman, isterse senaryo– önce bir 30 sayfa kadar özetini yazıyorum. Daha sonra da o hikâyeyle ilgili yapımcılarla görüşüyorum. Cahide Sonku’yu ve Afife Jale’yi de bu şekilde yazdım. Sonra yazdığım metin üzerinden yapımcılarla görüşmeye başladım. O sırada da İclal Aydın’ın da menajeri olan Tülin Berk duymuş. İclal Hanım’a okutmak istediğini söyledi. İclal Hanım çok heyecanlanarak “Bunu roman olarak yazarsa ben yayınlarım” demiş. O sırada da yapımcılarla ilgili heyecanımı yitirmiştim. Oturdum, 1-1.5 yılda romanı yazdım.

Araştırma süreci ne kadar sürdü? Çünkü roman oldukça ayrıntılı yazılmış… Cahide Sonku’yu diğer ünlülerden ayıran neydi sizin için?

O sözünü ettiğim 1.5 yıl içinde araştırıyordum ama öncesinde Cahide Sonku’yla beraber Afife Jale’nin de araştırması 6 ay sürdü. Cahide Hanım’ın hayatının son 10-15 yılı hep arabesk bir hüzünle anlatılıyordu; şöyle sokağa düştü, böyle alkolik oldu diye… Ben de hikâyesinin anlatıldığı gibi olmadığını biliyordum. Hayatım onun yaşadığı mekânlarla çok kesişiyordu. Mesela onun son yaşadığı evi, bir dönem yazı ofisi olarak kullanmıştım ben. Çevreden duyduklarım vardı, Parseh Bey’i (kitaptaki soyadı Çıtıryan) biliyordum. Eskiden yayıncıydım; orada da Agah Özgüç’ün Cahide: Peçete Kâğıdındaki Anılar kitabını basmıştım. Oralardan biliyordum Cahide Sonku’nun hikâyesinin ne kadar kudretli olduğunu ve daha önce doğru düzgün anlatılmadığını… Ziya Öztan, TRT 1’de dizi olarak denemiş ama çok başarılı olamamıştı. Gittim, arşivlere girdim. Süreli yayınları aylarca taradım. Eski tefrikaları buldum; ilanları, yayınları, onun hakkında çıkmış magazin yazılarını… Galiba bir 40 yıllık basın taraması yapmışımdır. Darülbedayi adıyla başlayan, daha sonra Türk Tiyatrosu’na dönüşen tiyatro dergilerini taradım; oynadığı tiyatro oyunları daha önce hiç derli toplu bir araya getirilmemişti ya da böyle kaynağı ben bulamadım. Oynadığı tüm oyunları ortaya çıkardım. 1930’ların başından başlayarak ilanlarla, o tiyatro metinlerini bulup okudum…

Tiyatro metinlerini bulmak kolay oldu mu?

Shakespeare, Henrik Ibsen gibi olanlar da pek sorun olmadı, az bilinenlere bile ulaştım. Ben de tiyatrocu olduğumdan dramaturglara danışarak, sahaflara bakınarak, internette PDF’lerini araştırarak aradım, kolay olmadı ama buldum.

"Yaşanan gerçekliği yeniden üretmek..."

Cahide’de kullandığınız dilden de bahsetmek istiyorum. Araştırmanızı gerçekten yaşanmış, tanık olmuş gibi anlatıyorsunuz…

Türkiye’de yazılanlar çoğu zaman dram sanatının olanaklarıyla anlatılmıyor, ya duygusallıkla anlatılıyor biyografilerde ya da araştırmacılar gazeteciler gibi mot à mot anlatıyorlar. Cahide: Melekler Yeryüzünde Yaşayamazlar ile ben dram sanatının anlatı biçimini edebiyatla birleştirmeye çalıştım. Zaten benim romancılığım da gerçekle kurmaca arasında gidip gelir. Daha önceki romanlarım da öyle… Karayılan: Bir Kurtuluş Savaşı Kahramanı gerçek bir hikâyedir. Savaş Ana, 1915 Çanakkale Harbi’ni anlatır; savaş karşıtı bir romandır. Cahide’de her şey gerçek, ayrıca iki kurmaca karakter ekledim. Bir yandan kurmacanın sınırlarını zorlarken, bir yandan da yaşanmış gerçeği. Bu ne demek? Yaşanan gerçekliği edebiyat vasıtasıyla yeniden ürettim. Ankara Dil, Tarih, Coğrafya Bölümü’nde Sevda Şener, Metin And, Turgut Özakman, Deniz Sokullu ve Ayşegül Yüksel gibi çok iyi ve feyz aldığım hocalarım oldu. Onların sayesinde tüm metne hâkim olabiliyor, ilk cümleyi yazarken finalin nasıl olacağını biliyorum. Yani onlardan disipline olabilmeyi öğrendim. Kurguyla hayatın gerçekliğine sırtınızı yasladığınızda bambaşka bir dünya ve atmosfer önünüzde açılabiliyor. Mesela; Kunt Palas gibi yaşanmışlıkların olduğu gerçek mekânları metne katmak, o binadan haberdarsa okuyucuya ayrı bir okuma zevki veriyor.

"Bu bir biyografi değil, biyografik roman..."

Kitapta iki kurgu karakter kullandığınızı geri kalanın gerçek olduğunu söylüyorsunuz. Peki gerçek karakterlerin yakınlarıyla kitap için konuştunuz mu?  

Yok, konuşmadım. Çünkü kimsenin yaşı yetmiyor Cahide Sonku’nun kudretli yıllarını hatırlamaya. Ben yazılı kaynak ve belgelerden yola çıktım. Cahide Hanım’la ortak tanıdıklarım onun hep son dönemlerini hatırlıyor, ben onun son dönemine romanımda yer vermek istemedim ama tarihe doğru tanıklık yapmaya dikkat ettim. Tabii kitapta temsili karakterler de var. Dört ayrı Bursa milletvekilini yazmadım, onları tek karakterle temsil ettim. Cahide Hanım’ın 5-6 avukatı var aslında, bu avukatları da tek tek yazmadım. Bunları da Buran Hanımda topladım. Buran hem gerçek karakter, hem de temsili rolleri var. Dolayısıyla o edebiyatın kurmaca kısımlarını zorladığımı düşünüyorum. Bu bir biyografi olsaydı, bunu yapmam imkânsızdı. Meslek etik kurallarına uygun olmazdı – ama bu bir biyografik roman. Dolayısıyla hayal gücüme dayanarak gerçekliği yorumlama gibi bir hakkım var, ben de öyle yaptım. Bu sinemada da edebiyatta da çok yapılır. Meşhur Çernobil dizisinde de kendisini radyasyona feda eden bilim insanı bir kadın vardır. Aslında Çernobil’de kendini feda eden 15 tane bilim insanı var ama bu 15 bilim insanı tek kişi olarak temsil ediliyor. Ben de aynı yöntemi uyguladım. Bizim edebiyatımızda az yapılan bir şey bu...

Kitabı yazarken, Cahide Sonku’nun hayatında sizi en çok şaşırtan ne oldu?

Her seferinde aynı hataya düşmesi beni çok şaşırttı. Bir psikolog doktor danışmanı vardı romanın, dolayısıyla da Cahide Sonku karakterinin… Onunla çok tartıştık psikolojisinin dehlizlerini… Her seferinde aşka yelken açıp, duvara toslaması beni çok şaşırttı. Bir de şu çok şaşırttı; küçük bir kız çocuğuyken oyuncu olmak istiyor, oluyor. Sonra başrol oynamak istiyor, yapıyor. Daha fazlasını istiyor, sinemada oynuyor, başarıyor. Film yönetiyor, yapımcılık yapıyor, hepsini başarıyor ama yetmiyor. Kariyeri yükselirken, elde ettiği başarıyı sürdüremiyor. Aşklarında da böyle… Bir süre sonra hayatı daha aşağıya inmişse orayı da kabullenip, orada yaşamaya devam ediyor. Beni en çok şaşırtan bu kabullenme ve bu kabullenmeyi bir tercihe dönüştürmesi… Türkiye’nin en büyük yapımcısı oluyor, o malum olaydan sonra elindekiler gidince tekrar yapımcılığı denemiyor, daha aşağı kategorideki mevzide bir tercih olarak yaşayarak devam ediyor. Hayat onu bir yere sürüklüyor ve orası kendi tercihi oluyor. Dönüp eskisini elde etmeye çalışmıyor.

Hayatında bu kadar adam varken, İhsan Bey’e ikinci kere dönmesi de bana ilginç geldi… Danha doğrusu Cahide Sonku karakterindeki biri için ilginç geldi…

Cahide Sonku anılarını 1981 yılında kendi el yazısıyla yazıp, Hürriyet Gazetesi’ne teslim ediyor. Yazdıkları Sedat Simavi’ye ulaşıyor. O metni Azize Bergen düzenliyor ve ölümünden sonra tefrika ediliyor. Orada İhsan için “mantık evliliğiydi” diyor. Yuva kurmak, güvenli liman, çocuk yapmak için…

"Ben gördüğüm Cahide Sonku'yu anlattım"

Tütün tüccarı kocası İhsan Bey sayesinde siyaset hayatının iç yüzüne ister istemez girmiş oluyor. Hatta Nâzım Hikmet’e vereceği parayı özellikle eşinden almasını da bir nedene bağlıyorsunuz. Nâzım Hikmet’i gerçekten o mu kurtarmış?

Evet, gerçek! Romanda ana ve yan hikâyeler gerçek. Nâzım’a da gerçekten o parayı veriyor. Romanın en başında bez bebek hikâyesi anlatılıyor. Yoksul olduklarını ve kardeşiyle bez bebek için kavga ettiğini söylüyor ama bu kavgada kimin kimi dövdüğünü bilmiyoruz biz. Yani karakterini ve ablasının hayatını düşündüğümde mutlaka Cahide onu dövmüştür diye tahmin edip öyle yazdım. Pedagoglara danışarak pedagojik yönünü ortaya çıkarıp, onun oyuncu olmasına gidişini anlattım. Gerçekle kurgunun nerede başlayıp, nerede bittiği flu. Fakat burada önemli olan, drama sanatının enstrümanlarını kullanabilmekti. Aynı şey Nâzım’ın hikâyesinde de var. Benim gördüğüm karakter böyle bir Cahide. Belki başkası yazarsa hikâyenin o kısımlarını başka türlü yazabilir.

Pedagoglara ve psikologlara danışmışsınız.  Kitabın tamamını mı yoksa peyderpey yazdıkça mı okuttunuz?

Önce hikâyesini gönderdim. Romanı yazarken de lazım oldukça arayıp, anlattım. Hatta çok enteresan şeyler oldu. Tıp doktoru danışmanım vardı. Bir gün aceleyle arayıp, “Cahide’nin içki krizi var. Belirtilerini internetten bulmak istemiyorum bana anlatır mısın, ne yapması gerekiyor?” diye sordum.  Beni yanlış anladı. Cahide diye başlayınca o gerçekten tanıdığım alkolik bir arkadaşım sanmış. Ben Cahide Hanım’la o kadar özdeşleşmiştim ki, o sanki benim zihnimde yaşayan biri gibiydi. Tiyatro uzmanlarına, sinema tarihçilerine, psikoloğa, pedagoglara, avukatlara hep sordum. Uzmanlardan yardım alarak ilerledim.

Kızı Ender Hanım’ın haber olup olmadığını da merak ettim. Kızı da oyuncuymuş o dönemlerde.

Yılmaz Güney’in Baba filmindeki performansı çok iyidir. Ender Hanım bir gönül kırgınlığı nedeniyle, özellikle miras meselesi yüzünden gidiyor Türkiye’den. Ulaşabilen yok kendisine. Ben de ulaşmayı denedim, ulaşamadım. Annesiyle ilgili hiçbir şeyle ilgilenmiyor. Bir gün onunla karşılaşıp konuşmayı çok isterim.

Ben de çok isterim…

Bir rivayete göre Londra’da yaşıyor. Başka rivayete göre de Hamburg’ta. Bodrum’da da görenler var. Türk Dışişleri, kültür ataşeliği aracılığıyla ulaşanlar var sanırım ama konuşmuyor annesi hakkında. Nedenini de bilmiyoruz. Keşke görüşüp sohbet edebilsek…

Eyüphan Erkul

Ender Hanım’ın gitmesinin nedeninin annesinin bir türlü bitmeyen alkol problemi olduğunu düşündüm ben…

Benim de tahminim bu yönde. Şöyle hikâyeler vardı; bir dönem Ender Hanım yatılı okuyor anne-babası ayrıyken, Cahide Hanım onu ziyarete gidiyor ve Ender Hanım, onu kabul etmiyor mesela… Annesiyle sevgiyle nefretin, küskünlükle kucaklaşmanın iç içe geçtiği bir ilişkisi olmuş hep.

İhsan Bey’in Cahide Sonku ile kızı Ender Hanım’ı yurt dışına gönderip, orada yaşatmak isteğini okudum. Doğru mu?

Çeşitli kaynaklarda çeşitli rivayetler var bununla ilgili… Benim karakterimin gelişimi ve psikolojik boyutu gereği ben Cahide’nin tarafını tuttum. Ama İhsan Bey’in Cahide Sonku ile Ender’i yurt dışına gönderip, bütün masrafları üstlenmek istediği teklifi kesinlikle doğru. Ama Cahide Hanım bunu kabul etmiyor. Sadece koca parasıyla rahat bir hayat yaşamayı tercih etmiyor. Çünkü o dönem Türkiye’de yapmak istediği işler henüz bitmemişti.

Okuyucu İhsan Bey’e bazen kızabilir, bazen de hak verebilir. Kötü bir karakter değil gibi sanki, değil mi?

Zaten bizim hayatımızda da salt iyiler ya da kötüler yok! Salt iyileri ya da kötüleri kullanmak, 20’nci yüzyıla ait bir şey! İçimizde hem iyilikler hem de kötülükler taşıyoruz. O yüzden de edebiyatta ve sinemada gri karakterler kullanmak daha gerçekçi. Son gelen romanlarda da, Türk Sineması’nda da gri karakterler var. Cahide’nin ilk rolü de bir peri kızı. Tavrı, yaşayışı bir melek gibi. Koyu gri bir melek gibi Cahide.

"Bir karakter hiç değişmiyorsa, o metin çöptür..."

Kitabın okuyucusu olarak Cahide Sonku’yu kendi kuralları olan, istediğini yapan, takıntıları olan, aileye özlem duyan, birini sevdi mi seven ama hakkında iyi düşünmediği insana da -mış gibi yapmayan, başarılı ve zaafları olan biri olarak tanıdım. Onun hayatını biyografik romana dönüştüren biri olarak siz nasıl hayal ettiniz? Sakladığınız yönleri var mı?

Ben aynı zamanda senaryo ve yazarlık hocasıyım. Derslerimde de şöyle anlatıyorum; Bir karakter hiç değişmiyorsa, yazılmış metin çöp kutusudur, çöpe atsanız da olur. Nasıl ki hayatta her şey değişiyorsa, karakterler de değişir ama ana aks değişmez. Cahide Sonku’nun da romanın başıyla sonu arasındaki o değişimi çok önemli. Sosyoloji, psikoloji değişiyor ama huy hep aynı kalıyor. Bunlar karakteri etkiliyor, can çıkmadan huy çıkmaz denir ya, o hiç değişmiyor. Buna dikkat ettim. Cahide Hanım’ın kibre kapıldığı yıllar vardı, 1950’lerden önce kibirli havası yavaş yavaş başlıyor. Ama romanın başında karakteri kibirli yapamazdım, erteledim ve Zeki Müren’le olan münasebetine kadar bu kibrini mümkün olduğunca okurdan sakladım. Zeki Müren’in ona yaptıklarına karşılık kibri sergilemeyi tercih ettim. Dolayısıyla şunu söylemek isterim; ben sinema tarihçisi olmadığım için, şu böyle demiş, şu da böyle demiş, bu kaynakta şu var, diyemezdim. İçlerinden birini tercih etmem gerekecekti, her seferinde dram sanatının olanakları dahilindeki karakterimin o değişimleriyle ilgili yolunu tercih ettim. Anaakım Türk televizyonlarındaki dizileri izleyemiyorum.  Çünkü Türk dizilerindeki en büyük sorun, karakterlerin bize yalan söylemesi. Baş karakter daha dizinin beşinci dakikasında yalan söylüyor ve ben yalancı birini neden izleyeyim? Hayat zaten yeterince kötü, yeterince karanlık bir yer. Biz zaten anlam aramak için güzel sanatlarla uğraşıyoruz; edebiyatla, resimle, sinemayla uğraşıyoruz. Dolayısıyla daha romanımın başında Cahide’nin kibirli yönünü öne çıkarsaydım, bu okura yapılmış çok büyük haksızlık olurdu.

Aslında kibirli biri ama bunu kasten öne çıkarmadım mı diyorsunuz?

Kibirli birisi değil ama başarı kazandıkça kibri artmış birisi. Doruğa çıktığı yer de, 53-55 yılları arası. Bu kibri romanın başına koysam okunmazdı. Kaybetme trajedileri de oralarda başlıyor.

Zeki Müren, Vasfi Rıza Zobu gibi ünlü isimler hakkında da uzun bir karakter analizi yapmışsınız gibi…

Evet, onlarla da ilgili karakter analizi yaptım.  Onların da psikolojik boyutunu önemsedim. Türk edebiyatı tiplerle doludur, karakterlerle değil. Onların tip olarak kalmalarına müsaade etmedim, psikolojik derinliklerini oluşturmaya çalıştım. Hepsinin karakterlerini başka başka kaynaklardan okudum. Özellikle Zeki Müren’in çok demeci var. Psikolojik boyutu yansıtmaya çalıştım.

Sinema tarihçilerinden gelen ya da size iletilen yorumlar var mı?

Zaten birçoğu Cahide Hanım’ı yazmak istiyor, birçoğu araştırma aşamasında. Onlarla şöyle bir problemimiz oluyor: Kendi doğrularını benim de yazmamı istiyorlar. Diyelim ki bir konu hakkında yazılmış üç kaynak var, birinin doğru olduğuna inanıp romanı ona göre oluşturmamı istiyorlar. Dram sanatının olanakları dahilinde istediğimi yapabilirim. Bu konuda tarihçilerle de anlaşamıyorum. Onlara şunu anlatmaya çalışıyorum; bu tarihi bir metin değil, tarihi bir roman. Yazarın yaratıcı yönleriyle farklı formlarla oluşturduğu bir eser, bir roman. Bir gazeteci ya da tarihçi metni değil! Bir biyografi yazarı kendi Cahide’sini yazabilir. Ben de kendi hayal dünyamın içinde bir gerçeklik oluşturdum. Tarantino’nun çektiği Soysuzlar Takımı filmini bilirsiniz, burada Hitler sinema locasında kafasına sıkılarak öldürülüyor mesela. Kimse de Tarantino’ya, hayır efendim, Hitler öyle ölmedi, dememiştir. Benim romanımda da öyle. Oradaki her şey gerçek ama benim tarafımdan yeniden türetilmiş bir gerçeklik. Dolayısıyla sinema tarihçileri, biyografi yazarları ve akademisyenlerle Cahide Sonku konusunda anlaşamıyoruz. Bu bir roman, tarih öğrenmek için roman okunmaz, film, dizi izlenmez, hatta tarih öğrenmek için televizyona çıkan tarihçi de seyredilmez! Tarih öğrenmek isteyen tarih kitabı okur…

İki yıla yakın bir süre bilgisayarımın karşısında tek başıma araştırarak, yazdıklarımı yakın çevremle paylaşarak yazdım. Ne yaptığımın farkındaydım ama insanların bu kadar büyük coşkuyla karşılayacağının farkında değildim. Yüzlerce mesaj aldım. Herkes 2-3 günde bitirdiğini söylüyor. Cahide Sonku hep yalnız ve kötü olarak anlatılmıştı, onun ne kudretli ve oyuncu adaylarının örnek alması gereken biri olduğunu galiba okuyucuya aktarabildim; bu konuda sevinçliyim. Kitabım çıktığında edebiyatçı Burhan Sönmez’i aradım, kitabımı alıp okuyacağını söyledi. İki gün sonra aradı. “Senin yüzünden eşimle kavga ettim. İki gün hiç iş yapmadan romanını okudum, bitirdim ve seninle gurur duyuyorum” dedi. Galiba ben bir ömür bunun için çalışmışım. Film olması için de teklifler var, sözleşme aşamasındayız, bakalım...

•