Kurmak, yıkmak ve yeniden yapmak için: Kendine ait bir zaman

Zaman varsa, kadın içindeki kendine ait odalarının kapılarını tek tek açacak, dilerse de kapatacak. Kendini kuracak; düşlerini, dilini, cümlelerini ve isterse de yıkacak...

04 Temmuz 2019 11:00

"Dünya erkeğe dediği gibi kadına da istersen yaz, beni hiç ilgilendirmiyor demiyordu. Dünya kaba bir kahkahayla, yazmak mı diyordu. Yazmak senin neyine? "

Virgina Woolf, Kendine Ait Bir Oda 

 

Bugün dünyanın birçok yerinde kadınlar için “kendine ait bir oda” tartışması “kendine ait bir zaman”a dönüşmüş durumda. Kendine ait bir oda yeterli değil, kadının kendine ait bir zamana ihtiyacı var. Kuşatılmamış, sınırlanmamış, müdahaleye kapalı bir zamana. Yazmak için, okumak için, canı isterse ikisini de yapmamak ama kendiyle; bedeni, zihni, düşleriyle kendine kalmaya. 

Kiminin ekonomik bağımsızlığı var kimi çok zengin, kiminin odası yok kiminin sadece yazı evi var, kimi her gün yazıyor kimi aylarca yazamıyor. İçinde bulunulan durumlar farklı olsa da kadınların ataerkil sistem içinde yaşadığı zamansızlık sorunları birbirinden farklı değil aslında. Kendine ait odası da, evi de, banka hesabı da olabilir ama neye yarar zihni, dili, derdi, derdini anlatacak cesareti, cüreti yoksa...

Kadın dünyanın birçok yerinde kendine ait olanı almak için mücadele ediyor, hem de doğumundan itibaren. Babalar, abiler, işverenler, kocalar, sevgililerle kuşatılmış dünyaya doğan kadın, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin egemen olduğu bir toplumda hayatını sürdürmeye devam ederken, hakkı olanı, zaten kendine ait olanı tırnaklarıyla kazıyarak almak zorunda. Bu, salt yazmak merkezinde de değil; kahkahasını, şortunu, tercih ettiği anneliği, düşüncesini, sokağını, odasını, zamanını...

Biz de birkaç ay önce Irmak Zileli ve Sibel Yükler’in bu konuyu tartışmaya açma fikirlerine dair uzun konuşmalar yaptık ve sonunda onların da katkılarıyla bu ayki dosya konumuzu “Kendine ait bir zaman” olarak belirledik.

Mesele sadece oda, ev değil, zaman çünkü. Bedenin de zihnin de ihtiyacı olan zaman. O zaman içerisinde okunacak, yazılacak, silinecek, durulacak, dinlenilecek ya da kendini dinleyecek ki dillenecek. Zaman varsa, kadın içindeki kendine ait odalarının kapılarını tek tek açacak, dilerse de kapatacak. Kendini kuracak, düşlerini, dilini, cümlelerini…

*

Geçen günlerde bir arkadaşım sosyal medya hesabından bir kitabın sayfasında altını çizdiği bölümü paylaşmıştı. Şöyleydi:

“Kadın yazar kendini net bir biçimde hissetmeyi kaldıramaz. Hissederse sakin kafayla yazması gerekirken öfkeyle yazar.”

Sonra Virgina Woolf’tan alıntı giriyordu metne:

“Sakin kafayla yazması gerekirken öfkeyle yazar. Akıllıca yazması gerekirken budalaca yazar. Yarattığı karakterleri yazacağına kendisini yazar.

Kendi yaşantısıyla savaştadır.” (Kendine Ait bir Oda, 1929)

Bu paylaşımın ekran görüntüsünü aldım ama bu arada da arkadaşıma hangi kitap bu diye sormadım. İki gün önce ise “kendime ait zamanımda” bir kitabı yarım bırakıp başka bir kitabı elime aldım ve içinde kayboldum. Sonra arkadaşımın paylaştığı yukarıdaki bölümler geldi aklıma, bir şey vardı, bir bağ, birbiriyle konuşan metinler ama o an üzerine düşünmedim, kitabımı okumaya devam ettim. Sabahına ise arkadaşıma o paylaştığı bölümün hangi kitaptan olduğunu sordum. Aldığım yanıt şaşırtıcıydı. Bir karşılaşma, buluşma olmuştu. Hem yazarla, hem arkadaşımla, hem dertlerimizle…

Arkadaşımın sonlarından bir bölüm paylaştığı kitap benim dün başladığım kitaptı. Deborah Levy’nin Bilmek İstemediğim Şeyler adlı kitabı. Bugün baktığım arka kapağında kitap için şöyle yazıyor:

Bilmek İstemediğim Şeyler kendi sesini bulmak ve yüksek sesle konuşmayı öğrenmek üzerine. George Orwell'in denemesine bir cevap ama aynı zamanda Kendine Ait Bir Oda’nın güncel bir yorumu da. Virginia Woolf’un ünlü denemesi gibi bu da önümüzdeki yıllarda sık sık alıntılanacak bir metin.”

Tüm bu meseleler üzerine aylardır düşünürken karşılaştığımız ya da önümüze düşüveren iyi kötü her şeyin de bir nedeni var belli ki.

Kitabı bitirmedim henüz ama arka kapağına kim yazmışsa, “kendi sesini bulmak ve yüksek sesle konuşmayı öğrenmek üzerine” demesi boşa değil.

Bizim konumuz da aslında bu. Zaman, oda, bedensel ve zihinsel özgürlük, evet hepsine ihtiyacımız var. Ve cüretkâr olmaya, kışkırtmaya, cesur olmaya, yeniden yaratmaya, yeni bir dil kurmaya, kim ne der diye korkmadan yazmaya.

*

Dosya kapsamında üç yazımız bir de 16 kadın yazarın katıldığı soruşturmamız var.

Gamze Arslan, B. Nihan Eren, Sine Ergün, Deniz Gezgin, Karin Karakaşlı, Melisa Kesmez, Ece Erdoğuş Levi, Birgül Oğuz, Birgül Özcan, Sinem Sal, Figen Şakacı, Aslı Tohumcu, Elif Türker, Fadime Uslu, Melike Uzun ve Mevsim Yenice’ye sorduk:

Virginia Woolf’un işaret ettiği gibi, kendimize ait bir odamızın olması, yazma ya da herhangi bir üretme süreci için yeterli bir çözüm mü, yoksa bir oda kadar hatta bazılarımız için odadan da ziyade, aslolan kendimize ait bir zaman ihtiyacımız mıdır?

Peki ya görünmeyen emek, yani zihinsel mesainin yükleri konusunda ne dersiniz? Kadının üzerindeki zihinsel mesainin/yükün göz ardı edilmesi aslında görünmeyen emeğin ta kendisi. Gerçekten bize ait bir zaman var mı, zihinsel meşguliyetler ve psikolojimiz yazı mesaimizi nasıl etkiliyor? 

Para kazanma kaygısı, ekonomik bağımsızlık, eşit işe eşit ücret mücadelesi, geçim meselesi, aile sorumlulukları bir kadın olarak yazınınızı/yazma mesainizi nasıl etkiliyor?

Yazmak için ihtiyacımız olan "kendine ait zaman" nasıl yaratılır? Kadın yazar olarak kendi zamanına sahip çıkmanın yolları nedir?

  

Yanıtların her bir cümlesi çok kıymetli olduğu için olduğu gibi yayınladık ve soruşturmayı ikiye böldük.

Kendinize ait bir zamanınız var mı? (I)

Kendinize ait bir zamanınız var mı? (II)

 

Ve diğer yazılar...

 

Pelin Buzluk:

Geri sayımlı zamanlarda yazmak

Kendimize ait bir oda ya da masa yoksa, bu yersizlik zamansızlık da getirir. Boş zaman bulunsa bile kullanışlı olmaz. Yemek masasını ya da ortak alanlardaki herhangi bir yeri kullanabilmek için evdekilerin uyumasını beklememiz gerekebilir. Belki bu nedenle tanıdığım kadın yazarların çoğu uyku saatlerini azaltarak gece yazmak zorunda kalıyor. Mutfak toplanmış, bulaşık makinesinin sesi gelirken, kimse su, çay istemiyorken, telefon susmuşken, gecede yalnızca bize ait bir zaman, evde yalnızca bize ait bir alan bulmuşken... 

Oylum Yılmaz:

Saati kır, zamanı çal, romanı yaz!

Pekâlâ, diyelim ki saatleri kırdık, zamanı kendi zamanımıza ayarladık, toplumsal beklentileri reddederek yazmanın yolunu bulduk. Ya sonra? Alkışlar ve kapanış bekleyen, bizden değildir! Ya da şöyle söyleyeyim, yaşadığımız dünyada böyle bir beklentisi olan saf bir kadın yazar olduğunu düşünemiyorum. Çünkü eril düzenin zamanını aşmak, kendimize ait bir zaman çalmak asla yeterli olmaz. Düzenin tıkır tıkır işleyen saati gibi, yine tıkır tıkır işleyen kadınlara kapalı bir edebiyat ortamı vardır. 

Irmak Zileli:

Kadın yazarın odası kuşatma altında

Ben sana kendine ait bir odan olmasın demiyorum, olsun tabii, şurda bir sandık odası var, gel oraya küçük bir masa atalım, misler gibi oda olur. Yalnız evin salonu, misafir odası, koridorları, mutfağı, banyosu benim. Kendi odanda dilediğince üretebilirsin. Ürettiklerini benim kamusal alanıma taşımak istersen o zaman bakarız, bunu hak edecek bir şey ürettin mi değerlendiririz. Değerlendiririz derken işte ben, komşumuz filan bey; alt kattaki falan bey; apartman yöneticisi feşmekân bey; muhtar filankes bey…

*

"Kendine ait zaman"dan çalıp dosyamıza katkı sağlayan tüm yazarlarımıza teşekkür ediyor ve son sözü Simone de Beauvoir'a bırakıyoruz. 

“Gerçek şu ki ben bir yazar kadınım: bir yazar kadın, yazı yazan bir ev kadını değildir, bütün varoluşu yazının buyruğu altında bulunan kadındır. Böylesi bir ömür her ömre bedeldir. Kendi nedenleri, kendi düzeni, kendi amaçları vardır. Bu yaşamı çılgınca diye nitelemek için onlardan hiçbir şey anlamamış olmak gerekir.” (Koşulların Gücü)

 

Önümüzdeki ay görüşmek üzere...