“Dünya elden giderken harekete geçmemizi engelleyen şey nedir?”

Jessie Greengrass: “İklim krizinin neden bu kadar zor işlenen ve yanıtları zor verilen bir konu olduğunu düşünmenin bir yolunu bulmak istedim. Onu varoluşsal bir tehdit olarak kabul etmemizi engelleyen nedir? Harekete geçmemizi engelleyen nedir? Hem bireysel düzeyde hem de sistem düzeyinde.”

30 Haziran 2022 09:30

İkinci romanı Issız Ev üzerine Jessie Greengrass ile söyleştik; romanın ana konusu olan iklim krizi, çevre felaketleri, insanların kendileri için yeni yaşam alanları yaratma mücadeleleri ve gelecek olan yeni jenerasyonlara ekolojisi mahvedilmiş bir miras bırakmamız konuları çerçevesinde ilerledi sohbetimiz. “Ben zihin teorileriyle, öznellikle, bir insan olmanın nasıl bir his olduğuyla ilgileniyorum” diyor Jessie Greengrass ve bu noktadan anlatmaya başlayarak verdiği tüm cevaplarla ileride iklim krizinin öncülük ettiği nasıl bir dünya kurgusunun bizi bekliyor olabileceğine dikkatimizi çekiyor.

***

Yükseköğreniminizi felsefe üzerine yapıyorsunuz. Aldığınız felsefe eğitiminin yazmış olduğunuz kitaplara katkısı ne oldu?

Yazmaya ilk başladığımda, bir felsefe öğrencisi olarak kurgumun ilgi duyduğum şeylerin bir uzantısı olduğunu çok açık bir şekilde gördüm. Ben zihin teorileriyle, öznellikle, bir insan olmanın nasıl bir his olduğuyla ilgileniyorum – ama şimdi, ilişkinin daha az nedensel olup olmadığını ve daha çok, beni felsefe okumaya götüren problemlerle ilgili bir soru olup olmadığını merak ediyorum. Hâlâ beni birincil anlamda meşgul eden meseleler bunlar. Aynı konuya gerçekten farklı bir yaklaşım olup olmadığını merak ediyorum.

Bununla beraber bir kurgu eserinin, yazarının tarihinden doğduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu anlamda, üniversitede ve sonrasında okumayı seçtiğim şeylerin yazmamı etkilememesi imkânsız olurdu. Çünkü bu şeyler düşünme biçimimde büyük rol oynadı ve aynı zamanda bana belirli bir araç seti verdi. Çekiç için her şey çivi gibi görünür. Bir felsefe öğrencisi için her problem ontolojidir.

Romanlarınızdan önce edebiyat literatüründe yükseliş trendine geçen iklimkurgu (Climate Fiction; Cli-Fi) türü ile ilgili konuşmak isterim. Edebiyat içerisinde nasıl bir iklim kurgusuyla yerini alıyor Cli-Fi?

Yayıncılıkla ilgili tuhaf şeylerden biri –özellikle de her şeyin Covid nedeniyle yavaşlaması– bir kitap yazmakla kitabın yayınlandığını görmek arasında geçen sürenin, yani yayınlandığı bağlamın, yazıldığı bağlamdan çok farklı olabileceği anlamına gelmesidir. Issız Ev’i 2019’un başlarında, iklim krizinin kurgusal bir metin olarak pek de yazılmadığını gerçekten hissettiğimde yazmaya başlamıştım. Yazarken geriye, 20. yüzyılın nükleer romanlarına giderek, bu gerçek korku duygusunu nasıl yarattıklarını ve felaketin yakınlığına dair endişelerin nasıl oluştuğu üzerine düşündüm. Çağdaş kurguda neden aynı tür şeyleri görmediğimizi merak ettim. Açıkça söylemek gerekirse, konuyla ilgili birçok insan aynı anda aynı düşünceye sahip olabilir. Çünkü kitap çıktığında konu üzerine yayınlanan pek çok kitap arasında yerini aldı!

İklim krizine odaklanan Issız Ev’i Dünyanın bir iklim kıyametine doğru gittiğini göstermek için mi yazdınız, yoksa zaten bu kıyamet gerçekleşti, bundan nasıl sağ çıkarız, kurtulabiliriz meselesinin cevaplarını aramak için mi?

Aslında herhangi bir cevap bulmaya çalışmıyordum – ama iklim krizinin neden bu kadar zor işlenen ve yanıtları zor verilen bir konu olduğunu düşünmenin bir yolunu bulmak istedim. Onu varoluşsal bir tehdit olarak kabul etmemizi engelleyen nedir? Harekete geçmemizi engelleyen nedir? Hem bireysel düzeyde hem de sistem düzeyinde. Ve dünya paramparça olurken bir şeyleri sürdürmenin nasıl bir his olduğunu yazmak istedim – öfke ve keder içindeyim ve bunu keşfedebilmek istedim. Cevapları bence, bizden çok, dinlememiz gereken bilimciler verecek. Ancak kurgu eserler karşı karşıya olduğumuz şeyle uzlaşmamıza yardımcı olabilir.

Çevreci bir aktivist olan Francesca romanın başkarakteri. Bir anne, bir eş. Fakat onu toplumsal rollerinden çok çevreci aktivist yönüyle ön plana çıkarıyorsunuz.Francesca’yı yazarken onun rolünün roman içindekini değişimlerini tam da böyle mi planlamıştınız?

Ben kitabı yazarken Francesca’yı değiştiren en önemli şey, ilk taslaklarda onun bir erkek olmasıydı. Bir erkek olarak –hatta bir baba olarak– tuhaf bir şekilde ilgisizdi ve herhangi bir çatışma olduğunu hissettirmiyordu. Bir adam genç ailesini geride bırakarak dünyayı kurtarmaya mı gidiyor? Güzel… Gitmek erkeklerin her zaman yaptığı şeydir zaten. Fakat bu kişiyi bir kadın yaptığınız an büyük bir ahlaki çatışma başlar. Küçük oğlunu nasıl bırakabilir? Söylediklerine, mücadele ettiği şeylere gerçekten inanan biri bunu nasıl yapar? Bunlar hakkında yazmak istedim, çünkü bunlar hepimizin karşı karşıya olduğu şeyler. İnsanlar sevdikleri insanları korumakta çok iyidirler. Ancak iklim krizi mücadelesi bağlamında bu çok feci bir uyumsuzluk gibi görünmeye başlar. Gerçek şu ki, bundan ancak zenginliğin ve kaynakların radikal bir şekilde yeniden dağıtılmasıyla çıkabiliriz.

Francesca’nın iklim kıyametine karşı inşa ettiği Issız Ev için Nuh’un Gemisi diyebilir miyiz? Ailesi için hayatta kalmanın ve mücadele etmenin sembolü olan Issız Ev aynı zamanda geleceğin kurgusuna uygun olarak devam edecek tüm canlılar için de bir tür Nuh’un Gemisi.

Issız Ev kesinlikle bir gemidir ama kusurlu bir gemi. İncil’de Nuh’un Gemisi tufanda yükselen sulara karşılık batmamak üzere inşa edilen bir araç. Romanda ise ben iklim değişikliği felaketi bağlamında hayatta kalmanın nasıl görüneceğini, ne anlama geleceğini sormak istedim. Issız Ev’de insanlar ellerinden geldiğince kendi kendilerine yeterli olmaya çalışıyorlar, ancak gerçek şu ki sınırlı kaynaklara sahipler ve onları yenilemenin hiçbir yolu yok.

Kitabı yazarken kendi kendine yeterliliğin nasıl bir şey olduğu hakkında çok düşündüm ve gerçek şu ki, uzun vadede neredeyse imkânsız görünüyor. O kadar çok şey var ki, bir tür sosyal doku olmadan yapmak mümkün değil. Örneğin bir inekleri olabilir ve onu sağabilirler diye düşünüyorsunuz. Ama bir inek birkaç yıl süt verir, peki ya sonra? Peki, onlara bir inek ve bir boğa sürüsü verin. Bu size biraz daha fazla zaman kazandırır, ancak aynı zamanda çok daha fazla iş. Ve inekleri gütmek için harcadıkları zaman patates yetiştirmek için harcanamaz. Bu yüzden sütten buna değecek kadar kalori almalarını umarsınız, ancak tek bir boğayla sürüyü koruyamazsınız.

Romanın diğer karakterleri –gelecek kuşaktaki jenerasyonları temsil eden– Paul (Pauly), üvey kızı Caroline (Caro) üzerinde de konuşmak isterim. Çocukların mücadeleleri en az annenin mücadelesi kadar önemli, ayrıca romana ayrı bir katman kazandırmıyor mu? Ne dersiniz?

Romanın kahramanlarının yaratılmasında rol almadıkları bir krizi miras alacak kadar genç olmaları benim için çok önemliydi. Bir mücadeleye sahipler fakat suçluluk duygusuyla baş başa kalıyorlar. Ancak bunun için herhangi bir sorumluluk taşımıyorlar. Bir gemi isteyip istemediklerini bile seçemediler – ve kitapta zaman zaman en azından Caro’nun buna değip değmediğini merak ettiğini düşünüyorum.

Francesca’nın arkadaşı Grandy ve onun torunu Sally (Sal) karakterleri var bir de. Geçmişte ekoloji adına iyi bir mücadele vermediğimizi göstermesi açısından Grandy önemli bir karakter ama buna rağmen vazgeçmememiz gerektiğini de öğretiyor, öyle değil mi?

Kesinlikle… Grandy’nin azmin sembolü olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, geçen yüzyılda Birleşik Krallık’ta toplumun ne kadar radikal bir şekilde değiştiği hakkında biraz yazmak ilgimi çekti. Özellikle balıkçılık endüstrisi eskiden çok büyüktü, –ve tekne yapımı gibi diğer ilgili şeyler– şimdiyse neredeyse yok. Balıkçı toplulukları ve ayrıca çoğu şimdi kaybolmuş olan çiftçi toplulukları için güvencesizlik her zaman bir yaşam biçimiydi. Tehlikeliydi, hava durumuna bağlıydı. Radikal sanayileşmenin son yüzyılında bir yerlerde, hafife aldığımız şeylerin –konfor ve güvenlik, sıcaklık, düğmelerin ve anahtarları değiştirmenin kolaylığının– çok yeni olduğunu unuttuk. Grandy bunu hatırlayabilir.

Hikâyenin parçalı kurgusunda zamanın –geriye gidişler, ileriye gidişler, zamanda sıçramalar– kullanılışı çok önemli olmuş. Zaman zaman distopik bir evren kurgusunu da hissettiğimiz bu yapı hakkında ne söylemek istersiniz?

Çok fazla örtüşme olduğunu söyleyebilirim. Özellikle Issız Ev ile distopik bir gelecek hakkında yazmaya çalışmıyordum –romanın çok azı selden sonra gerçekleşir– dah çok bu geleceğin nasıl geldiği hakkında… Roman çok yakın bir gelecekte (gerçekten neredeyse şimdi) başlar ve ardından öngörülen kriz boyunca ilerler. Hikâyenin parçalı doğasının kaynaklandığı yer burasıydı – çünkü daha sonra karakterlerin geride bıraktıkları hayatın flaşlarını göstermek istedim.

Son olarak, iklim krizi ve kıyametinin sonucu olarak pandemi, dünya gündemindeki sıcak savaş ve ekonomik krizler... Dünya bu süreçler sonrası yenilenebilecek mi? Edebiyatın bu yenilenmeler içerisindeki rolü ne olacak?

Umutlu hissettiğim günlerim ve daha az umutlu hissettiğim günlerim var. Sadece üç yıl önce yazdığım kitabı yazarken dünyanın nasıl olduğunu ve şimdi nasıl olduğunu düşündüğümde kendimi oldukça kasvetli hissediyorum, çünkü işler çok daha kötü görünüyor. Ama öte yandan da çok daha fazla öfke var. Gerçekten kolektif öfkenin bizi kurtarabileceğini düşünüyorum ve edebiyatın oynayabileceği rol de bu konuşmaları yapmamızı sağlıyor. Tartışma ve değişim için alan açıyor. Tek bir kitap sonucu değiştirmeyecek ancak bir bütün olarak edebiyat, film, sanat – tüm bunlar bizi yavaş yavaş umuda doğru götürmeye başlayabilir.

•