Didem Ardalı Büyükarman ile söyleşi: “İz açıcı kadınların edebiyata katkısı”

"Kanon oluşumlara karşı kadın hareketlerini dağcılık sporuna benzetiyorum. Dağcılıkta önden gidenler arkadan gelenler için iz açma görevini üstlenirler. Kadın iz açıcılar sayesinde, kadın yazarların mücadelesi sayesinde tüm toplumsal yaşamın ve edebiyatın yapılanmasında birtakım değişimler, dönüşümler söz konusu..."

16 Haziran 2022 07:16

Didem Ardalı Büyükarman ile “Edebiyatın İzinde” üst başlığıyla gerçekleşen, 2012 yılından itibaren süregelerek sempozyumlar kapsamında düzenlenen etkinliklerin her birinin kitaplaşıp geniş kapsamlı bir külliyat olarak yayınlanması çerçevesinde konuştuk. Edebiyat bir bilim midir? Edebiyatı niteleyen türler nasıl ele alındı? Tamamı kadın akademisyenlerden oluşan, böylesine geniş kapsamlı bir sempozyum neye ihtiyaç duyularak yapıldı? Kanon oluşumlar deyince sadece eril düzeni mi baz almalıyız?
 
 
Edebiyatı nereye konumlamamız ve nasıl nitelememiz gerektiği sorusuyla başlamak isterim. Edebiyat bir bilim midir?
 
Edebiyat üniversitede bir bilim. Gündelik hayatta ise bilim yanından çok sanat yanı ön planda. Bizler üniversitede edebiyatın nasıl incelenmesi gerektiğini öğretmeye çalışıyoruz. Ancak sanat olarak edebi üretim üniversitelerde en azından Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinin işi değil. Edebiyatın bir sanat olduğu öğretiliyor, fakat bir yandan da öğrenciler son dönemlerde popüler olan yaratıcı yazarlığı da talep edebiliyorlar. Yani edebiyat üniversiteler kategorisinde bir bilim, fakat fizik gibi kimya gibi belli, net formülleri olan bir yapı değil. Kendi adıma edebiyatın iki tarafında da duruyorum diyebilirim. Hem alımlayıcı hem de öğretici tarafı.
 
“Edebiyatın İzinde” üst başlığıyla gerçekleşen, 2012 yılında başlayan ve 2021 yılında Edebiyat ve Gündelik Hayat kitabının yayımlanmasıyla devam eden sempozyum sürecinin aşamalarını anlatır mısınız?
 
2010 yılında TÜBİTAK projesiyle başladı bu süreç. Seval Şahin, Banu Öztürk ve ben, üçümüzün yürüttüğü “Türk Edebiyatında Polisiye Romanın Tarihsel Gelişimi (1884-1928)” projesi 2014’te tamamlandı. TÜBİTAK projesiyle başladığımız çalışmanın çıkış noktası edebiyat tarihlerinde tür olarak çok yer alamayan polisiyenin bu topraklarda ne kadar eskiye dayandığını araştırmak ve biçimsel olarak türün özelliklerini ortaya çıkarmaktı. Proje ilerledikçe, zamanla bir sempozyum yapma fikrine, sonrasında da bu fikri fiziki olarak gerçekleştirme çalışmasına dönüştü. “Edebiyatın İzinde” üst başlığı ise Seval Şahin ile Bağlam Yayınları’nın bir hayaliydi diyebilirim. Sözler suya yazılan kelimeler olarak kalmasın, yazıya dökülsün istedik. Pandemi sürecinin başlamasıyla sempozyum serimiz online platforma da taşındı. Bu yolculuğun başından sonuna en önem verdiğimiz konu “Nasıl geliştirebiliriz?” düşüncesinin peşinden gitmemiz oldu.
 
 
Sempozyumu –tamamı kadınlardan oluşan– akademisyenler gerçekleştiriyor. Özellikle kanon oluşumlar düşünüldüğünde, böylesine kapsamlı bir sempozyumu kadın akademisyenler olarak gerçekleştirmek isteme ihtiyacınızı ve kadınların edebiyat adına aşama kaydedici unsurlarını konuşmak isterim.
 
Kanon oluşumlar her türlü sanat ortamında ve her dönemde var. Önemli olan bunun farkına varmak ve ona göre konum almak. Kadın edebiyatı açısından bakarsak, daha Tanzimat yıllarında Ahmet Mithat Efendi mesela bunu fark ederek kadınlara ve gençlere yer açmak için girişimlerde bulunmuş. Biliyorsunuz, gençler de en az kadınlar kadar görünmeyen, görülmek istenmeyen nüfusu oluştururlar. Her şeyden önce eril bir yapılanma söz konusu olduğu için –sadece bizde değil, tüm dünya edebiyatında elbet– bu görmezden gelmenin altında başta cinsiyetçilik olmak üzere, kadına değer vermeme, onu bir varlık olarak her tür üretime katkı sağlayıcı olarak görmeme veya görse de hakkını vermek istememe yatıyor. Kanon oluşumlara karşı kadın hareketlerini dağcılık sporuna benzetiyorum. Dağcılıkta önden gidenler arkadan gelenler için iz açma görevini üstlenirler. Kadınlıkta iz açıcılar vardır. Önden giden kadınlar, gençler için yolu daha güvenli hale getirirler ya da bunun mücadelesini verirler. Kadın iz açıcılar sayesinde, kadın yazarların mücadelesi sayesinde tüm toplumsal yaşamın ve edebiyatın yapılanmasında birtakım değişimler, dönüşümler söz konusu. Bu mücadele alanı konforlu değil elbet. Büyük eril sistemin karşısında sürekli mevzi kaybedici şekilde ilerlenebilen bir oluşum. Sadece kadın yazarla olsun demiyoruz ama şunu biliyoruz ki, kadın yazarların iz açıcı tutumu edebiyata büyük katkı sağlıyor. Birbirimizi destekliyoruz.
 
Kadının edebiyatta aşama kaydedici unsuruna gelince, şu an doğru değerlendirebilir miyiz bunu, bilmiyorum. Her oluşumun, her ilerleyişin kendi içinde bir olgunlaşma zamanı var çünkü. Hatta yazarlara baktığımızda bazı örnekler çok yanıltıcı olabiliyor. Kendi döneminde çok popüler olanları yeni nesil hiç tanımıyor ya da tam tersi. Döneminde kitabı hiç dikkat çekmemiş bir yazar bugün çok okunanlar arasına girebiliyor. Aşama söz konusu olunca neyi, hangi süreyi baz almak lazım? Kerime Nadir bir dönem en çok okunan yazarlardan. Kırktan fazla romanı var, kendi döneminde çok satan, çok konuşulan bir yazar ama bugün adı yok. Kubbede ne kadar seda bırakacak şu andaki yazarlar, buna cevabım çok da net değil. Apayrı bir çalışma konusu bu aslına bakarsanız. Son sempozyumda bunu konuştuk, kanon yapılanmalarını da içine alacak şekilde. Adalet Ağaoğlu mesela kendisine “kadın yazar” denmesine kızıyordu. Burada cevap bekleyen birçok soru devreye girebiliyor. Kadın edebiyatçıların romanlarından kim ne kadar söz ediyor ve söz etme şekilleri nasıl? Bu noktada kadınların metinleri ne kadar görünüyor? Nasıl yaklaşılıyor? Asıl olarak düşünülmesi ve üzerine konuşulması gereken şeyler neler? Başat yayınevlerinin giderek azalması, butik yayınevlerinin çoğalması, butik yayınevleri vasıtasıyla bilenenlerin dışında haberdar olmadığımız yazarlarla ve kitaplarıyla tanışmamız, bu bağlamda çeviri kitapların ve çevirmenlerin çoğalması bile verilecek cevapları bambaşka bir yöne götürmede önemli etken. Tüm bunlar göz önünde bulundurularak, biraz da işin ironisini düşünecek olursak, “edebiyatın aşama kaydetmesinde ne kadar etkili kadınlar” sorusuna “bu da başka bir kanonun işi” diyebiliriz.
 
 
“Edebiyatın Üvey Evladı; Polisiye Edebiyatı” ile başlıyor sempozyum ve “Fantastik ve Bilimkurgu”, “Delilik”, “Coğrafyalar”dan sonra “Edebiyat ve Gündelik Hayat” ile noktalanıyor. Bir de tabii çok önemli bir parantez olarak Yeni/Den Yeni: 19. Yüzyılı Yeniden Yazmak kitabı var. Türleri ve edebiyatı önemli derecede niteleyen konu başlıklarını nasıl seçtiniz?
 
İlk sempozyum TÜBİTAK projesiyle başlayınca, polisiye en bildiğimiz alandı ve bu türle başladık. Projeyi çalışırken çok yoğun şekilde fantastik ve bilimkurgu geçmişimiz olduğunu fark ettik. Fantastik, polisiyenin devamı gibi geldi aslında. Diğer türlerle ilgili çalışırken ise bu türlerle ilgili kaynak çalışmaların azlığı dikkatimizi çekti. “Neye ihtiyaç var?” diye sorduk bu gölgede kalan türlerle ilgili ve ona göre bir rota belirledik.
 
Edebiyat gündelik hayat üzerinden ele alınmaz pek ama sizler sempozyumun en önemli konusu olarak “Edebiyat ve Gündelik Hayat” konusunu da işliyorsunuz.
 
“Edebiyat ve Gündelik Hayat” sempozyumunu yaptıktan hemen sonra pandemi oldu. Gündelik hayatımız bambaşka bir yöne doğru akış değiştirdi. Tüm dünyanın yabancısı olduğu yeni bir düzen hızla kuruldu. Bu kitap pandemi öncesi bir edebiyat dünyasından bahsediyor. “Edebiyat ve Gündelik Hayat”ın en güzel tarafı pandemiden hemen önce yapılması. Gündelik hayatın sanata yansımalarının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha bu süreçte anladık.
Sempozyumların açılışlarında o konuyla ilgili çalışmış araştırmacıları davet etmeye çalışıyoruz. “Fantastik ve Bilimkurgu”nun açılış konuşmasını Bülent Somay, “Edebiyat ve Coğrafyalar”ın açılışını yine bu konuda çalışmaları olan Emel Kefeli, “Edebiyat ve Gündelik Hayat”ın açılışını ise Ali Şükrü Çoruk yaptı. Kitapların içlerine mutlaka konuyla ilgili ayrıntılı kaynakça ekledik. Bizim için diğer önemli konu da alanlarında ele aldığımız türler adına önemli örnekler vermiş yazarları bir araya getirmekti. Sempozyumda panel olarak bir araya gelen yazarların konuşmaları da deşifre edilip kitaplarda yer aldı. Sadece “Bir Müessese Olarak Edebiyat: KANON” sempozyumuna yazarlar yerine kanonu belirleyen yayınevleri, editörler veya temsilcileri çağırdık.
 
 
Didem Ardalı Büyükarman
 
Edebiyat olmasaydı hayata dair izler kalır mıydı; hayata dair izler sürülebilir miydi? Edebiyat sadece edebiyatı niteleyen bir şey değil, külliyatı okuyunca hayatın her alanıyla karşılaşıyoruz desem…
 
Edebiyatın yaşamın her alanını nitelemesi ne kadar gerçeği yansıtabilir, bilemiyorum. Mesela yazının bulunması da ekonomik. Sümerlerden kalan ilk tabletlerde ticari akit olarak “Burada on iki öküz var” gibi örnekler var. Umberto Eco, Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın nehir söyleşinde; “Bugün elimizde antik dünyadan 31 tragedya var. Bu 31 tragedya en iyi olduğu için mi yoksa en şanslı oldukları için mi var?”sorusunu soruyor. Yani geriye kalacak olanlara kim karar veriyor? Zaman mı, okuyucu mu? Üreten mi? Tesadüf mü? İnsan hoyrat bir varlık maalesef. Beckett, Godot’yu Beklerken eserinde “Mezarın üstünde doğuruyorlar” diyor insanı anlatırken. İnsanın tüm bu hoyrat yapısına rağmen edebiyata güveniyoruz. Sanatın en önemli işlevi umut. Direnme umudu. Yaşama direnme umudu. Hayatta kalmayı sağlıyor çünkü.
 
Son olarak, edebiyat bu yeni dönemlerden değişimlerden, yenilenmelerden nasıl etkilenecek sizce? Nasıl eserler okuyacağız? Yeni sempozyum çalışmalarınız söz konusu olacak mı?
 
Edebiyatın üretim tarafında olmadığım için pek bilemiyorum, neler okuruz veya ne türde kitaplar yazılır… Henüz pandemi dönemindeyken Covid etkisiyle yazılmış metinler dahi çıktı. “Ne zaman yazdın?” diye soruyor insan ister istemez. Çünkü bu önemli kırılma zamanlarının etkisi çoğu zaman on yıllık periyodlarda netleşebiliyor. Yeni konu başlıklarıyla sempozyumlar devam ediyor. Önümüzdeki günlerde, daha netleşen çalışmalarımız olacak.
 
 
 
GİRİŞ RESMİ:
Seval Şahin, Banu Öztürk, Didem Ardalı Büyükarman