Bir Ermeni subayın Osmanlı cephelerinde yeknesak günleri

Avedis Cebeciyan’ın günlüğü “Soykırım yıllarında bir Ermeninin subay olması ne demekti?” sorusuna cevap olarak da çok önemli bir tarihsel kaynak

15 Ekim 2015 14:45

Antep’in hali vakti yerinde ailelerinden Cebeciyan’ların ortanca oğlu Avedis, ailesinin sağladığı imkânlar ve yaşadıkları bölgede oldukça faal olan Amerikalı Protestan misyonerlerinin açtığı kurumlar sayesinde çok iyi bir eğitim alır. 1896’da Antep Getronagan Koleji’nden mezun olur. Ardından Suriye Protestan Koleji’nde ve Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde tıp eğitimi alır. 1902’de mezun olduktan sonra bir süre Urfa’da doktorluk yapar. Antep Amerikan Hastanesi’nde çalışır (1904-1906). Mesleğini ilerletmek için Almanya ve İsviçre’de bulunur (1907). Döneminin tüm iyi eğitim almış, kısmen muhalif insanları gibi Avedis de uzaklı yakınlı seyahatlerini bitirip yerleşik hayata geçmek için II. Abdülhamid’in tahttan inmesini beklemiş gibidir. Gayrimüslimler için bir umut yılı olan 1908 Doktor Avedis için de mutlu başlangıçlar yılı olur. 1908’de – otuz iki yaşındayken – Hasanbeyli (Adana) Ermeni Protestan Kilisesi’nin vaizi Hagop Kundakcıyan’ın kızı Yevnige ile evlenir ve Halep’e yerleşir. Ancak saadetleri çok uzun sürmeyecektir. Kayınpederi Hagop, Kilikya Protestan Kiliseler Birliği Kongresi’ne katılmak üzere 1909’da Adana’ya giderken bölgede başlayan katliamlar sırasında öldürülür. Birkaç yıl geçmeden Cihan Harbi başlar, seferberlik ilan edilir, Doktor Cebeciyan askere alınır (Ekim 1914), tabip subay olarak Çanakkale ve Doğu Cephesinde görev yapar.

Bir Ermeni Subayın Çanakkale ve Doğu Cephesi Günlüğü 1914-1918, Avedis Cebeciyan, Çeviri yazı: Takuhi Tovmasyan, Aras YayıncılıkAras Yayıncılık, Ermeni harfli Türkçe olarak tutulan defterlerin halen Cebeciyan ailesinde bulunan orijinallerine dayanarak metni Türkçe yazıya aktarmış – Takuhi Tovmasyan’ın gözüne sağlık. Günce son derece sade bir dille yazılmış. Uzun yıllar süren eğitim hayatı, yanı sıra yatılı okul deneyimi, Cebeciyan’a belli ki yazma alışkanlığı kazandırmış. Ne şehirli Osmanlıcanın abartısını ne de çok çeşitli taşra dillerinin lehçesini kullanmış yazdıklarında. Yine de günümüz okurunun bilemeyeceği tek tük eski kelimeler parantez içinde verilmiş. Neticede Doktor Cebeciyan’ın da marifetiyle ortaya çok kolay okunan bir metin çıkmış.

“Yevmiye ömrümün tarihçe defteri” adını verdiği defterine neredeyse her gün küçük küçük de olsa notlar alan Avedis, düzenli aralıklarla doldurduğu sayfalarda çoğunlukla birine hitap ettiği (muhtemelen ailesine ya da eşine) hissini uyandırıyor. Yazacağı şeyi bitirirken selam yolluyor, iyi uykular diyor, öpüyor. Kimi günler ‘bugün pek ilginç bir şey anlatamadım,’ diyerek mahcubiyetini dile getiriyor. Ancak savaş süresince mektup, telgraf, kart, para gönderdiği ailesine ya da Yevnige’ye defteri göndermiyor. Bilâkis her daim yanında taşıyor, düzenli olarak yazmaya devam ediyor. Ta ki terhis olup, Halep’in yolunu tutuncaya kadar... Yine de defterinin bir gün gelip okunacağını düşünerek yazdığı açıktır - gizli dahi olsa bir yere bir şey yazan her insan bu ihtimali göz önünde tutar, kaleme gelen sözcükler yazandan çok okura hitap eder. Altı senedir kullandığı “güzel kalemi” kaybolunca hissettiği üzüntü de sanki bir şeyini kaybetmekten çok yazısının güzelliğine kurşun kalemle halel gelmesinden ötürüdür.

Defterine yazdıklarının hem güzel yazılmış hem okumaya değer olmasını arzulayan Cebeciyan, aynı zamanda da pozitivist bir bilim adamı edasıyla sahih bilgiler aktarmaya çalışır. Duyduğu siyasi haberleri, savaşın gelişmelerini önce bir duyum olarak aktarır, doğrulandığı zaman teyid eder. Hava bombardımanlarını, top atışlarını, savaşın seyrini bir gazeteci gibi aktarır. Yediklerini, o hafta kaç kere yıkandığını, kaç kilometre yürüdüğünü, çiçek açan bitkileri, meyve veren ağaçları, toprak tiplerini, dağı, tepeyi, dereyi not düşmesinde de Aydınlanmacı bir taraf vardır. Bütün bilgiler bir yerlere toplanmalı, tasnif edilmelidir, bir işe yaramalıdır (yarayacaktır). İşte bu yüzden cephede geçirdiği dört yıl zarfında sadece etrafındakileri gözlemlemekle kalmaz, aynı zamanda da kendini geliştirmeye, yeni şeyler öğrenmeye çalışır Avedis. (Tarih coğrafya bilmeyen, cahil dediği subayları bu bakımdan sık sık eleştirir). Önce Rumca öğrenmeye koyulur. Hocasıyla scientific konularda sohbet edebilir hale gelince bu sefer de mandoline başlar. Cerrahi deneyimini geliştirir. Savaşın tüm dünyayı kasıp kavurduğu, her cephede yüz binlerce insan öldüğü bu karabasan yıllarında dahi çalışmalarına ara vermeyen Doktor Cebeciyan’ın azmini “Protestan ahlakına” mı bağlamalıyız yoksa güncelin ağırlığından kurtulmak için evrensele mi sığınıyordu?

Defterine defalarca çok meyus olduğunu, sayısız cigersûz (yürek yakan) hikâye duyduğunu yazmasına karşın tek bir hikâyeyi dahi baştan sona anlatmaz. Onun yerine açıklaması olmayan fotoğraflar gibi yorumsuz kareler aktarır. Rumların Batı Anadolu’dan zorla gönderilmesini boş evlerden, okullardan, kiliselerden söz ederek aktarır. Kafile kafile ölüme yollanan Ermenileri Bitlis’te gördüğü içi insan kemikleriyle dolu harabeler, bin hanelik iken bomboş kalmış Ermeni köyleri imgeleriyle anlatır. Belli bir kurgudan (sebep sonuç ilişkisinden) bağımsız olmalarına karşın bu kısa kısa tasvirler okuyanda bariz bir imgelem uyandırır, gözünüzün önünde bir fotoğraf karesi belirir. Cimrice kullandığı sıfatlar ve kısa cümleleriyle - iyi bir edebiyatçı gibi - çok keskin bir gerçeklik duygusu aktarır. Doktor müthiş bir gözlemcidir.

Bitmeyen bir savaşın farklı cephelerinde

Metnin dilsel meziyetleri bir yana, Cebeciyan’ın günlüğü aynı zamanda da "Soykırım yıllarında bir Ermeninin subay olması ne demekti?" sorusuna cevap olarak da çok önemli bir tarihsel kaynak. Günlük sayesinde Avedis’in subay rütbesi sayesinde nail olduğu ve olamadığı ayrıcalıkları öğreniyoruz. Öncelikle tehcir ve asker aileleri ilişkisi merak konusu. Görünüşe göre asker ailesi olmak otomatik bir tehcirden muafiyet sağlamamıştır. Belki zamanında müdahale edemediği için, belki de İttihatçı hükümetin merkezi emrini uygulayanların özerkliği sınırlı olduğundan Avedis ailesini sürgüne yollanmaktan kurtaramaz. Ancak sürüldükten sonra Halep ve Hama’da olduklarını öğrendiği aile üyelerinin Antep’e dönebilmeleri için dilekçeler gönderir. Bu hususta da olumlu yanıt almadığı açıktır. Yine de bu taleplerde bulunması, ailesine ve kendine bu ayrıcalıkları hak görmesi rütbesinden kaynaklanmaktadır. Öte yandan ailesine maaş bağlatmak konusunda zorluk çekmez. Kendi maaşını da kolay kolay harcayamadığı için eş dost vesilesiyle ayrıca para gönderir. Dolayısıyla Cebeciyan’ın (çekirdek) ailesi Avedis’in asker olması sayesinde tehcir sefaletinden kısmen kurtulmayı başarabilmiştir. Savaş yıllarını Halep’teki meşhur Baron Otel’in arkasında kalan büyük bir evde geçirirler. Bu esnada birçok Ermeninin tehcire gönderilmesine de mani olmayı başarırlar. Ancak Avedis’in kardeşleri de dahil olmak üzere ailenin çok sayıda üyesi soykırım sürecinde hayatını yitirir.

Ailenin geri kalanı son yüz yıldır Suriye’de yaşamaya muvaffak olduysa da 1915’in yüzüncü yılında, bu sefer başka bir kirli savaş neticesinde Halep’teki Ermeni mahallesinin yıkılması, kiliselerinin tahrip edilmesi, cemaatin (tüm Suriye halkıyla beraber) dünyanın dört bir köşesinde, ama esas itibariyle Anadolu’da evsiz, sürgün, muhacir olması tarihin berbat tekrarlarından biri gibi adeta.

Avedis Cebeciyan’ın iki ayrı yerde birinde Ermenice, miorinag* , diğerinde İngilizce monotonous* bir ömür geçiriyorum diye yazar. Sayısız kereler de “ber vech-i sabık” (eskisi gibi) yaşıyoruz der. Sadece ülkenin değil tüm dünyanın yaşadığı dönüşüm düşünüldüğünde Avedis’i sıkar görünen bu monotonluk iddiası inanılır gibi değil. Askerlik ve cephe hayatındaki tekrar ve rutin bilindik şeylerdir elbette. Ancak bitmeyen bir savaşın farklı cephelerinde, oradan oraya sürüklenen birinin tekdüzelikte ısrar etmesi en basitinden ironidir. Hatta fars! Remarque’ın “Batı Cephesinde yeni bir şey yok” dediği de aynı yeknesaklık (!) olmalı.