Bir zamanlar: Aşk Tamtamları

"Yazarımız, erkeklerin telli duvaklı gelin olduğu düğünlere katılıyor, kadınlarla erkeklerin birlikte yıkandıkları hamamlara gidiyor, misafirlerine kadınlarını ikram eden yerlilerin köylerine uğruyor, ‘vahşi dünya’ya yerleşip orada harem hayatı yaşayan beyaz erkeklerle karşılaşıyor, Japonya’da geyşaların arasında kalıyor, geleneksel ve coşkulu bir tür orji olan ‘kanana ayini’ni izliyor..."

1909-1992 yılları arasında yaşamış olan Hikmet Feridun Es, kendi döneminin sıradışı bir gazetecisi. Genellikle Türkiye dışında bulunmuş; ABD muhabirliği yapmış, Kore Savaşı esnasında Türk tugayını izlemiş, kimilerine bugün bile çoğu kişinin gitmeyi aklından geçirmeyeceği, dünyanın en az bilinen, en olmadık yerlerine gidip gezi yazıları yazmış.   

Es’in kışkırtıcı ve davetkâr bir isim taşıyan bu kitabı, her ne kadar ilk bakışta bu isimden anlaşılamayacak olsa da gezi yazılarından oluşuyor. Esere bu ismin verilmesindeki hikmeti okumaya başladıktan sonra anlıyoruz. Gerçi daha kapak resminde, arka planda tamtam çalan yarı çıplak yerliler; ön tarafta dans eder gibi görünen ancak başka niyetleri de olduğu anlaşılan, koyu renk derili kadınla adam ve yukarıda, başında kolonyal şapkasıyla Hikmet Feridun Es’in portresi, kitapta nelerle karşılaşabileceğimize dair bazı ipuçları veriyor. Daha kapağa baktığımızda egzotizmin büyülü dünyasına doğru yola çıkacağımızı hissediyoruz. Kitabı açar açmaz bizi karşılayan on altı fotoğraf bu öngörümüzü doğruluyor. Devekuşları, Hint fakirleri, hevenk hevenk muzlar, kafatasları, yarı çıplak yerliler…

Fotoğrafların hemen ardından gelen sayfadaysa şu önemli not yer alıyor:

“Bu kitap gazetelerde çıkmış makalelerden makaslanarak mürettiphaneye verilmiş değildir. Kelimesi kelimesine baştan kaleme alınmıştır.”

Ayrı bir sayfaya özel olarak bu notun yazılmasına ihtiyaç duyulmuş olması, matbuat tarihimizde kes-yapıştır tekniğinin hiç de yeni olmadığını, üstelik o zamanlar da yaygın olarak kullanıldığını gösteriyor. Tabii o dönemde ne bilgisayar ne de ‘copy-paste’ kolaylığı vardı; kes-yapıştır tekniğini daktilo ya da hareketli hurufat teknolojisi üzerinden uygulamak muhakkak ki epey bir zahmetliydi. Ama anlaşılan yeni baştan makale kaleme almak çok daha gereksiz bir çaba olarak görülüyordu ki, bu zahmete katlanmak göze alınıyordu!

Birbirinden bağımsız gezi yazılarının art arda sıralandığı kitabın sunuşunda yazar, okuyucusuna şöyle hitap ediyor:

“Aziz okuyucularım,
Yeryüzünü adım adım dolaştım.
Afrika, Asya, Avrupa, Okyanusya, Amerika…
Japonya’dan Patagonya’ya, Pampa’lardan Tibet sınırlarına, Pasifik adalarından Hong Kong batakhanelerine kadar…
Bütün bu seyahatlerimde gazetecilikten başka hiçbir işim gücüm yoktu. Derdim günüm mevzu avcılığı, garip şeyler peşinde koşmaktan ibaretti.
Tabiatile bu küçük eserde muntazam bir seyahat haritası takip ederek beş kıt’aya olan yolculuklarımın bütün tafsilatını vermek kabil değildir.
Şimdilik beni yeryüzünde en fazla hayrete düşüren şeyleri birer birer anlatmakla iktifa edeceğim.”

Yazarın belirttiği gibi kitaptaki yazılar bir sıra takip etmiyor. Ayrıca yazılarda tarih belirtilmediği için hangi seyahatin tam olarak hangi tarihte yapıldığını da bilemiyoruz. Kendimizi bir Pakistan’da, bir Yeni Gine’de, bir Kalküta’da bir Cava’da, bir Hayber Geçidi’nde bir Tokyo’da, bir Burma’da bir Kore’de, bir Nairobi’de bir Papua’da buluyoruz.

Yazıların ortak noktasıysa aslında kitabın adında gizli.  Çünkü en çok, ‘medeni dünya’dan gelen birini hayretler içinde bırakan kadın-erkek ilişkilerine yer veriliyor kitapta. Yazarımız, erkeklerin telli duvaklı gelin olduğu düğünlere katılıyor, kadınlarla erkeklerin birlikte yıkandıkları hamamlara gidiyor, misafirlerine kadınlarını ikram eden yerlilerin köylerine uğruyor, Afrika ormanlarında orman sıtmasına tutulup sebepsizce soyunuveren beyaz kadınlara rastlıyor, karı-koca arasında saadeti ve bağlılığı garanti eden ‘aşk sicimi’ takmış kadınlar görüyor, ‘vahşi dünya’ya yerleşip orada harem hayatı yaşayan beyaz erkeklerle karşılaşıyor, Japonya’da geyşaların arasında kalıyor, geleneksel ve coşkulu bir tür orji olan ‘kanana ayini’ni izliyor, misyonerlerin faaliyetleriyle Hıristiyan olmuş fakat kılık kıyafetteki alışkanlıklarını değiştirmeyerek çıplak vücutlarına tespih ve istavroz takmış rahibelerle tanışıyor, birbirlerine taş atmak suretiyle kur yapan genç kadın ve erkek yerli gruplarının arasında kalıyor.

Ancak sunuşta vaat edildiği üzere kitapta birbirinden garip başka mevzularla da karşılaşıyoruz. Mesela ölen kocalarının kafataslarını, bir sadakat nişanesi olarak boyunlarında kolye gibi taşıyan kadınları anlatıyor yazar. Yeni Gine’de tultul denen kabile reisinin hakimlik yaptığı bir mahkemeye katılıyor. Cakarta’da Endonezya’nın ilk devlet başkanı Sukarno’nun sarayında bulunuyor. Peşaver yakınlarında, Himalayaların eteklerinde, Amb Nevvabının sarayındaki şaşaalı sofrada yemek yiyor. Hintli bir falcıya İsmet İnönü’nün resmini göstererek onun falına baktırıyor; falcı “bu zat mevkiini kaybedecek ve idarede çok büyük değişiklik olacak” diyor, ki o zaman İnönü henüz cumhurbaşkanı. Suaygırlarının yavrularını nasıl taşıdıklarını anlatıyor, olur da vahşi bir hayvandan kaçması gerekirse düz değil de zikzak çizerek koşması gerektiği konusunda kendine verilen nasihati aktarıyor. O dönemde hâlâ bir kervan yolu olan Hayber Geçidi’nde silahlı Afganlarla kuzu çevirme yiyor vs…

Es, savaş muhabiri olarak Kore’ye gittiğinde, aynı maksatla orada bulunan Amerikalı gazetecilerle ahbap olmuş. Savaş gazetecileri Kore’ye geçiş için Japonya’nın Fukoko şehrini kullanırlarmış. Cepheden ülkelerine dönecek olan muhabirler burada büyük bir ayrılış partisi verirlermiş. İşte Amerikalı bir arkadaşı, kendisi de Kore’den henüz dönmüş olan Hikmet Feridun Es’i “Muazzam bir Good by Party hazırlıyoruz” diyerek böyle bir partiye davet ediyor. “Tam Japon usülü” yani “herkes için bir Geisha kızı” çağırılarak ayarlanan parti vesilesiyle epey bir geyşa bahsi var kitapta. Es, uzun uzun anlattıktan sonra, bir gün yaşlı bir geyşanın kendisine “Şimdikiler de geisha mı?... Ben erkeğe vereceğim kadehi tutmasını ve onu istenilen tarzda uzatmasını üç haftada öğrenmiştim… Şimdikiler yalnız güzelliklerine ve gençliklerine güveniyorlar. Geishalıktan anladıkları yok.” diyerek sızlandığını aktarıyor. Böylelikle eski kuşakların yeni nesli beğenmeyip onlardan hep şikayetçi olmasının, zamanın ve coğrafyaların ötesinde evrensel bir vakıa olduğunu bir kez daha hatırlıyoruz.

Fakat gizemli coğrafyaların ortasında dolaşırken hiç beklemediğimiz biçimde birdenbire kendimizi ABD’de buluyoruz. Hikmet Feridun Es, Salt Lake City’de, Mormon tarikatının kurucusu Brigham Young’ın vaktiyle yirmi altı kadınla birlikte harem hayatı yaşadığı topraklarda gezdiriyor bizi. Kitabın bir başka yerindeyse, uzak diyarlardaki balta girmemiş ormanlardan çıkıp medeni dünyanın merkezi sayılabilecek New York’un ortasına geliyoruz aniden. Yazar bu sefer de bize Harlem’deki maceralarını anlatıyor. Gece kulübünde çalışan kadınların ve beyaz ve zengin kadınlara jigololuk yapan zenci erkeklerin hikayelerini okuyoruz. Böylelikle Es’in egzotizm anlayışının coğrafyayla değil deri rengiyle ve aşk ilişkilerindeki bazı ‘münasebetsizliklerle’ ilintili olduğunu anlıyoruz.

Dünyanın uzak ülkelerindeki cilveleşmeleri, işveleri, arzuyu ve şehveti tamamen dışarıdan bir gözle fakat gayet hoş bir üslupla anlatıyor yazar. Kim bilir, aşkın kurallardan, yasaklardan, ayıptan ve utanmadan uzak bu en saf halini kaybetmemiş ve ilkellikle damgalamamış olsaydı, insanlık belki de bugün çok başka bir yerde olurdu. Zira Papualı kadınların serbestliklerini, cilvelerini, taşkınlıklarını, çapkınlıklarını ve çıplaklıklarını uzun uzun anlatan Es, şu aslında pek de şaşırtıcı olmayan gözlemini de aktarıyor:

“Ormanın içine ve hatta Yeni Guinea ve Papua’ya menfaat mukabili fuhuş girmemiştir. Profesyonel kötü kadın yoktur. Beyazlarla çok temas etmiş bilhassa son harpte muhtelif kuvvetler tarafından bir iki kere işgal olmuş yerler müstesna…”

 •

Hikmet Feridun Es
Aşk tamtamları
Çağlayan Yayınevi,
İstanbul 1954, 149 s.