Barbara Epler / New Directions: “Kafanda çalacak zile kulak kesilmek…”

Kıraathane Kitap Şenliğinin dijital bölümüne katılan yayınevlerinden New Directions'dan Barbara Epler ile görüştük: Küçük yayıncıların sorunları, küçük olmanın avantajları ve günümüz ABD yayın piyasasındaki eğilimler...

20 Eylül 2021 17:00

Bize biraz New Directions’dan, tarihinden, yayınevinin nasıl kurulduğundan bahsedebilir misin Barbara?

New Directions küçük, bağımsız bir yayıncı. 1936’da, o sırada henüz Harvard Üniversitesi’nde okuyan James Laughlin tarafından kurulmuş. Laughlin daha sonra Paris’e, Gertrude Stein’ın yanına gitmiş. Jones & Laughlin çelik şirketinin mirasçılarından, amcası Henry Clay Frick olan, zengin bir genç. Bu ailenin fertlerinden çok azı parasını iyi bir amaç için harcamış ama JL harikulade bir şey yapmaya karar vermiş. James Laughlin bizim tarafımızdan JL olarak bilinir. Yatılı olarak okumuş, hocalarından biri Dudley Fitts’miş ve onun klasik filolojiye ve modernist edebiyata ilgi duymasına vesile olmuş. James Laughlin, Gertrude Stein’ın yanına eğitimine devam etmek ve onun Amerika’daki basın bültenlerini yazmak üzere gitmiş ama bunun imkânsız olduğu ortaya çıkmış. Stein yazdığı her şeyi yırtıp atıyormuş, cııırt diye. Sonunda onun şoförü olmuş ve Gertrude Stein ile Alice’i [Toklas] ve kanişlerini Fransa’da gezdirme işi başına kalmış, pek mutlu değilmiş.

Neyse, daha sonra Ezra Pound’un yanında, onun “Ezuversity” adını verdiği kişisel üniversitesinde eğitimine devam etmiş. Henüz daha 20 yaşında, hatta belki 19 yaşında modernist edebiyata yönelik kuvvetli bir tutku geliştirmiş, bir de Pound’dan aldığı fikir olan, sadece yeni olanı yapma, gerçekten iyi olan tek şeyin yeni olduğu, yeni alan açma fikri yer etmiş. İlgilendiği konu buymuş.

Gertrude Stein’ın şu fikri de çok ilgisini çekmiş:

“Gerçekten iyi bir şey okuduğunda, kafanda bir zil çaldığını duyarsın.”

Dolayısıyla New Directions en baştan beri bu zil çaldığını duyma meselesini unutmaz. Hep bir zilin çaldığını duymaya çalışırız biz. Kafanın üst kısmı havalanıyormuş gibi hissetmek, bir de buna benzetirdi! Bu da harika bir histir ve onun da hep peşindeyiz. Yani biz eski bir yayıneviyiz, 85. yıldönümümüz; onun izinden yürümeye çalışıyoruz, tam o tür kitaplar yayınlamak istiyoruz. Son derece öznel bir bakış gerektiren, kafa karıştıran bir iş. Başı sonu belli bir süreç değil. Bazen bir kitabı sadece çok güzel olduğu için basmak isteriz ama genellikle o zil sesini duymaya çalışıyoruzdur.

Böyle devam ediyoruz, 1.200 aktif başlık içeren bir kitap listemiz var, buna yılda 40 yeni başlık ekleniyor, üç kataloğumuzda 13-14’er başlık oluyor.

Sürekli arıyoruz, birlikte arıyoruz. Genç ve daha yaşlı editörlerden oluşan gerçekten harika bir ekibimiz olduğu için şanslıyız, ekip olarak arıyoruz. Bir yerden bir haber kapmaya, gerçekten heyecan verici bir şey bulmaya çalışıyoruz. Ana amacımız bu.

Gertrude Stein, Ezra Pound

En çok ne yayımlıyorsunuz? Çok çeviri kitap yayınladınız ama şiir de yayımlıyorsunuz...

Tuhaf bir dengesizliğimiz ve yöntemimiz var, yayımladıklarımızın yüzde 75’i kurgu edebiyat ve kurgu olmayan düzyazı ama çoğu kurgu. Yüzde 25’i ve bazen biraz daha fazlası şiir. Bizim için şiir kitabı listemizi canlı tutmak önemli, bu oran bazen yüzde 30’u aşıyor. İkisi arasındaki ilişki de tersinden:

Şiir listesi büyük oranda Anglofon, İngilizce konuşulan ülkelerden, ama dünyanın çeşitli yerlerinden gerçekten ilginç şairler de yayımlıyoruz, gerçekten ünlü şairler, örneğin Tranströmer, yakın zamanda bir Szymborska kitabı yayımladık, bir de Adonis.

Kendi kültürleri dahilinde çok iyi bilinen şairleri de yayımlıyoruz, örneğin Portekiz’den Ana Luísa Amaral, Kore’den Kim Hyesoon, Meksika’dan Coral Bracho gibi muhteşem şairler. Ama ana şiir listemiz Anglofon ve bunun da büyük kısmını, William Carlos Williams ve Ezra Pound’dan kopup gelen, zamanında ve uzun yıllar boyunca James Laughlin tarafından yayımlanan modernist gelenek oluşturuyor. Onları yayımlamaya devam ediyoruz.

Susan Howe, Michael Palmer ve Forrest Gander gibi şairler, Rosmarie Waldrop’un çok sayıda kitabı… Hepsi harika şairler.

Şiir listesi İngilizce ağırlıklı, kurgu edebiyat listesi ise çeviri ağırlıklı. Kurgu edebiyat listemizin aşağı yukarı yüzde 90’ının dünyanın dört bir yanından çeviri olduğunu söyleyebilirim. Ama harika İngilizce kurgu edebiyat yazarlarımız da var, İrlandalı yazar Keith Ridgway gibi… Gerçekten harikulade olduğunu düşündüğüm bir yazar; ayrıca John Keene, Helen DeWitt, büyük Amerikalı yazarlar. Yayımladığımız kurgu edebiyatın büyük kısmı çeviri.

Çok iyi tanınan, günümüzde iyi tanınan isimleri Amerika’daki kitap dünyasının yörüngesine dahil etmekle de bilinir oldunuz.

Şansımız gerçekten yaver gitti. Henüz Amerika’da yayımlanmadıkları dönemde César Aria, Roberto Bolaño veya Sebald gibi yazarları biz yayımladık. Bu yazarların bizde olması büyük şans. Muhteşem genç yazarlar buluyoruz. Tuhaftır, bu işlerin kendine özgü bir döngüsü var. Şu anda iki genç Danimarkalı yazarımız var. Biri Olga Ravn, The Employees [Çalışanlar] başlıklı muhteşem bir kitap yazdı. Diğeri Harald Voetmann, umarım ismini doğru telaffuz ediyorumdur. Awake [Uyanık] başlıklı üçlemesinin ilk kitabı çıkıyor. Bir de Fernanda Melchor adında genç Meksikalı bir yazarımız var. Böyle deyince kulağa, ilk kitabını yayımlayan yazarlar arayan tipik bir Amerikalı yayıncıymışız gibi gelebilir ama bizim işlevimiz bu değil. Ama şu da doğru; eğer bu yazarlarla burada Amerika’da ünlü olmadan önce anlaşamazsak, sonra onlara bütçemiz yetmiyor. Bir yazar bir kez ünlü olduktan sonra maddi gücümüz yetmiyor, en azından İngilizce yazanlar için durum bu. Dolayısıyla neyin heyecan verici olduğunu iyi anlamamız gerekiyor. Ama bir diğer heyecan verici alan, artık baskısı olmayan yazarlar veya İngilizceye hiç çevrilmemiş, bazıları artık hayatta olmayan yazarlar.

Örneğin Alexander Lernet-Holenia, Count Luna [Kont Luna] ve Baron Bagge gibi kitapların muhteşem yazarı ve The Wall [Duvar] başlıklı harika kitabın yazarı Marlen Haushofer. İki yazarın da burada baskısı yoktu. Bir de Juan Emar adında bir yazar var, son derece hüzünlü...

Yani sadece yepyeni kitaplar değil işimiz. Bolaño, Juan Emar için “Şilili meçhul askerin anıtı” demiş. Bunlar büyük yazarlar; çeşitli sebeplerden, ama en çok da İngilizce ve diğer diller arasındaki tuhaf ekonomi yüzünden çatlakların arasından kayıp kaybolmuş yazarlar. Çok şey kayboluyor o çatlaklarda.

Barbara Epler

Bir de yayımladığınız kitaplar listenizle ilişkinizi sormak istiyorum. Tennessee Williams’ın sizin için son derece önemli olduğunu biliyorum. Ama baskısı bitenlerden hangi kitapları tekrar yayımlayacağınıza nasıl karar veriyorsunuz?

Son derece karmaşık bir süreç. Hatta küçük bir peri masalı anlatayım sana, ama masaldan önce şunu söyleyeyim, son derece zor. Bizim son derece dar bir marjımız var, biz kâr amacı güden bir yayıncıyız. Çeviri yayınlayan iyi yayıncıların çoğu kâr amacı gütmeyen işletmeler ve hepsi harika ama onların ekonomik işleyişi tamamen farklı.

ABD sanatı desteklemiyor, muhtemelen hepinizin bildiği gibi. Sanat bütçesine büyük para ayıran Almanya ve Japonya gibi ülkelerin aksine, ABD 100 dolarının belki yarım sentini sanata ayırıyor. Ama kâr amacı gütmeyenler için, ki çeviri işindekilerin çoğu kâr amacı gütmeyen yayınevleri, özel fon bulma yolları var.

Biz ise yaptığımız işi yaparak nasıl para kazanacağımızı keşfetmek zorundayız, eski kitap listemiz de bunun büyük bir parçası. 2008’de ekonomik kriz oldu ve bazı çok önemli yazarların kitaplarını ancak talep oldukça basabilir hale geldik, bu kitapların yeni baskısını yapacak nakitimiz yoktu. Çünkü kitap ne kadar harika olursa olsun, talep o kadar harika olmayabiliyor. Dolayısıyla biz de eski listemizden kitaplara bir katalog sayfası ayırıp, mesela H. D.’nin [Hilda Doolittle] veya Henri Michaux’nun bir kitabını, zamanında tekrar basamadığımız böyle önemli eski kitapları tekrar piyasaya sunmaya çalışıyoruz. Bunu yapıyoruz ve elbette bize bahşedilmiş muazzam bir armağan var.

Tennessee Williams’ın kitapları yaptığımız işin büyük kısmına kaynak sağlıyor. Williams zamanında Random House’a gitmeyi reddetmiş, oysa gerçekten ilgileniyorlarmış. Ama New Directions şiirlerini basıyormuş, ayrıca o James Laughlin ile dostmuş… Sonuçta Tennessee Williams demiş ki, “Hayır, ben seninle devam etmek istiyorum JL. Benim kitaplarımın geliriyle şiir kitaplarını yayımlayabilirsin.”

Tam da böyle olmuş. Hatta tüm listenin masrafını çıkarmış. Daha sonra ise bir peri masalının içine düştük. Sanırım bunu sana daha önce anlattım, Tom.

Bizim epey geçmişe giden bir kitap listemiz var ve listedeki bazı Japon yazarlarımız gerçekten önemli yazarlar, Yukio Mishima ve Endo örneğin. Yakın zamanda ise bir diğer harika ama pek bilinmeyen yazarımız, Osamu Dazai hakkında önce bir manga, sonra bir anime yapıldı. O güne kadar kitabı 400 satmıştı. Ama bir anime inanılmaz şeylere yol açabiliyor. Dazai’nin kitabı No Longer Human [İnsanlığımı Kaybedişim] 100 binden fazla sattı. Yayınevinde herkese zam yapıldı, herkese prim verildi. Muhteşem bu!

Evet, şans eseri; evet, geçici bir moda; ama işte kitap listeniz bazen inanılmaz şeylere yol açabiliyor. Ve No Longer Human [İnsanlığımı Yitirirken] harika bir kitap, The Setting Sun [Batan Güneş] de öyle ama yakın zamana kadar pek bilinmiyorlardı. Bunu yapan da bu genç insanlar sanırım... Anime!

Net üzerinden izleniyor sanırım, ben bilmiyorum ama izlettiler. Dazai de bu animelerden birinde bir karaktere dönüştürülmüş, bir süper kahraman olmuş; özelliği de diğer ünlü yazarları iptal edebilmesi. Mishima, Kawabata, Tanizaki gibi onlar da bu hikâyenin bir parçasıymış. Dazai’nin yeteneği, onların gücünü durdurabilmesi. Ve işte bu da bize büyük bir katkıda bulundu. Harika!

Yani eski kitaplarımızın olduğu listenin önemi muazzam. Ama diğer yandan, o listeyi muhafaza etmek de büyük bir çaba gerektiriyor. Mieke onları gündemde tutmaya çalışıyor, Erik yeniden basılmalarından sorumlu; herkesin sürekli çalışması gerekiyor. Bu kitaplara yeni önsözler yazmaları için de insanların başının etini yememiz gerekiyor.

Otuz yıl önce, JL benden ünlü, muhteşem Ingeborg Bachmann romanı Malina’nın haklarını almamı istemişti, sonunda başardık ve sonra Rachel Kushner gerçekten muazzam bir önsöz yazdı. Böylece kitabı konumlandırmayı ve ilgi çekmeyi becerdik. Bir sürü hilesi olan bir iş. Önsözle kitabın ilişkisi ilginç. Uzun zamandır kitap listesinde duran bir kitaba, sırtındaki metinle ilginç bir yeni bağlam kazandırılabiliyor.

Başta konuşuyorduk, listenizde Bilge Karasu da var.

Evet, ve ne kadar harika bir kitap, Göçmüş Kediler Bahçesi. Bahsi geçmişken, oralarda bir yerlerde bu kitabı seven ve önsöz yazmak isteyen ünlü bir Türk yazar varsa, bizimle temasa geçsin.

ABD yayıncılık dünyası başka ülkelerle karşılaştırıldığında yeterince çeviri edebiyat yayımlamadığı, avangart kitaplara yer vermediği için eleştiriliyor. Sen buna ne dersin? Sen daha mı insaflı bakıyorsun?

Bazen kendimi üstüme azgın bir boğa geliyormuş hissediyorum. Elimdeki kırmızı bezi sallayarak, “Biz değiliz o dediğiniz” diyerek savuşturmaya çalışıyorum bu eleştirileri. Biz çok çeviri kitap yayımlıyoruz. Panellerde yer aldığımda da bu konu iki kez gündeme geldi, bir Alman temsilci ve İspanyol kültür bürosuyla. Bu gerçekten bizim suçumuz değil. Sadece New Directions olarak bizi kastetmiyorum, yayıncılık endüstrimizin de suçu değil. Almanya da, İspanya da çevirmeye değmeyecek birçok kitap çeviriyor ve yayımlıyor. Acımasız olmak istemiyorum ama bir sürü orta karar İngilizce kitap çevriliyor; niye çeviriyorlar ki bunları? Harika değiller, pek ilginç de değiller.

Mesela bir yazarın ilk kitabı… Yazar 25 yaşında, aslında sörfçü, kitap yazmış ve on dile çevriliyor. İngilizcesini okuyorum, neyse ne, benim okumak istemeyeceğim bir kitap. Kültürel bir dengesizlik var. Almanların artık eskisi kadar çok kitabın hakkını almadığını fark ediyorum; keza İspanyollar da… Dolayısıyla yıllar öncesine göre durum daha iyi, o zamanlar Amerika’da çıkan her kitap bu diğer dillere çevriliyor gibiydi, ama İngilizce bile okumaya değmeyecek kitaplardı bunların bir kısmı.

Bu dengesizlik New Directions’ın suçu değil, öteki kültürlerdeki insanların bunlara aldanması Amerikan kültürünün bile suçu değil. “Bunlara neden zaman ayırıyorsunuz ki?” demek geçiyor içimden, “o kadar da iyi değil ki bu kitaplar.”

İngilizce yazan birçok iyi yazar var. Bunların büyük kısmı da çevrilmeli, kastettiğim bu değil. Ama bence çevrilmeyi hak eden kitapların iki katı kadar kitap çevriliyor benim gördüğüm. Diğer yandan, İngilizceye çevrilmeyi hak eden kitapların ise sadece dörtte biri çevriliyor. Bunlar birbirine indirgenemeyecek iki ayrı konu. Bir denge meselesi değil.

Bu alanda bir değişiklik görüyor musun?

Evet. Önemli ödüllerden Uluslararası Man Booker Ödülü’nde New Directions çok başarı kazandı. Bu da hem çeviri sanatına hem de gerçekten iyi kitaplara dikkat çekilmesini sağlıyor. Bu konuyu on beş yıl önce konuşuyor olsak, pek hareket yok diyebilirdim Amerika için. Ama şimdi çevreme baktığımda, gerçekten çok sayıda iyi yayıncı var ve bunların çoğu küçük yayıncılar, hepsi olmasa da. Riverhead gibi yayıncılar da benim isteyebileceğim kitaplar bastılar. Örneğin Graywolf, Open Letter, Deep Vellum… Sonsuz bir liste bu ve bazılarını unutacağım. City Lights, bu daha küçük yayıncılar, New York Review of Books… Gerçekten uzun bir liste bu, gerçekten ilginç kitapları bu yayınevleri yayımlıyor. İşin yükünü onlar sırtlanmış durumda.

Eskiden büyük altı yayıneviydi, şimdi kaç kaldılar bilmiyorum; beş mi, dört mü, iş son derece ticarileşti ve bu dev yayınevleri ortaya çıktı. Bazılarının yine de iyi listeleri var, Farrar-Straus, Knopf, Grove yine de iyi kitaplar yayımlıyorlar. Ama genellikle gördüğüm, onlar değil de bu küçük yayınevleri yayımlıyor iyi kitapları. İnanılmaz, New York merkezli değiller; “nerelisiniz, neredesiniz” diye sormak zorunda kalıyorum. Bu harika bir şey!

Bir de elbette çok önemli kültürel değişiklikler oldu. Çeviriye verilen ödül sayısı arttı. Artık sadece “Best Translated Book Award [En İyi Çeviri Kitap Ödülü]” yok. Ulusal Kitap Ödülü kapsamında artık Çeviri Edebiyat Ödülü de tekrar var, en son ’60’larda veya ’70’lerde verilen. Bu da bizim “Evet!” dediğimiz bir şey, kazanabileceğimiz bir ödül. Büyük yazar Laszlo Krasznahorkai için kazandığımız, Yoko Tawada için kazandığımız bir ödül. Yirmi otuz yıldır yayımladığımız bu yazarların nihayet hakkı teslim ediliyor. Bu ödüllerin ekonomik getirisi de bize gerçekten katkıda bulunuyor.

Bu alanda hâlâ önemli bir diğer güç ise PEN-Heim Ödülü, PEN’in her yıl 12-15 çevirmene verdiği inanılmaz bir ödül. Başlangıçta ben jürideydim, Declan jürideydi, hep aynı kişiler olmasın diye birkaç yıl sonra jüri değişiyor. Çevirmenlerin sadece 30 sayfalık bir çeviriyle başvurması yeterli, sadece telif hakkı sahibinin izni gerekiyor.

Türkçe edebiyattan çeviri yapan çevirmenlere tavsiyem, PEN web sitesinde PEN-Heim Ödülü’ne mutlaka bakın. Çevirmen 2-3 bin dolar alıyor, bu iyi, ama bir kez bu altın mührü alan projelerin özellikle büyük yayınevleri tarafından kabul edilme ihtimali çok yükseliyor. Sanırım her yıl 12-15 çevirmen buna hak kazanıyor.

Bu ödül kendi başına bu alanın bütün görünümünü değiştirdi. Ödülün başlatılabilmesi ise Michael Henry Heim adındaki muazzam kişi sayesinde, babası İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerle savaşırken hayatını kaybediyor, ailenin aldığı tazminata ne kendisi ne annesi dokunuyor. 800 bin dolar kadar bir miktarı PEN’e bağışlıyarak bu harika ödüle kaynak sağlıyorlar. Heim harika bir insanmış. 12 dil biliyor, birçok çeviri yapmış; Danilo Kiš’ten örneğin.

Yani demek istediğim Amerika’da eskisinden daha iyi bazı eğilimler var. Ama bazı diğer eğilimler de mide bulandırıcı. Joe Amcayı seviyorum, o iyi. Ama Trump yılları boyunca, Bush yılları boyunca kuvvetli bir arzu vardı, daha iyi bir şey yapabilmeyi amaçlayan, o sıçanlar gibi olmamak için.

Toparlamalıyız, ama fazla olumsuz bir yerde de bırakmayalım. Daha önce Keith Ridgway’in yakında çıkacak kitabından bahsettin…

Öyle güzel ki…

Peki, yakında çıkmış ya da çıkacak kitaplardan hangilerinden bahsetmek istersin?

Öyle çok var ki… Keith bence bir dahi. Farklı bir boyut sunabilen kitaplar beni gerçekten büyülüyor. Keith’in Muriel Spark’ın kitaplarını sevmesi bence bir tesadüf değil, o da dördüncü bir boyuta kapı açabilen bir yazar. Bu beni büyüleyen bir şey.

Rus yazar Maria Stepanova’nın kitabı In Memory of Memory [Hafızanın Anısına] beni gerçekten heyecanlandırdı. Çıkacak birçok başka kitabımız var, hangisinden bahsetsem? Juan Emar’ın kitabı Yesterday [Dün] daha önce birlikte çalışmadığım Birleşik Krallık’tan bir yayıncı. Peirene Press tarafından yayımlandı, inanılmaz bir kitap. Artık hayatta olmayan Alman yazar Marlen Haushofer’in baskısı olmayan, efsanevi ama henüz okumadığım kitabı The Wall [Duvar] da beni heyecanlandırıyor. Muhteşem bir kitap, yazarın bir diğer romanını daha yayımlayacağız, henüz seçmedik.

Bir diğer sevdiğim yazar, yine hayatta olmayan Avusturyalı yazar Alexander Lernet-Holenia; onun kitabı Baron Bagge.

Kitaplarımızı seven bazı kişilerin yardımı çok önemli. Patti Smith bizim kitaplarımızı seviyor, Harald Voetman’a çok hayran, ben Instagram’da yokum ama o paylaşmış. Kitabın çevirmeni Johanne’yı [Sorgenfri Ottosen] seviyor. Belki “Baron Bagge”nin önsözünü de yazacak.

Küçük bir yayıncı her zaman yardım arar. Her zaman işlerin ilerlemesini sağlayacak yollar arar. Bir yanda bir dikkat eksikliği bozukluğu varken, diğer yanda kitap eleştirilerine medyada ayrılan yer azalırken yeni yöntemler keşfetmek gerekiyor. Bu da çoğunlukla, benim çok iyi bilmediğim, çevrimiçi yöntemlerle oluyor.

Fernanda Melchor’un yeni kitabı Páradais beni heyecanlandırıyor,  paradise kelimesini telaffuz edemeyen bir Meksikalının söyleyişine göre kelimeyle oynanmış başlıkta.

Şimdi kendimi kötü hissediyorum, çıkacak kitaplar listesine bakmadığım için. Yeni Clarice Lispector çevirileri, Laszlo’nun yeni kitabı… Claudia kitabı Almanca okudu, elinden bırakamadı. Korkunç bir başlığı var, “Herscht 07769”. Amerika’da herkes bunu posta kodu filan sanacak, ama kitapları her zaman heyecan verici.

Cesar’ın beş kitabını bir arada kumaş ciltli basacağız. Yani biz sürekli dans ederek neyin ilgi çekeceğini keşfetmeye çalışıyoruz.

çeviren: NÂZIM HİKMET RİCHARD DİKBAŞ

 

 

Kıraathane İstanbul 2021 Kitap Şenliği'nin dijital katılımcılarından biri olan New Directions yayınevinin yöneticisi Barbara Epler ile yapılan söyleşiyi Kıraathane İstanbul'un Youtube kanalında da izleyebilirsiniz.

 

GİRİŞ RESMİ:

Barbara Epler, fotoğraf: Nina Subin