Asılacak Kadın’da tanıklıklar ve tercümeler

"Asılacak Kadın hem Melek’i susturma, tabi kılma düzeneklerini ifşa eder hem de tüm bu cinsel, toplumsal şiddetin altında ezilmiş olsa da var kalmaya devam eden iç sese kulak verir. Sadberk’in deneyimi gibi Melek’inkinin de sürekli başka söylemlere tercüme edilerek indirgenmesi karşısında Pınar Kür, Melek’in kolaylıkla tercüme edilemez iç sesine talip olmuştur. Bu sesi tüm kısıtlanmışlıklarıyla ifade edecek bir form arayışı Asılacak Kadın’ın asli arayışıdır."

21 Ekim 2021 17:30

Pınar Kür’ün 1979’da basılan romanı Asılacak Kadın’ın kökeninde gerçekleşmiş bir idam yatar. 1964’te, Paris’e gitmeden önce annesinin evinde gördüğü bir fotoğraf bir şekilde ona musallat olacaktır: “Boynu eğilmiş, dili dışarı çıkmış, korkunç bir resim. Şok geçirdim.”[1] Aslında bu idam öncelikle teyzesi Halide Nusret Zorlutuna’yı etkilemiştir ve ondan fotoğrafın ardındaki hikâyeyi öğrenir:

“Kırklareli’nde, köyde bir adam kimsesiz bir kızı alıyor ve onu erkeklere peşkeş çekiyor. Sonra köydeki çocuklardan biri kıza âşık olup adamı tarlada vuruyor. Ardından da cesedi evin içine birlikte saklıyorlar. Dava açılıyor, bütün köy gelip şahitlik yapıyor, adamın ne mal olduğunu anlatıyorlar ama nafile. Annem çocukmuş daha, 1930’lar ve bütün tanıklıklara rağmen kıza idam cezası veriyorlar. Hatta teyzem o zaman tanınmış bir yazar, kocası da askerî erkânın ileri gelenlerinden. Araya girip asılmasını engellemeye çalışıyorlar, ama olmuyor.” (s. 236)

Türkiye’de 1930’larda idam edilen kadınları araştırdığımızda, Pınar Kür’ün sözünü ettiği asılmış kadının gerçek kimliğine ulaşabiliyoruz. Lüleburgaz’ın Büyük Karıştıran köyünden Sadberk’in idamı 2729 sayılı 17 Haziran 1934 tarihli Resmî Gazete’de yer alıyor. Resmî söylemde Sadberk, “kocası Demir Kâhyanın, münasebette bulunduğu kipti Salim tarafından, birleşmelerini temin için, öldürülmesinde iştiraki bulunduğundan hem fiil sayılarak”[2] ölüm cezasına çarptırılmıştır. 11 Haziran 1934’te bu cezanın hafifleştirilmesini ya da değiştirilmesini gerektiren bir sebep görmeyerek idamın icrasına karar veren yüksek mahkemenin dilinde, Sadberk etrafındaki erkeklerle tanımlanır: “maktul Demir Kâhyanın karısı 1320 [1904] doğumlu Veli kızı Sadberk.”[3]

25 Haziran 1934 tarihli Akşam gazetesinden Sadberk’in 20 Haziran’da asıldığını öğreniriz. Haber “Koca katili Sadberk nasıl asıldı?” başlığıyla verilir ama hemen ardından “Kadın, sehpa önünde erkekten ziyade metanet göstermiş” cümlesi vurgulanır. Katilliğin şüpheye yer bırakmayan tescili ve metanet övgüsü iç içedir. Haberin ayrıntıları da yasak aşk ve cinai vahşilik temaları arasında salınarak verilir:

“Sadberk bir çingeneyi severek gayri meşru münasebette bulunmağa başlamış ve âşıkile tamamile serbest yaşıyabilmek için kocasını ortadan kaldırmağı düşünmüştür. Bu düşünceyle iki azgın âşık birleşerek gece uykuda iken biçareyi balta ile yatağında öldürmüşler, cesedi kazdıkları bir çukura gömdükten sonra evdeki paranın bir kısmını yanlarına alarak İstanbula hareket etmişlerdir.”

Gazetenin dilinde fikir Sadberk’e atfedilirken, eylem ortaklaşa yapılır. Azgınlık, serbestlik, aşk, cinayet ve kaçış iç içe geçirilerek olay sunulur. Bir süre sonra köye geri dönen “çift” cesedin kurtlanıp kokmasından dolayı cesedi başka bir yere gömmeye çalışırken bekçiye yakalanır ve kadın idama mahkûm edilirken “âşık”ı on dokuz yaşını bitirmediği için yirmi iki senelik hapis cezası alır. Haberin sonunda Sadberk’e dair ton yine değişir. Vahşi katil, metanetli, inançlı ve anne olarak karşımızdadır:

“Sadberk kadın idam sehpasına bir erkekten daha fazla soğukkanlılığını muhafaza ederek gelmiş, yalnız idam edilmeden evvel aptest alarak namaz kılmasını arzu ettiğini söylemiş, sonra da hazıruna dönerek altı ve on iki yaşlarında iki kız çocuğuna iyi bakılmasını rica etmiştir.”

Halide Nusret Zorlutuna’nın anlattıklarıyla hukukun ve gazetenin hikâyeleştirmesi arasındaki kuvvetli karşıtlığın dikkatimizden kaçması mümkün değil. Yasa ve yazı tarafından kuşatılan Sadberk, cinayetin ve diğer eylemlerinin faili, acımasız ama aynı zamanda metanet sahibi bir katil olarak sunulurken, Halide Nusret’in Pınar Kür aracılığıyla okuduğumuz tanıklığındaysa Sadberk fail değil, maruz kalan konumundadır. Kocasına, diğer erkeklerin cinsel şiddetine, “peşkeş çekilişe”, köydeki çocuklardan birinin âşkına maruz kalır Sadberk. Cinsel şiddetin ana faili kocayken, kocayı öldüren de âşık gençtir. Aynı koca, haberde baltayla öldürülen “biçare”ye dönüşürken, yasanın dilinde de cinayetin faili “âşık”, reşit olmadığı için cezası indirilen, idamdan kurtulan bir yeterince-fail-olmayana indirgenir.

Sadberk’in hikâyesi bize dolayımlarla ulaşır. Pınar Kür’e de böyle ulaşmıştır. Önce Sadberk’in asıldıktan sonraki fotoğrafı, sonra da Halide Nusret’in anlatımı. Halide Nusret ve bu fotoğraf olmasaydı, Sadberk’in tarihteki kaydı resmî ve yazılı olandan ibaret olacaktı belki de. Fotoğraf ve Halide Nusret’in tanıklığı, resmî ve eril söylemin altını oyan, başka bir hakikatin neşet etmesine alan açan bir dolayım olarak işler burada.

Pınar Kür’ün Sadberk’in fotoğrafı ve hikâyesiyle karşılaşması sırasında yaşadığı şok, uzun süre bu gerçeği hikâyeleştirmesini, temsile dönüştürmesini etkiler. Yıllarca “kafa[sının] bir yerlerinde” taşıdığı hikâyeyi önce oyun olarak yazmak ister, olmaz. Sonrasında hikâyeyi köyden daha iyi bildiği şehir bağlamına taşır. Mehmet Abud’un Kanlıca’daki yalısına dair hatıraları, Adliye’deki gözlemleri, Amerikalı bir sosyoloji profesörüyle Zeytinburnu’nda yaptıkları alan çalışması gibi aşina olduğu deneyimlerle Sadberk’in deneyimi bambaşka veçheler kazanır. Sadberk’in deneyimi kat kat dolayımlanarak, başka deneyimlerle kesişerek Asılacak Kadın’da vücuda gelir.

“Faik İrfan Elverir’in Geceyarısı Düşünmeleri”, “Melek’e Hücrede Gelenler” ve “Yalçın’ın Yazdıkları” adlı üç bölümden oluşan Asılacak Kadın’ın her bir bölümünde de farklı farklı dolayımlar ve tercümeler söz konusudur. Bölümlerden başlamadan önce bir gazete haberiyle karşılaşırız ve burada Melek ve Yalçın’ın “Ebru Mustafa Paşa’nın torunu, tanınmış işadamlarından Cemil Ebruoğlu’nun büyük kuzeni Hüsrev Ebruzade”yi öldürdükleri haberleştirilir. Melek idama mahkûm olmuşken, Yalçın on yedi yaşında olduğu için ömür boyu hapis cezası alır.

Habere indirgenerek sunulan bu olayın farklı perspektiflerden nasıl deneyimlendiği ise üç ayrı bölümde işlenir. Davanın yargıcı Faik İrfan’ın iç düşünceleri, mahkeme boyunca sessiz kalan Melek’in karar verildikten sonra hücrede gerçekleşen bilinç akışı ve kendisini kurtarıcı erkek olarak konumlandıran Yalçın’ın yazdıkları aracılığıyla sürecin veçheleri ve öznelerin algıları gözler önüne serilir. Hüsrev Ebruzade’nin önce hizmetli olarak aldığı, sonra eşi yaptığı Melek’i başka erkeklerle ilişkiye girmeye zorlaması ve bu ilişkileri izlemekten aldığı keyifle yalının kâhyasının oğlu Yalçın’ın bir yandan bu erkeklerden biri olup diğer yandan âşık olduğu Melek’i kurtarmak için Hüsrev’i öldürmesi üzerine kurulu olayların ekseni, aynı anda Melek’in failleştirilmesini ve madunlaştırılmasını da içerir. Mahkeme tarafından hatırlı ve asil Hüsrev masumlaştırılıp kurbanlaştırılırken, Melek cinayetin asıl faili olarak konumlandırılıp reşit olmayan Yalçın, Melek’in yedeğine çekilir. Bu işlemler Melek’in mutlak suskunluğunca da katedilmektedir. Melek’e suçlar, güçler, faillikler atfedilirken, Melek bu simgesel/kurumsal düzene dahil ol(a)maz.

Yargıcın gözünden ve zihninden anlatılan bölümde yargıcın kadın düşmanlığı kendiliğinden ifşa olurken, Asılacak Kadın analizini bu noktada bırakmaz, yargıcın zalimliğinin ve düşmanlığının kökenlerine de iner. Yargıcın iç monologları aracılığıyla alt sınıftan birinin yargıç olurken neleri kurban ettiğini gözlemleriz. Varlıklıların çocukluğundan beri kendisine atfettiği kokuyu içselleştirmiş olan yargıç, toplumsal nezihliğe, kokuyu başkalarına, alt sınıflara, özellikle de kadınlara atfederek ulaşmıştır. Ancak görünüşteki sterilliğe tezat olarak içinde “o koku” hâlâ dolaşmaktadır. Bu bakımdan nezihlik abidesi Hüsrev’i öldüren yoksul, zelil ve sessiz Melek’te tüm pis kokular toplanır. İçsel saflığını, paklığını yeniden kurabilmek, nezih toplumu bu kirden arıtabilmek için Melek’in ortadan kaldırılması gerekir. Böylelikle Asılacak Kadın olayın hukuki veçhesini verirken, bu veçheye sirayet etmiş olan öznel, eril ve sınıfsal süreçleri de gösterir. Erkek yargıcın yasayı uygulama pratiğinin muktedirle özdeşleşme, kendi zilletini başkasına aktarma, güçlü olanı aklayarak kendini aklama gibi içsel dinamiklerle girift bağlarına işaret eder.

Suçlamalar karşısında sessizliğini koruyan Melek sustukça suçun yüklendiği kişi olur. Yalçın’ın cinayeti itiraf etmesi bile Melek’in zorlaması olarak yorumlanır. Hüsrev’in onu başka erkeklerle cinsel ilişkiye zorlaması, Melek’in kocasını göz göre göre başkalarıyla aldatması hikâyesine dönüştürülür. Çocukluğundan beri maruziyet halinde ve tahakküm altında yaşayan Melek’in eylemsizliği ve suskunluğu rızaya yorulur. Hayatın her noktasında madunlaştırılmış, iradesi elinden alınmış, çeşitli düzeylerde ve niteliklerde şiddetin nesnesi olmuş Melek, özerk bir öznellikle donanamadığı için –paradoksal olarak– tanık olduğu ya da maruz kaldığı tüm hallerin faili haline getirilir. Hayatın her katmanında Melek’ten esirgenen güçle, kocasına cinsel oyunlar oynayan, onun için cinayet tertip eden eylem kudreti iç içedir. Başından beri kurumsal ve sosyal düzlemde hükmü olmadığının bilincinde olan Melek’in bilincinde geçenleri ancak mahkemenin hükmünden sonra izleyebiliriz. Mutlak hüküm verildikten sonra Melek’in dünya kavrayışıyla, madunun susturulmuş iç sesiyle tanışırız.

Asılacak Kadın hem Melek’i susturma, tabi kılma düzeneklerini ifşa eder hem de tüm bu cinsel, toplumsal şiddetin altında ezilmiş olsa da var kalmaya devam eden iç sese kulak verir. Sözde özgürleştirici Yalçın’ın kolaycı firarının karşısında toplumun tüm kurumlarıyla Melek’in firar hatlarını, öznellik imkânlarını nasıl iptal ettiği öne çıkarılır. Sadberk’in deneyimi gibi Melek’inkinin de sürekli başka söylemlere tercüme edilerek indirgenmesi karşısında Pınar Kür, Melek’in (başka bir düzlemde Sadberk’in) kolaylıkla tercüme edilemez iç sesine talip olmuştur. Bu sesi tüm kısıtlanmışlıklarıyla ifade edecek bir form arayışı Asılacak Kadın’ın asli arayışıdır.

Kitap yayımlandıktan yedi yıl sonra bir başka çeviriye konu olur: Başar Sabuncu romanı filme uyarlar. Aynı adlı filmin 1987’de yasaklanmasıyla birlikte, roman da bu yasaktan nasibini alır. Eseri müstehcen bulan kurul, roman ve filmde cinsel arzuların tahrik edildiğini, ar ve hayâ duygularının incindiğini öne sürerek yasağa karar vermiştir. Tercüme süreci burada da işlemektedir. Cinsel şiddetin ifşası cinsel tahrike indirgenerek kurul Hüsrev ile benzer bir yerde konumlanmaktadır. Hüsrev, faillerinden olduğu tecavüz serisindeki şiddeti silerek cinsel ilişkileri izlemekten keyif alırken, kurul da aynı silinişi takip ederek şiddeti değil, izleyenin muhtemel uyarılmasını kendine dert edinmiştir.

 

NOTLAR: 


[1] Mine Söğüt, Aşkın Sonu Cinayettir: Pınar Kür ile Hayat ve Edebiyat, Can Yayınları, 2016, s. 236.

[2] Tüm alıntılarda metinlerin imlasına sadık kaldım, günümüz imlasına uyarlamadım.

[3] Resmî Gazete’deki karar için bkz. Resmî Gazete arşivi