Ahmet için…

"Onun yazısında da, görüşlerinde de hayran olduğum bir öfkesizlik vardır. Entelektüel bakışının ve derinliğinin hiçbir zaman sekteye uğramamasından kaynaklanır bu da. Tarih asla yassılaşmaz onda, günün içinde kaybolmaz. Sonsuz bir sorgulama ve anlama çabası ağır basar."

27 Ekim 2022 23:00

 

“Hiç kimse onun arkasından onun sevdikleri için yazdığı kadar güzel yazamayacak.” Bir twitter kullanıcısının Ahmet’in arkasından attığı twit bu ve onun ardından eli klavyeye uzanacak hemen herkesin içten içe bildiği de bu. Çok güzel portreler yazardı Ahmet, ama bir dostunuzun ölüm haberi geldiğinde ancak belki zaman içinde, belki arası biraz açılınca portreye dönüşebilecek ayrıntılar yığılıyor üstünüze. Kapıdan bir giriş, bugün anlatılsa hiç kimseye bir şey demeyecek bir konuşmanın ortasındaki bir gülüş, sofrada bir lokmaya uzanış, falan filan. Ufak ufak şeyler. Anlar yığını. Belki sonra, çok başka anlatılabilecek şeyler.

Dostluğumuz Volkan’ın Romanı ile başladı bizim. Metnini yayınevine de editöre de bahşeden yazarlardan değildir Ahmet, tersine emanet eder. Öyle ki, yıllar sonra, arada birlikte çalışılmış onca kitaptan sonra, ilk çalıştığınız kitabın yayınlanışının yıldönümünde birdenbire telefonunuz çalar ve Ahmet size teşekkür eder. Birlikteliğiniz için. Ona o portreleri yazdıran da, hiç tanışmamış okurlarının bile yaşamında hep bir kedi yavrusunun, bir köpek yavrusunun masumiyetiyle kıvrılıp yerleşebileceği bir minderinin olması da sadece dostlarına değil, hayata, edebiyata, ilkelerine olan bu vefası ve şefkatidir zaten.

Ne denli yetkin olurlarsa olsunlar, Ahmet ne portre yazılarından ne de röportajlarından ibarettir. Usta bir edebiyatçıdır. Dili en yetkin kullanan yazarlardan biri olduğunu düşünürüm. Öykü ve romanlarında dil, sözü, düşünceyi, an’ı, konuyu ya da topluca söylersek “mesele”yi aktarmaz, kurar, inşa eder. Dilin anlattığı kadardır Ahmet’in edebiyatı ve kimi zaman çetrefil gelebilecek bazı cümleleri o güçlü “olma”, “ortaya çıkma” çabasını görünür kılar, dil de metinle birlikte yeniden kuruluyordur çünkü.

Kendi tanımıyla, “gay ve sosyalist”tir. Bugün LGBT-İ hareketi destekleyen sol muhalif harekete bakınca bunun önceki kuşaklar için ne demek olduğunu anlamak kolay değildir sanıyorum. 80 öncesinin sol hareketinde yaygın olan erkek kültüründe “gay”olmak neredeyse politik bir sapmadır. Kadınların “bacı” olduğu yerde gay’ler de “ibne”dir, her anlamıyla, kaypaklık, güvenilmezlik, oyunbozanlık…  Volkan’ın Romanı ilk çıktığında, İbne’nin Romanı diye ünleyen “bizim kuşak”takilerin adlarını anacak değilim tabii ki. Bir kısmı o günden bugüne geçen yıllarda görüşlerini değiştirdiler zaten. Ve bu değişimin ardında sol geçmişlerini öfkeyle ananlar değil, Ahmet gibi mücadeleyi sürdürmekte ısrar edenler var. Onun yazısında da, görüşlerinde de hayran olduğum bir öfkesizlik vardır, ya da sesi hiç hırçınlaşmaz demeliyim belki. Entelektüel bakışının ve derinliğinin hiçbir zaman sekteye uğramamasından kaynaklanır bu da. Tarih asla yassılaşmaz onda, günün içinde kaybolmaz. Sonsuz bir sorgulama ve anlama çabası ağır basar. Size gayet iyi bildiği sosyalist kuramdan, tartışmalardan söz etmez, gördüğü işkenceleri, hapis yattığı yılları, hareket içinde “ibne” olarak uğramış olduğu ayrımcılıkları anlatmaz. Herkesle eşitlikçi bir ilişki kurar, hapishanede okuduğu kitaplardan, yaptığı çevirilerden söz açar; sonra bir dergi için rica ettiğiniz bir öyküde anlatır. (“Zulüm Haritası”, Granta, 2013) Ama kimsenin başına kakmadan, usulca. Hepimizin şefkate ne kadar ihtiyacımız olduğunu hatırlatarak ve kendi de şefkatini esirgemeden. Ahmet ufkunuzu doğrudan gerek siyaset gerek sanat alanındaki kuramsal yetkinliğiyle açmayı deneyenlerden değildir. Politik görüşlerinin temel siyahlarından ve beyazlarından hiç ödün vermeden arada kalan renklere yer açarak yapar bunu. Arada geniş bir gri alanın değil, tüm renklerden oluşan bir karmaşanın olduğunu hatırlatır. Bu nedenle de politik yazılarıyla öyküleri, romanları birbirinden ayrılmaz. Ayrı ayrı alanlar olmaz, birleşirler. 

Bunları senden daha iyi yazacak birileri vardı mutlaka, sen bize anılardan bahset, “bir gün…” diye başlayan anekdotlar anlat diyenler olacaktır ama ne diyeyim ki? Telefonu tuşladığımda karşı taraftan duyacağım o kocaman “canımmm” yok artık. Şu anda sadece bu var!