Yoz gazeteci yoz

Billy Wilder sinemasının kıyıda köşede kalmış cevherlerinden Ace in the Hole, Gezici Festival kapsamında izleyiciyle buluşacak. Wilder, filmde bir gazeteci kahramanı merkeze alarak toplumun yozluğunu anlatıyor

Yeterince yakından bakarsanız, şampuan şişesinde bile bir hikmet görebilirsiniz. Şampuan şişeleri tabiatı itibariyle hikmet yoksunu olduğundan değil ama, çok çalışılan yazarların her sözünde bir keramet bulmak gibi, 2020 yılının meteor hareketlerini kutsal kitaplarda aramak gibi sıradan bir anlamsızlığa, havanda su dövmeye benziyor.

Sinizmin şahı Billy Wilder’ın bir yozlaşmış gazetecilik portresi olarak epeydir klasik mertebesinde kabul edilen filmi Ace in the Hole[1] da bence böyle bir muamele görüyor. Kabul, bugünün Türkiye’sinde, medya kendi enkazı üzerinde ıslık çalarken, Ace in the Hole’u izleyince, Wilder’ın denildiği gibi zamanının ötesinde bir düşünür, bir kâhin olduğu sonucuna varmak kolay, bir o kadar da cazip.

Şu sohbeti düşünün: “Hepimiz aynı gemideyiz sonuçta.” “Gemide ben varım. Siz hepiniz suyun içindesiniz. Bakalım, nasıl yüzüyormuşsunuz.” Al bu konuşmayı, siyasete, ekonomiye, medyaya, yargıya vur, kanırt kanırtabildiğin kadar, yersiz olmaz.

Ace in the Hole, bana kalırsa, yalnızca gazetecilik değil, toptan ahlakî çöküş üzerine sözünü sakınmayan bir film. Unutulmaz bir Wilder repliği gibi, “Kimse kusursuz değil.”

Önce haberler: Chuck Tatum, patronun eşiyle ilişkiye girme, alkolizm, asılsız haber gibi türlü sebeple New York, Şikago, Detroit’teki büyük gazetelerden bir bir kovulmuş, gözden düşmüş bir gazeteci. Yolu, New Mexico’ya düşen, Allah’ın cebinden peygamberi çalacak maharetteki bu gazeteci, Albuquerque’daki küçük bir gazetenin yayın yönetmenini kendisine iş vermeye ikna eder: “Büyük haberlere de bakarım, küçük haberlere de bakarım. Hiç haber yoksa, gider bir köpek ısırırım.”

Chuck’ın niyeti, bir haber patlatmak, hak ettiği ünü geri kazanmak ve böylece Gotham’a geri dönmektir. Ne ki, müebbet hapse mahkûm olmuş gibi hissettiği bir yıl geçer gider. Chuck, fotoğrafları güzel çıkar diye bir çıngıraklı yılan avı haberine giderken, talihinin döndüğünü düşünmeye başlar: Bir adam, yerlilerin kutsal kabul ettiği dağda mahsur kalmıştır.

Chuck aradığı insan hikâyesini sonunda bulmuştur, manşetleri görür: “Yedi Akbabalar Dağı’nın Laneti.” Şerifi ve kurtarma ekibinin şefini tatlı diliyle olduğu kadar haklarında iki kelime güzel bir şeyler yazmakla ikna eder, haberi ve olayların seyrini tekeline alır; fırsattan istifade bedbaht hayatından kaçmaya çalışan mahsûr Leo’nun karısı Lorraine’i şehirde kalıp kaygılı eş rolünü oynamaya zor kullanarak razı eder ve haberleri yazmaya koyulur. Olay, Chuck’ın tahmin ettiği gibi, büyür, önce yörenin yakınlarında tatile çıkan Federberler, Chuck’ın deyimiyle Bay ve Bayan Amerika, sonra başka tatilciler, başka gazeteciler, sonra sonra şehre bir karnaval bile gelir. Leo mağarada mahsur kaldıkça, yoktan âdeta bir endüstri doğar. Leo ölüm kalım savaşı verirken, büyük karnaval son hız devam eder.

Jan Sterling ve Kirk DouglasBilly Wilder, Ace in the Hole’u, pek çok kişiye göre hata yapmasının imkânsız olduğu bir dönemde, çektiği filmler peş peşe gişe rekorları kırarken, Sunset Bulvarı daha yeni 11 dalda Oscar adayı olup üç ödül kazanmışken çeker. Charles Brackett ile Wilder, ki o zaman için Hollywood’un hit makinası senarist çifti olarak görülürler, yollarını ayırır ve Wilder, Chuck Tatum’un öyküsünü yazar. Filmin gişe serüveni fiyaskoyla sonuçlanır. Hatta, Wilder bir sonraki filminden alacağı ücretin büyük kısmını, borçlarına mahsuben stüdyoya bırakır.

Tevatürler çeşitli; kimi kaynaklara göre, sinemayı her şeyden önce bir eğlence aracı olarak gören Wilder, filmin başarısızlığını kendine bağlar. Bilhassa diğer işleriyle kıyaslayınca, filmden “benim bücür” diye bahseder. Kimi kaynaklarsa, Wilder’ın filmi en kişisel işi olarak gördüğünü söyler.[2] Her iki rivayeti de çok Wildervari bulmakla birlikte, yönetmenin Charles Brackett’la ortaklığı bittikten sonra, eni konu bildiği bir alana, gazeteciliğe dönerek âdeta rüştünü yeniden ispatlama kaygısına düştüğünü düşünmeden edemiyorum.[3]

Ace in the Hole, kıvrak ve kışkırtıcı diyalogları,[4] tutumlu kompozisyonu[5] ve misantropisiyle bir Billy Wilder filmi olduğunu ilk elden belli ediyor. Kara filmi alışıldığı şekilde şehrin dar sokakları ve kasvetli sokaklarında yorumlamaktan kaçınan Wilder, çölün uçsuz bucaksızlığında türü yeniden kurguluyor ve böylelikle, kötülüğün şehrin rakımına göre değişmediğini, insan nereye giderse peşinden kötülüğü de doludizgin sürüklediğini söylüyor. Charles Lang’in idareli görüntü yönetmenliğinde, mağaranın tekinsizliği, karanlığı ile çölün göz alan aydınlığı arasındaki kontrast, insan ile hikâyesi, trajedi ile trajedinin algılanışı arasındaki zıtlığı da görünür kılıyor.

Kirk Douglas, Chuck Tatum rolünde, tıpkı Maziden Gelen veya Karakolda filmlerinde olduğu gibi, iyi adamları değil, köşeli karakterleri canlandırmakta daha mahir olduğunu gösteriyor.  Hırslı ve kendine düşkün Chuck Tatum, Kirk Douglas’tır. Lorraine rolünde Jan Sterling ise kara film türünün gerektirdiği femme fatale tipinin hakkını verirken, kapana kıstırılmışlık, çıkışsızlık ve talihsizlik duygularını da film boyunca yansıtıyor. Diğer karakterlerin pek de bahsedilmeye değer, ele gelir bir varlığı yok filmde.

Billy Wilder, Ace in the Hole’da gazeteciden taşra marketi sahibine, şeriften editöre, herhangi birine, kişisel çıkarlarla etik değerler çatıştığında insanın eğilimleri üzerine yer yer grotesk, ama groteskliğinde kötülüğün sıradanlığını vurgulayan[6] karanlık bir hikâye anlatıyor. Bu hikâyede kimse kusursuz değil.

Ace in the Hole, Billy Wilder’ın daha eğlenceli Bazıları Sıcak Sever veya daha itibarlı Casuslar Kampı gibi filmlerinin yanında tökezlemekle birlikte, ekonomik ve zıpır bir film. Yoz bir gazetecinin maceralarını izlemek için değil, insanın yozluğunu görmeye hazır olduğunuzda izleyin.

 

Ace in the Hole, bu yıl 24'üncü kez yollara düşen Gezici Festival'in Yalanlar Çağı başlıklı bölümünde izleyiciyle buluşacak. Nasıl ki Ace in the Hole'u gazeteciliğin çöküşüne dair bir film olarak değerlendirmekten kaçınıyorsam, yalan açısından çağlar arasında bir hiyerarşi kurma eğilimini de şahsen sevimsiz buluyorum. Festival programıyla ilgili ayrıntılı bilgi için: http://ankarasinemadernegi.org/ 
[1] Ace in the Hole, Türkçeye Son Koz olarak çevrilebilir. 1951’de seyirciyle buluşan film ne eleştirmenlerden ne de dönemin sinemaseverlerinden geçer not alınca, Paramount Pictures, Billy Wilder’ın rızasını almadan, son bir koz olarak filmi “the Big Carnaval” adıyla tekrar gösterime sokar. Film, Türkçede de daha çok bu adla, Büyük Karnaval adıyla biliniyor. Ben, gerilimi baş kahramandan sıyırıp bütün iştirakçilere dağıtmasıyla Büyük Karnaval adını daha çok sevmekle birlikte, nedense Son Koz adını daha sinematografik buluyorum ama Türkçede filmden bu adla bahsetmek anlamsız olacağı için de Ace in the Hole’u tercih ediyorum. Diri Gömülenler adını ise az çok anladığım hiçbir dilde mantıklı bulmuyorum.  
[2] Billy Wilder’ın hayatı ve sineması hakkında kapsamlı bilgi için Ed Sikov’un Wilder biyografisi On Sunset Boulevard: Life and Times of Billy Wilder’a bakabilirsiniz.
[3] Billy Wilder, liseden zar zor mezun olduktan sonra, Viyana’da bir gazetede çalışmaya başlar. Önceleri gazeteye bulmaca hazırlarken, zamanla spor servisine, sonra kültür ve sanata çalışır, en son da adliye muhabirliği yapar. Viyana’dan Berlin’e taşınan Wilder, sinema dünyasının demirbaşlarından biri olmadan önce, hayalet yazar olarak senaryolar yazar. Kendi adıyla yazacağı ilk senaryonun adı ise, ilginçtir veya değildir, Der Teufelsreporter (Şeytan Gibi Haberci) olacaktır.
[4] Chuck, mağarada mahsur kalmış kocası için dua etmesi gerektiğini söylediğinde, Lorraine “Ben kiliseye gitmiyorum. Diz çökmek çamaşırlarımı iç ediyor” der.
[5] Chuck Tatum’u bir çekicinin refakatinde gazetesini okurken gösteren filmin açılış sekansı bile bu yorumu haklı çıkarmaya yeter.
[6] Bu yorumu burada kesmek aşırı çaba gerektirdi. Yoksa, mağarada ölüm kalım savaşı veren bir insanın hikâyesini bir karnavaldan izleyenleri, dünyanın Auschwitz’e sessiz kalışına benzetmek, Ace in the Hole’un tam da bu nedenle Wilder’ın en kişisel filmi olduğunu söylemek işten bile değil. Bir not: Billy Wilder, Nazi zulmünden kaçarak ABD’ye gelmişti. Ailesini Auschwitz’de kaybetti. Yıllar sonra, Thomas Kenneally’nin kitabının, sonraları Spielberg’in elinde Shindler’in Listesi’ne dönüşecek filmin haklarını almak için de çok uğraşacaktı. Spielberg, filmi Wilder’ın çekmesi için ısrar etse de, Wilder razı olmadı. Böyle böyle, bu bağlantılar üzerinden Hannah Arendt’e gitmek de mümkündü.