Sevgili arsız ütopya

teknopolis

Teknopolis

MUSTAFA ARSLANTUNALI

İletişim Yayınları

Teknopolis teknolojiyi çevreleyen politik bağlamı sürekli hatırlatarak, teknolojinin hayatımızı değiştirdiğini ama esas toplumsal düzen değişikliğini sadece ve sadece insanların yapabileceğini anlatıyor bize.

ÖZGÜN ÖZÇER

Ah internetten önce insanlar nasıl yaşıyordu acaba? Muhtemelen, televizyondan önce nasıl yaşadığımızı sorup sorup duruyorlardı. Neyse ki televizyon icat edilmeden önce en azından matbaa varmış, yoksa insanlar gerçekten sıkıntıdan patlardı… İnsanın topluma kazandırdığı her teknoloji hem toplumu hem de o insanın bilincini biçimlendiriyor. Hani meşhur bir söylence vardır ya, belki onu da çağımıza uyarlayarak “güncellemenin” vakti gelmiştir: İnsan mı teknolojiyi yarattı, yoksa teknoloji insanı mı? Bu bilmeceyi – ya da binbir parçalık yapbozu – merkezine alarak, muhtelif zamanlarda topluma giren muhtelif teknolojilerin ilham verdiği muhtelif ütopyaları bir nebze boşa çıkaran, yerini çeşit çeşit PR’la, pazarlamayla dolduran biricik gerçekliğimizin izini sürüyor Teknopolis. Mustafa Arslantunalı’nın İletişim Yayınları’ndan yayımlanan kitabı asla bir yeni teknoloji el kitabı ya da derlemesi değil, zamane insanın tam da ihtiyaç duyduğu zengin referanslarla dolu sosyolojik bir deneme (veya yer yer denemeye meyleden sosyolojik bir araştırma). Peki, iPhone’un yeni modelinin lansmanıyla kıyaslamayalım ama kitaplara da hâlâ ihtiyaç duyuyoruz değil mi?

Kitabın alt başlığı “Akıllı makineler, dağınık zihinler” aslında iyi bir ipucu. Yıllarca bilişim dergilerinde yazar ve yayın yönetmeni çalışan Arslantunalı, iki düzlemde bir anlatı sunuyor: Saatlerden robotlara, telgraftan internete, ansiklopediden Vikipedi’ye, metinden hipermetine kadar hayatımızı dönüştüren teknolojileri inceliyor. Bunu yaparken, o teknolojilerle “aynı pakette” gelen hayal dünyasını da anlatmayı ihmal etmiyor, toplumun beslendiği bazı unutulmaya yüz tutmuş ütopyaların tozunu siliyor ve insanların bu gelişmelere ayak uydurmasıyla bazı davranışlarının ne kadar değiştiğini, bazılarının ise nasıl hiç değişmediğini irdeliyor. Teknoloji üzerine politik, sosyoekonomik ve sosyolojik saptamalarla pek çok tartışmaya ışık tutuyor, edebiyat tarihinden onlarca örnekler paylaşıyor. Bölük pörçük, kimi zaman kendi değimiyle ansızın internette yeni bir sekme açarcasına daldan dala atlayan ama bunu akıcı bir dil, mizâh ve sürekli günümüze bağlayarak yapan, belki çok derine inmeyen ama böylesine bir gâye taşımadığı konusunda okuru uyarmayı ihmal etmeyen dolu dolu bir “kolaj” Teknopolis.  

“Her şey, ama her şey, herkesi şaşkına çeviren bir hızla değişirken, değiştirilirken, her şeyi temelden değiştirmeyi öneren düşüncelere uzak durmak, bugünlerde âdet haline geldi. (…) Değişmeyen tek şey değişim değil, bir de kurulu ilişkiler var: Ütopyasız değişim.”

Modernizmin envaî post hâllerini tüketeduralım, yepyeni bir zihin dünyası içinde yaşasak da teknolojilerin eşlikçisi ütopyalar gerçekleşmeseler dâhi birer pusula, daha iyi bir dünya yolunda izdüşümü oluyorlardı. Bunun son örneklerinden biri de internet. Arslantunalı, MIT (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü) Medya Laboratuvarı’nın kurucusu Nicholas Negroponte’nin sözlerini hatırlatıyor bize: “Bundan yirmi yıl sonra, siberâlemin içinde büyüyen çocuklar milliyetçiliğin ne olduğunu bile bilmeyecekler. İnternet dünyaya barış getirecek.” Arslantunalı’nın dediği gibi “Aradan geçen süre içinde internet dünyaya barış getirmediği gibi, hem çiçek hastalığı hem de milliyetçilik hortladı.” Bir ütopya, karşı ütopyalarını yarattı: Büyük birader ve veri çöplüğü. Anbean ne yediğiniz, ne içtiğiniz, hangi restorana gittiğiniz, nelere ilgi duyduğunuz, sosyal medyada paylaştığınız düşüncelerinizin “sessiz izleyicileri” arasında devletler, polis, şirketler, pazarlamacılar var. Üstelik “bilgi toplumu” adını verdiğimiz bu çağda hakkımızdaki bilgilerle kimin ne yaptığı konusunda hiçbir bilgimiz yok.

Hiçbir zaman bu kadar yoğun teknoloji kullanmamıştık, hiçbir zaman o teknolojinin perde arkasından bu derece bihaber değildik. Kullanıcı arayüzlerinin sezgisel tasarımları bize rahat bir çalışma ve eğlenme ortamı sağlarken kullandığımız, kullandığımız makinelerin ve algoritmaların işleyişini iyiden iyiye görünmezleştiriyor. Harry Potter’ın büyücüleri bile birer bilimci gibi çalışır, büyü yapmayı öğrenirlerken, bizler muggle’lardan sadece bir adım öndeyiz, o da sihri kullanabildiğimiz için. İşte bu sihir yüzünden, yönetimlerin hakkımızda bütün bilgilere erişebilecek araçları geliştirdiğinin farkına bile varmadık.

İşte belki de çağımızın yol açtığı en ciddi sorunlara ışık tuttuğu için Teknopolis tam da ihtiyaç duyduğumuz bir kitap. Değerin üretimle yaratıldığı sanayinin karşılığı işçi sınıfının emek sömürüsü sürerken, değerin finansla katlandığı, hizmet sektörünün değneği eline aldığı çağın karşılığı ise prekaryanın sorunlarının bile yeterince ele alınamadığı bir toplumda teknolojinin imkân verdiği istismarları denetlemeyi ıska geçiyoruz. Arslantunalı’nın vurguladığı gibi eskiden icatları azimli mucitler yapardı, şimdi ise şirketlerin AR-GE departmanları. Yeni icat edilen her teknolojinin doğrudan piyasa ekonomisine ya da – daha da tehlikelisi – devletlere hizmet etme ihtimali, insanlığa hizmet etme ihtimalinden daha yüksek. Yapay zekâ güzel bir örnek. 

“Tamamen özerk, bilinçli ve zeki düzeneklerin, insan zekâsı düzeyindeki makinelerin çağı epey uzakta. Ama zeki makinelerin bizim ayarımızda, bizim tarzımızda bir zekâya sahip olması değil zaten esas tehdit. Androidlerin, robotların, terminatörlerin başkaldırıp insanları yeryüzünden silmesinden korkana kadar, otomatik düzeneklerin, drone’ların, gittikçe elektronikleşen savaş makinesinin, insan öldürmek için kullanılacak otonom silahların yaptıklarından ve yapabileceklerinden ürkmeli.” 

İnsanları yeryüzünden silmeye çalışan hâlâ insanken, ne teknoloji üretilirse üretilsin zaten tehlikedeyiz. Teknopolis teknolojiyi çevreleyen politik bağlamı sürekli hatırlatarak, teknolojinin hayatımızı değiştirdiğini ama esas toplumsal düzen değişikliğini sadece ve sadece insanların yapabileceğini anlatıyor bize. Özellikle 19. yüzyıla kadar teknolojik veya teknik gelişimin bilimden bağımsız olduğuna, mühendisle bilim insanının farklı amaçlarla çalıştıklarına dikkat çekerek, teknolojik gelişimi insanlığın gelişimi olarak kanıksamamak gerektiği konusunda uyarıyor. Bugün de iklimbilimciler İklim Krizi’ne karşı derhal karbon emisyonlarının azaltılması konusunda bilimsel çalışmalar ortaya koyarken kimler direniyor? Halklar tarafından seçilmiş hükümetler ve dünyanın en zengin şirketleri. Teknolojileri kendi çıkarlarına kullananların ta kendisi.

İşte kimi zaman romantik kimi zaman aykırı bulduğumuz ütopyalardan mahrum kalmak bu yüzden bir kayıp. Ütopya hayal etme arsızlığını yeniden hatırlamak, dayatılan bir düzene karşı teknolojiyi kendi lehine kullanmak anlamına gelebilir. Nasıl gencecik çocukların gezegen için okulu ekerek eylem yapma arsızlığı sosyal medya sayesinde dünyanın dört bir yanına ulaşabildiyse, Şili, Lübnan gibi ülkelerde insanlar seslerini her yere ulaştırabildiyse yepyeni toplumsal hareketlerin tomurcuklanmasına sebep olabilir. Teknopolis’in her sayfasının üzerindeki küçük özet başlıklardan birinde denildiği gibi “Büyük anlatı: Tüketim”in konforuyla “Jules Verne” misali düşler kurmak arasında gidip geliyoruz. 

“Dönüşüm ve hız çağında, bu ölçekte bir devrime karşı duranlar, mevzi savaşı yapmıyor artık, değişime karşı direnmiyorlar., hiçbir şeyin değişmemesi için her şeyi değiştiriyorlar – kendi çıkârlarına, kendi kâbus senaryolarına göre. (…) Eylemlerde ve mitinglerde sık sık haykırıldığı gibi “Başka bir dünya mümkün!” Ama onu gerçekleştirebilmek, geleceği inşa edebilmek için önce hayal edebilmeliyiz. Gülünç olmak, saf diye damgalanmak pahasına. Devrimler kazara olmaz.”

Sizin de distopik birtakım kaygılarınız mı vardı? Teknopolis, bir ütopya kürü. Elinizdeki akıllı telefonları bırakmayın, ama her teknolojinin bir distopya kadar bir ütopya uğruna hizmet edebileceğini yeniden hatırlayın.