Mazarin Mavisi: Kozadan çıkışın öyküsü

Mazarin-Mavisi

Mazarin Mavisi

CEM KALENDER

Doğan Kitap 2020 292 s.

Cem Kalender’i üçüncü romanı Kayıp Gergedanlar ile tanımıştım. Annelerinin ölümünden sonra birlikte intihar eden dört kardeşin hikâyesiyle, bundan yaklaşık otuz yıl önce gerçekleşen Maraş Katliamını gerçeküstücü bir kurguyla birbirine bağlayan, ancak bunu, okuru zorlayan bir sertlikle gerçekleştiren bir romandı. Bunun ardından, yazarın Ahmet Hamdi Tanpınar Roman Ödülü alan ilk kitabı Klan olmak üzere diğer kitaplarının peşine düşmüştüm. Kayıp Gergedanlar’ın ardından, tam da Gezi İsyanının ertesinde ülkenin alegorik bir tasvirini sunan Kasımpaşalı Oedipus geldi. Ancak yazarın bu çalışkan üretimi, devletin başlattığı cadı avı ile sekteye uğradı. Bir devlet okulunda öğretmen olan Cem Kalender, 2017 yılında KHK ile görevinden ihraç edildi. Bir yandan devletin sivil ölüm dayatmasına direnmekle diğer yandan ise çalışmakla geçen bu dönemin çıktısı ise geçtiğimiz ay yayımlandı: Mazarin Mavisi.

EMRE TANSU KETEN

Mazarin Mavisi, Beyoğlu’nun ünlü sokağı Küçük Bayram’la açılıyor ve 80’lerin sonunun lubunya dünyasının devlet baskısı, örgütlülüğün yeterli düzeyde olmaması ve kişisel husumetlerin bir araya gelişleri zorlaştıran etkisiyle bezeli dünyasıyla devam ediyor. Çocukluğundan beri hayalini kurduğu assolistliğe ulaşmasına ramak kalan Handan’ın bir polis baskınıyla götürüldüğü Tenasül Hastalıkları Hastanesi’nde arkadaşlarıyla birlikte maruz kaldığı ayrımcılık, hayalindeki dünyaya ulaşmak için ne kadar çabalasa da hep son anda üzerine binen heteronormatif egemen düzen, bitmek bilmeyen kötü günlerde arkadaşlarını korumanın her şeyden önemli hale gelmesi, Handan’ı sadece olduğu gibi var olma mücadelesine hapsediyor. Handan ve arkadaşları için hayatın olağan akışı, sürekli bir olağanüstü hal…

LGBT+ mücadelesinin ve örgütlenmesinin günümüzdekinden çok daha güçsüz olduğu bu koşullarda, hayatlarının üzerine bir karabasan gibi çöken devlet şiddeti, Handan ve arkadaşlarını örgütlenme üzerine daha ciddi şekilde düşünmeye zorluyor. Özellikle Metin’in bu konudaki öncü rolü, her baskın sonrası herkesin kendi kabuğunda saklanmaya mecbur olduğu çemberi kırma konusunda cesaretlendirici bir rol oynuyor. Ancak Handan çocukluğundan kalan bir hesabın peşinde, ailesi bildiği arkadaşlarından gittikçe uzaklaşıyor. Bambaşka bir hayatın içinde buluyor kendini.

Buradan Trakya’nın küçük bir kasabasında, diğer çocuklardan farklı, kendi dünyasının peşinde büyümeye çalışan bir çocuğun hikâyesine, yani Tuna’ya geçiyoruz. Tuna’nın ilgi ve heyecanları başta ailesi olmak üzere, küçük kasaba ahalisini tedirgin etse de, Tuna ihtiyaç duyduğu arkadaşlığı, kasabaya yeni atanan hekimde ve her yaz burayı ziyaret eden kumpanyada buluyor. Doktor Ferhan, Tuna’nın kelebeklere olan ilgisini ciddiye alan tek insan ve onun hala bir kozanın içinde, kendi dönüşümüne doğru yol aldığının farkında. Kumpanya ekibi ise Tuna’nın sahneye olan merakını teşvik ediyor. Tuna’yı ve onun taşranın sınırlarına sığmayacak, burada nefes alamayacak tutkularını özgürleştirmek için bir çıkış kapısı gibi parlıyor.

Romanın ikinci bölümü bambaşka bir hikâyeyle açılıyor. Burada zaman Handan’ın var olma mücadelesi verdiği yıllardan epey ileride. Karşımızda, tek başına çocuk yetiştirmenin, kendi hayatını kuran çocuğun evden gitmesiyle bir başına kalmanın, tek çocuk ve anne arasında gelişen gerilimlerin peşinden gidiyoruz. Hayatını oğlu Özgür’e adayan Nurten, yakalandığı hastalık ve oğlunun pek de hoşlanmadığı bir kadınla başlayan ilişkisi nedeniyle çeşitli ikilemler içinde kalıyor. Sadece oğlunu sevdiği için yaptığı şeylerin, sadece bu sevgi nedeniyle haklı ve meşru olup olmadığı zihnini kurcalıyor. Sevgi her şeyi meşru kılar mı? Gözünden bile sakındığı oğluna, bu hayatta kimsenin veremeyeceği zararı vermiş olabilir mi?

Mazarin Mavisi, bu üç ismin –Handan, Tuna ve Nurten’in– hikâyesini ustaca bir kurguyla birbirine bağlıyor. Bunu, her üç ismin kendi döneminin, kendi kaygılarının, kendi dünyalarının bir buluşma pahasına gözden çıkarıldığı bir kolaycılığa sapmadan gerçekleştirmeyi başarıyor. Her hikâye kendi içinde değerli, her hikâye birlikte değerli. Okurun, sayfalar ilerledikçe ipuçlarını yakalasa da, kitabın sonundaki bütüne hayretle yaklaşmaması çok zor. Kitabın gerçek bir hikâyeye dayanması da bu şaşkınlığın büyümesinde önemli bir etmen. Cem Kalender, bu romanıyla kurgu ve dildeki ustalığını bir kez daha göstermiş.