Empedokles'in-Dostları

Empedokles'in Dostları

AMİN MAALOUF

çev. Ali Berktay YKY 2020 210 s.

Amin Maalouf, son romanı Empedokles’in Dostları’nda tarih, yaşam, medeniyet, bilim, iktidar, değerler gibi kavramları sorgulamamayı seçen çağdaş insana, yaşam ile ölüm çizgisinde durup iç muhasebesine başlamasını fısıldıyor. Roman bittiğinde fısıltı,  okyanusta fırtınanın ortasında kalan insanların haykırışları olarak okuyucunun ruhunda yankılanmaya devam ediyor.

REYHAN SAYGIN

“ … Dünya’ya zincirlerinden boşanmış gibi saldıran
Ve güçlü soluklarıyla mahsulleri yok eden yorulmak bilmez rüzgârları tutacaksın.
Eğer istersen tam ters yönde esen boralar çıkartacaksın.
Kapkara yağmurlardan insanların lehine bir kuraklık;
Kavurucu kuraklıktan sıra sıra dalgalar halinde havayı dolduran besleyici ağaçlar çıkaracaksın;
Ve ölmüş bir insanın gücünü cehennemden alıp geri getireceksin…”

İnsanın varoluş sancısının en masum dayanağı yaşamak. Yaşamak, hayatta kalmak mı, yoksa zaten yaşıyorken daha fazlasını isteme hakkına sahip olmanın nasırlaşmış inancıyla, olanı yok etmekte hiçbir sakınca görmeden var olmaya devam etmek mi?

Atlas Okyanusu kıyısındaki küçük Antioche adasında kendi dünyalarını kuran Alec ve Eve’in yaşamları çoğu okuyucunun imrendiği bir gün bir kıyıda yaşamak rüyasını hatırlatıyor. Medeniyetten uzak, seçilmiş yalnızlık sınırlarının sorgulanmadan ve saygıyla kabul edildiği, tek kişilik yaşamların sade kurgusu, okuyucuyu derin maviliklerin kıyılarına götürüyor.

Hep bir terslik olabileceği kaygısına alışkın günümüz insanın şaşırmayacağı şekilde bir gün, ansızın elektriğin, telefonun, televizyon yayınının ve internetin kesilmesiyle adada tehditkâr günlerin başlayacağını anlıyoruz. Ardından özendiğimiz o sınırlar hızlıca kalkıyor ve çağdaş insanın iyilik-kötülük ikileminin tam ortasındaki sınavı başlıyor. İktidarın, her ne pahasına olursa olsun kaybetmemek uğruna toplumun dini değerlerini sömürme çırpınışları, günümüz gerçeğini en çıplak haliyle gözler önüne seriyor.

“Dünya tarihinin tüm destesi karıldı ve kartlar zorunlu olarak yeniden dağıtılacak. Ama vasilerimizin aramızda kalma veya çekip gitme tercihlerinden hangisini seçeceklerine göre, kartların yeniden dağıtılma biçimi de değişecek.”

Maalouf, iyilik ve kötülük anlamlarının duruma göre değişip değişmeyeceğini, varlığın –ne olursa olsun– iktidarın gücüne endekslendiği bir toplumda, kaygan zeminde yaşamanın sonuçlarını gerçeğe yakın bir üslupla hatırlatıyor. İster istemez yaşamak durumda kaldığımız, sorgulamaktan yorulduğumuz gerçek hayatlarımızı.

“Bugün insanlığın umutları bir basamak daha tırmandı. Ama sapkın bir umut bu. Bu iki sözcüğün yan yana getirilmesi, bugünün çelişkisini tam olarak yansıtıyor. Ölümsüzlük arzumuz bizi köleliğe götüren yola dönüştü.”

Yazar, küçük bir adadan distopik bir dünyayı anlatırken, okuyucunun zaman zaman, hangisinin ve kimin hayal ürünü olduğunun farkına varamamasını da ustalıkla sağlıyor. Hangi tarafta olduğumuzu sorgulatırken, yaşama güdüsü karşında sınırlarımızın varlığını hatırlatıyor ve o geçirgen sınırların sızısını, tekrar tekrar hissetmemize neden oluyor.

Hikâyenin sonunda kutsanan kardeşlerin geri dönüp dönmeyeceklerinin bilinmezliğinin yarattığı umut-umutsuzluk sarmalı, Sigmund Freud’un 1930’da söylediklerini anımsatıyor. Tüm sesler, okyanusta fırtınanın ortasında kalan insanların haykırışlarına karışıyor.

“Bana öyle geliyor ki, insan türünün kaderini belirleyecek olan soru, uygarlığın gelişiminin, birlikte yaşamın insanların saldırganlık ve özkıyım dürtüleri tarafından bozulmasına hâkim olmayı başarıp başarmayacağı ve bu hâkimiyetin ne ölçüde gerçekleşeceğidir.”[1]

 •

 


[1] Sigmund Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu (İstanbul: Metis Yayınları, 2014), s. 101.