Suat Derviş’in Almanya’da on beş günde kaleme aldığı roman

Suat-Derviş

Bir Haremağasının Hatıraları

SUAT DERVİŞ

İthaki Yayınları 2021

İthaki Yayınları, Suat Derviş’in Bir Haremağasının Hatıraları’nı Bir Saraylının Hatıraları ile birlikte aynı kitapta yayınlıyor. Bir Haremağasının Hatıraları’nın ardından okuduğumuz Bir Saraylının Hatıraları’nda saray hayatı bu sefer bir kadının gözünden anlatılıyor. Ancak bu kez anlatılan düşmüş bir padişahın sarayı. Doğal olarak bazı yanları değişik!

AHMET EKEN

Yazarın adını söylemediği ülkede yaşayan insanların en büyük sorunu çocuklarının beyaz adamlar tarafından kaçırılmalarıdır. Anneler çocuklarına sürekli olarak evin önünden ayrılmamalarını söyler, ancak ismi daha sonra Hayrettin olacak küçük, oyuna daldığı bir gün yaklaşan beyaz adam ve “zenci” yardımcıları göremez ve onların eline geçip kaçırılır. Önce yakınlardaki bir şehre götürülür ve bir eve kapatılır. Ardından o ve onun gibi kaçırılan çocuklardan erkek olanlar hadım edilir ve esir tacirlerine satılır. Satın alan ilk esir tacirinden başlayarak “kölelik hizmetine alıştırılmak için eğitilip” nasıl yemek yeneceğini, herhangi bir vaziyette ne yapılacağını, terbiyelice nasıl hizmet görüleceğini öğrenirler. Sonunda bir gün bazı arkadaşları gibi o da vapurla İstanbul’a götürülür. “Burada kendisini satın alan esir tacirinin konağında üç sene kalır ve bir paşa, bir sultan ve bir şehzade veya padişah sarayına haremağası olarak satılabilmek için yetiştirilir.” Türkçe okuma yazma, usul, erkân, terbiye, nezaket ve teşrifat öğrenir.

Üç sene içerisinde o kadar iyi yetişir ki, saray-ı hümayunun esircibaşısının karşısına çıkarılır. Hayrettin’i beğenen adam onu satın alır ve onun konağında çok sıkı bir “terbiye” daha görür, en sonunda sarayın haremağalarından biri olur. Artık yeni meskeni Yıldız Sarayı’nın ağalara mahsus dairesi, işi ise harem-i hümayunda hizmet etmektir. İlk gün kader arkadaşlarından biri ona şöyle bir tavsiyede bulunur:

Sarayda rahat yaşamak istersen üstüne vazife olmayan şeylere burnunu sokmamalı, lüzumsuz bir merak göstermemelisin. İstemeden öğrenilen bir şey sarayda insana felaket getirebilir. Zeki ve sessiz ol…

Saray hiyerarşisinde önemli bir mevkii olan Melekperver Hanım’ın mahiyetinde çalışmaya başlayan Hayrettin’in ilk harem izlenimleri olumlu değildir:

Harikulade güzel köşklerin içinde hâkim olan derin bir melankoli, bu kadar servete, refaha, ihtişam ve debdebeye, saraylıların çocukça neşesine rağmen havada gamlı bir sıkıntı var gibidir. (…) İnsanlar fısıltı halinde, hep alçak sesle konuşmaktadır.

Yeni ismiyle Hayrettin Ağa, kısa sürede hakkında çok şey duyduğu dönemin padişahı II. Abdülhamid’i ve tahttan indirildikten sonra Çırağan Sarayı’nda gözaltında tutulan kardeşi Murad Efendi’yi görür. Başta harem olmak üzere sarayı, insanlarını tanır. Kurallara uymadığı takdirde en azından sopa yiyeceğini yaşayarak öğrenir. Gözdeler arasındaki kıskançlıklara, dedikodulara, hatta küçük çaplı komplolara şahit olur. Suç ortaklığı yapıp kendini tehlikeye atar.

 Padişahın yeni gözdesi Nazende Hanım ile eski gözdesi Melek Hanım arasında büyük bir rekabet vardır. Sarayda düzenlenen nadir eğlence gecelerinden birinde iki kadın bir araya gelirler. Padişah da oradadır. Nazende Hanım’ın göğsünde bir madalyon vardır. Melek Hanım özellikle bu madalyonla ilgilenir ve ısrarla eline alıp bakmak ister. Padişahın duyabileceği bir sesle bu madalyonun açılır olduğunu, içine zehir konabileceğini söyler. Bunu duyan padişah, Nazende’den madalyonun içini göstermesini ister. Çaresiz kalan Nazende boynundan çıkarıp göstereceği sırada madalyon elinden düşer ve Hayrettin Ağa’nın önüne yuvarlanır. Ağa kimseye belli etmeden üzerine ayağı ile örter ve tüm çabalara karşın madalyon bulunamaz. Bir ara madalyonu alıp cebine koyan cüretkâr ağa odasına dönünce madalyonun içine bakar. Zehir yoktur ama içinde “M” harfi yazmaktadır. Yani Nazende’nin eskiden bu yana sevdiği erkek aslında sabık padişah Murad’dır. Madalyon olayı hemen kapanmaz; padişah defalarca sarayı, sarayları aratır ama bu arada Hayrettin bin bir maceradan sonra Nazende’nin odasına girip durumdan kızı haberdar eder. Aralarında büyük bir dostluk başlar. Ve bu sefer onlar Melek Hanım’a karşı saldırıya geçerler. Hayrettin aranan madalyonun bir benzerini gidip Melek Hanım’ın odasına bırakır. Aramada madalyon burada çıkınca Melek Hanım Yıldız Sarayı’ndan çıkartılıp Topkapı Sarayı’na gönderilir.

Madalyon meselesi Nazende Hanım ile Hayrettin Ağa arasındaki dostluğu koyulaştırır. Ağa giderek kızın sır ortağı olur ve bu sır tehlikelidir. Ağa, Nazende Hanım ile padişahın şüphe ile izlettiği kardeşi Murad Efendi arasında haber götürüp getirmeye başlar. Ancak bir süre sonra kızın odasında mektuplar bulununca durum açığa çıkar ve çaresiz kalan Nazende zehir içerek canına kıyar.

Bütün bu olayların gölgesinde Hayrettin Ağa büyük bir değişim geçirmeye başlar. Kötü bir adam olmaya karar verir. Kalbinde insanlara karşı büyük bir kin vardır artık. “İnsanlardan, onu zelil, küçük, gülünç ve şayanı merhamet bir hale sokmuş olan insanlardan intikam almak”, duyduğu hıncı birilerinden çıkarmak istemektedir. Cariyelerin sık sık hadımlığını hatırlatmaları, statüsü daha yüksek kadınların aşağılamaları ağrına gitmektedir. Bu durumdan kurtulmanın ilk aşamasının kızlarağasının casusu olmak olduğunu düşünür. O sıralar sarayın içine bir casusun sızdığı ve bazı özel bilgileri dışarı sızdırdığı açığa çıkmış, ancak sorumlular tespit edilememiştir. Ama saray teyakkuz halindedir. Hayrettin kızlarağasına gidip devam eden soruşturmada kendisine yardım edebileceğini söyler. Günlerdir bu işle uğraşmaktan bunalmış olan ağa onu kâtip olarak yanına alır. Sarayda unutulmuş ve manasız bir haremağası olarak yaşamak istemeyen Hayrettin Ağa bu işi seve seve üstlenir: “O, sarayın en güçlü, etkili şahsiyeti olmak istemektedir.”

İşine dört elle sarılır. Yıldız Sarayı muhafız zabıtası komutanı dahil herkesi izletir. Gelen raporları dikkatlice inceler ve hedef iyice görünür hale gelince operasyona bizzat katılır. Bir akşam gizlice girdiği bir evde her şeyi görür. İçerideki yedi kişiden bazıları yazmakta, bir kısmı elle bir şeyler dizmekte, biri de bir baskı makinesinde bunları basmaktadır. Tabii ki hemen zabıtaya haber verir ve hepsi tutuklanır.

Bu olaydan sonra padişah Hayrettin Ağa’yı hususi hizmetine alır ve bol bol ihsan verir. Bütün bunlar onu çok sevindirir. Başarısından ötürü gurur duyar:

Afrika’nın en ilkel kabilelerinden birinin vahşi çocuğuyken çalınmış, esirciden esirciye satılmış, nihayet büyük Osmanlı İmparatorluğu sarayında basit bir acemi haremağası olarak işe başlamış, fakat kısa bir zaman içinde sultanın hususi hizmetine alınacak kadar zekâ ve beceriklilik gösterebilmiştir.

Artık saraya gelen jurnaller onun da elinden geçmekte, padişah ne olup bittiğini ondan öğrenmektedir. Evhamlı bir kişi olan II. Abdülhamid için jurnaller çok önemlidir. Padişah geniş bir haber alma teşkilatı kurmuş, devamlı olarak onlardan rapor almaktadır.

Hayrettin Ağa’nın unutamadığı anılarından biri de cariye ile sevdiği adamın başına gelen felakettir. Hikâye şöyle başlar: Bir gün saraya üç halayık alması için kendisine talimat verilir, o da esir tüccarına gider. Esir tüccarının gösterdiği kızlar arasında istediği zaman gülen, neşeli bir kız vardır. Kız ağaların karşısında da halinden taviz vermez ve afacanlığını sürdürür. Sonunda esir tüccarı onu dışarı atsa da Hayrettin Ağa bu güzel ve neşeli kızı seçer ve beraberce saraya dönerler.

Sarayda Cevhermisal adını alan kız kısa sürede dik başlılığını gösterir. Haremin sert kuralları ona göre değildir. Kanto söyler, devamlı kapalı yerlerde yaşamaya itiraz edip sonunda kadınlar için bahçede dolaşma izni alır. Hatta onun sayesinde kadınlar toplu halde saray dışına, pikniğe bile götürülür. Haremdeki kırbaç cezası ilga edilir. Ancak günlerden bir gün padişah Cevhermisal’i huzuruna çağırır.

Önce kız beklenmedik bir biçimde bu emre karşı gelmeye çalışır, ancak yapılacak bir şey olmadığını anlayınca gider. Gider ama padişaha karşı gelir ve dairesine geri gönderilir. İki gözü ve iki kulağı devamlı açık olan Hayrettin Ağa olayın yaşandığı odanın kapısında olduğu için tüm konuşmaları duymuştur. Dairesine hapsedilen kızın tüm dünya ile ilişkisi kesilir. Ve bir süre sonra gözden düşen harem mensuplarının kapatıldığı Topkapı Sarayı’na gönderilir. Fakat Cevhermisal meselesi son bulmaz, odasında yapılan aramada mektuplar bulunur. Bunlar aşk mektuplarıdır.

Cevhermisal ayağını kırdığı için bir süre tabibin evinde misafir kalmış ve tabibin kızlarıyla gezintiye çıkmıştır. İşte bu gezintilerden birinde genç bir zabitle tanışmış ve birbirlerine âşık olmuşlardır. İki genç mektuplaşmaktadırlar. Haremde affedilmez bir olay olan Cevhermisal’in dışarıdan biriyle mektuplaşması padişahı çok rahatsız eder ve soruşturma görevini Hayrettin Ağa’ya verir. Ağa geniş çaplı bir soruşturma ile zabitin izini bulur. Ona istediği takdirde Cevhermisal’i Topkapı Sarayı’ndan çıkartıp buluşturabileceğini söyler. Genç adam evet deyince gerçekten kızı çıkartır, sevgilileri buluşturur ve kaçmalarını söyler. Ancak kaçmaya başladıklarında nöbetçilere haber verir! Harekete geçen nöbetçiler dur ihtarına uymadıklarını görünce ateş açar ve zabit öldürülür. Kız da sürüklenerek geri götürülür. Aradan yıllar geçer ve Meşrutiyet ilan edilip saraylarda yaşayan cariyeler serbest bırakılınca, Hayrettin Ağa, Topkapı Sarayı’nın kapılarının açılacağı gün oraya gider, ancak serbest bırakılan kadınlar arasında Cevhermisal yoktur.

İthaki Yayınları, Suat Derviş’in Bir Haremağasının Hatıraları’nı Bir Saraylının Hatıraları ile birlikte aynı kitapta yayınlıyor. Bir Haremağasının Hatıraları’nın ardından okuduğumuz Bir Saraylının Hatıraları’nda saray hayatı bu sefer bir kadının gözünden anlatılıyor. Ancak bu kez anlatılan düşmüş bir padişahın sarayı. Doğal olarak bazı yanları değişik!

“Bir Haremağasının Hatıraları” Almanca baskı, 1932.

Serdar Soydan kitapta yer alan yazısında Suat Derviş’in anılarından alıntılar ile Bir Haremağasının Hatıraları’nın yazılış öyküsü hakkında şu bilgileri veriyor:

Bir seneyi aşkın bir süredir Almanya’dadır. Öyküleri, fıkra ve makaleleri Alman gazete ve dergilerinde yayınlanmakta, bu sayede geçimini sağlamaktadır. (…) 1931 yılının sonbaharında kanser teşhisi konan babası, annesi ve erkek kardeşi tedavi için Suat Derviş’in yanına gelir. (…) Birden (bu kadar çok insana) bakmak, babasının tedavi masraflarını üstlenmek zorunda kalmıştır.

Suat Derviş bir anda kendisini para sıkıntısı içinde bulur. Bir gün Tempo gazetesine bir yazı götürür ve orada bir çevirmen dostu ile karşılaşır. Adam meseleyi öğrendikten sonra ona eski sarayların hayatına dair bir roman yazmasını teklif eder. Kahramanı bir haremağası olacaktır. Derviş bu teklifi derhal kabul eder ve çalışmaya başlar. İstenen sürede bitirebilmek, bir an önce para alabilmek için gece gündüz demeden çalışır ve on beş gün sonra romanı Almancaya çevrilmiş bir şekilde teslim eder. Bazı düzeltmelerle yayınlanan roman büyük bir reklam kampanyası ile duyurulur. Süksesi büyük olur, Almanya dışında birkaç ülkeye daha satılarak yayınlanır.

Bir süre sonra Türkiye’de dönen yazar gazeteler ve dergilerde yazılar, öyküler, romanlar yayınlamaya başlar. Bu arada Bir Haremağasının Hatıraları da anadilinde, Son Posta gazetesinde, 21 Eylül 1933-3 Ocak 1934 tarihleri arasında tefrika edilir. Ancak pek çok ülkede başarı kazanmış eser “sükût suikastı”na uğrar. Hakkında kimse yazı yazmaz. Suat Derviş ileriki yıllarda sık sık karşılaşacağı bu tavır karşısında yılmaz ve yirmi yıl sonra romanı Hürses gazetesine verir. Bir Haremağasının Hatıraları, Saray Kadınları” üst başlığıyla 12 Ağustos-3 Kasım 1953 tarihleri arasında tefrika edilir. “Tehlikeli” bir yazar olarak görüldüğünden, romanı kendi ismiyle değil, “S. B.” imzasıyla yayınlatmak zorunda kalmıştır.