"Sevdanın ligi olmuyor!"

Gençlerbirliği Tarihi

Ankara Rüzgârı: Gençlerbirliği Tarihi

TANIL BORA

Tarih Vakfı Yurt Yayınları

Tanıl Bora, 2003’te ilk kez yayımlanan Gençlerbirliği anlatısını son 16 yılda yaşananları da katarak genişlettiği bu titiz çalışmasında her şeyden önce bir centilmenlik tarihi sunuyor bize...

REYHAN SAYGIN

Gençlerbirliği’nin hikâyesi, şehrin tam da yüreğinden gelen bir esintiden ayaza dönen tanıdık Ankara havasını, futbolla ilgilenenler dışında, takım tutmanın anlamından haberdar olmayanlara da hissettiriyor. 

Tanıl Bora, futbol sevdasından vazgeçmeyen bir avuç “asi” 8. sınıf öğrencisinin öncülüğünde, bir hayalden beslenen yetenekli, imkânları kısıtlı pek çok gencin hayatını değiştiren bir spor kulübünden çok, daha derin bir anlam yaratmış bir kurumun tarihini, okuyucuya bir roman gibi sunuyor. Her karakterinde, isim isim, emeğin, idealin, gururun, vefanın, 95 yılın üzerindeki bir yaşamın izlerini takip ettiğimiz bir centilmenlik hikâyesi olarak. 

“Gençlerbirliği karakteri, okulluluk sözcüğü ile özetlenebilir” 

1920’lerin başı, 20 bin nüfuslu Ankara’da, Cebeci çayırında izlenen iddialı futbol maçlarıyla, ortak heyecan, umut ve hedefleriyle yaşama tutunan, birlik-beraberlikle yoktan var olan bir takım Gençlerbirliği.  

Bir spor kulübünün hayat hikâyesi okuyucuyu ister istemez günümüzde de toplumun bir replikası olan spor kulüpleri dünyası ile kıyaslamaya zorluyor. Bugün stadları hınca hınç dolduran, takımına ölümüne bağlı, hep birlikte slogan atıp bağıran, statüsüz kabul gören, sayıp söverek, ait olmanın verdiği cesaretle daha da özgür ve güvende hisseden taraftar topluluğunun, sosyal hayattaki zoraki maskelerinden kurtulmanın verdiği mutlulukla bir gruptan, dehşete kapılmış bir kalabalık ya da kural tanımayan bir güruh hâline gelmesi arasındaki ince çizginin hatırlattıkları gibi. 

Gençlerbirliği’nin köklerini oluşturan “talebe/tahsilli kimliğiyle uyumlu bir centilmenlik ve terbiyeli, efendi olma tavrı; oyuncuları mücadelecilikten geri bırakmayan, fakat aşırı sertliği dizginleyen bir etken,” bugün kaybolan birçok toplumsal değeri de içeriyor.

“Ankara Sultanisi, öğretmen okulları ve 1950’ye kadar üniversite gençliği kulübün oyuncu kaynağı olurken sporcu yetiştirmeye adanmış bu kurumun diğer temel amacı da gerek Ankara’nın yerlisi olan, gerek Ankara dışından gelmiş üniversiteli futbolculara, tahsil hayatlarını sağlayacak iş imkânı ayarlamaktır.”

1930’larda başkentin adeta “kültür yuvası” olan Gençlerbirliği’nin tarihi Ankara’ya aşina orta yaş civarı okuyucuya unutulmaya yüz tutan mekânları da anımsatıyor; Taş Mektep, Gençlik Parkı, Tandoğan Meydanı, Evkaf Apartmanı, Hal Binası, Vehbi Koç Öğrenci Yurdu’ndaki Lokal’de, kulübün nice kahramanın sesinden adanmışlık öykülerini, amatör ruhla harmanlanan, pes etmeyen hırsı ve haklı şampiyonluklarını dinliyoruz. 

Oyuncusundan taraftarına, elinde avucunda olanı kulüp için paylaşma, mağlubu korumak için bir cansiperane duruş, yenilgide yatağa düşecek kadar takımına inanma ve güvenme, ayakkabısını bile kendi cebinden alan “efendilik ve mütevazılık”, faytona verecek parası olmadığı için Fenerbahçe sahasına yürüyerek giden gururlu bir camia.  Türk futbol tarihini yazmış unutulmaz (unutulmamalı!) şahsiyetlerin çocuksu heyecan, sevinç ve gururlu anlatımları ile kalbe dokunan yaşanmışlıkları dinlemek, o günlere tanıklık etmemize olanak sağlıyor. 

Amatörlüğe veda, profesyonelliğe geçiş 

Ankaralılar, başkentin “taşra olmak” talihsizliğini, denizden çok uzak olmasına bağlamaya niyetli olsalar da, içten içe şehrin bünyesinin değişime, yeniliğe, ilerlemeye pek de uygun olmadığını bilirler. 1950’lerin başı futbolda profesyonel lig ilk önce İstanbul’da başlar. Bugün olduğu gibi İstanbul o dönemlerde de Ankara’nın hep üç-beş adım değil epey önündedir. 

“Profesyonellik, Gençlerbirliği için hiç de kolay anlaşılabilecek bir iş değildir. Fiili ya da gizli profesyonelliğe ayak uydurmaya çalışmışlardır gerçi, fakat diğer kulüplerin sunduğu maddi imkanlara kıyasla, Kırmızı-Siyah’a gönül vermiş bürokratların temin edebildiği küçük memuriyetler pek mütevazi kalmakta ve ancak talebeleri tatmin edebilmektedir, o da tahsilleri müddetince…”

Çağa ayak uydurmanın, bir ruha veda etmek anlamına geldiğini, hattâ “komik” ve “modası geçmiş” sayılmanın, “fazla muhafazakâr” olmanın sanki doğal sonucuymuş gibi bir dönemin kapanmakta olduğunu hissediyoruz, ince bir sızı kalıyor… 

Kaçınılmaz son 1960’larda başlar; üniversiteli oyuncu geleneğinin sonuna gelinmiştir. Profesyonelliğin renkli çatısının altında para, hırs, iktidar üçlemesinin yarattığı kontrolsüz gücün bugün olduğu gibi normalleştirilmesinin altında ezilen başkentin mütevazı ve efendi çocuklarının hikayesinin rotası yokuş aşağı göstermeye başlar. Hazırlıklı olmaya tenezzül etmedikleri yerlerden darbeler gelmeye başlar, şike gibi. Başkasının ayıbından utananların hissedebileceği mahcubiyet, sıkıntı, kendini oraya yakıştıramama duygusu ile sıkışan bir camianın “2. Ligde yıpranmadan, an’aneleri kaybolmadan…” var olmaya çabaladıkları çile yılları başlar. Umutlarını kaybetmezler. Türkiye Şampiyonu olan Gençlerbirliği genç takımı 1970’lerde takıma bir süre can suyu olsa da gelecek yıllarla ilgili hiç de iyi sinyaller gelmemektedir. İçeriden gelen protestolar, yönetimi ele geçirme hamleleri ardından gelen sıkıyönetimvari açıklamaların kısa süre sükuneti sağlamaya ama asıl ihtiyacı geciktirmeye yaramaktan başka bir faydası olmaz.

1976/77 sezonunda,  salt maddi gücünden değil, futbola olan müthiş tutkusu nedeniyle Ankaralı iş adamı İlhan Cavcav başkanlığa ikna edilir. Ancak bir süre sonra muhalefet Cavcav’ı küstürür. 1970-1978 döneminde 9 kişi başkan olur!

“SİYAH: Tarih boyunca zafer, başarı demektir. Siyah bir asil renktir, gururdur, inançtır, vefadır… KIRMIZI: Kan demektir, can demektir. Ve bu iki rengi formasında toplayan Gençlerbirliği yeniden dirilmenin narasını atacak bugün… Seyircisinin, kendisine gönül vermişlerin desteği ile… Onun için… Haydi Bastır Gençlerbirliği… Haydi Bastır…”

1980’lere yaklaşırken kulübün en karanlık dönemine girilir; resmen mahalli kümeye düşülmüştür. Çıkış için bir başkan aranmaktadır, paralı bir başkan!

Derken bütün 3. Lig takımlarının başına bir ‘devlet kuşu’ kondu”

Futbol federasyonu “memleketimizin içinde bulunduğu sosyal kültürel ve ekonomik durumlar ile seyahat zorlukları göz önüne alınarak” 3. Ligden düşmenin kaldırılmasına ve 3. Ligle 2. Ligin birleştirmesine karar verir. Her ne kadar bu kararın altında başka bir kulübün kurtarılma kaygısının yattığı söylentisi dolansa da Gençlerbirliği için de piyangodan 2. Lig çıkmış olur. 

1981’de İlhan Cavcav, ikinci kez ve “tam olarak” Gençlerbirliği’nin başına geçer.

Kader ağlarını örmüştür ancak Başkanın yenilgiye pabuç bırakmaya niyeti yoktur.

“Ankara futbolunun otuz yıl liderliğini yapan seçkin kulüp, 1945-1949 Türkiye futbol şampiyonu, Milli Ligin ilk yıllarının korkulan takımı Gençlerbirliği mahalli kümeye düşmüştü. Birçok Gençlerbirlikli, açıkça, her şeyin bittiğini düşünüyordu…”

Genetiğinde “yenilen olup bırakmak” olmayan kulüpte yönetim, cansiperâne bir inançla kulübü düşürmemek için lobi çalışmalarına başlar.

Gençlerbirliği tarihi geçmişinin ve haklı itibarının hürmetine kurtulur. 2. Lig’de maç adedi artırılır, küme düşen takımlar yerinde bırakılır. Yönetimin hedefi artık çok açıktır ve geri dönülemezdir: Gençlerbirliği 1. Lige dönecektir:  “1981/82 prova olacak, 1982/83 sezonunda vuslat gerçekleşecektir.”

20 yıl başkanlık yapacağını tahmin etmemiş, usanmaz, bıkmaz, kulübü birinci işi hâline getiren Başkan elini çabuk tutar ve kulübü yeniden yapılandırır. 1982/83 sezonuna girerken cevval bir yönetim iş başındadır. Gelir sağlamak için yönetim dört koldan çalışır, tesis alt yapısının temeli atılır ve transfer atağına girişilir. Takım, “toplama” ve “tuhaf” tabir edilse de, taraftar “fedai ruhu “ ile kulübün her işine koşmaya devam etmektedir. Sancılı maçlar ve atlatılan onca badireden sonra sonunda onüç yıllık çile son erer. Gençlerbirliği lig şampiyondur, ilk dört büyük arasındadır artık. 

Takım artık oturmuştur, kişilikli, onurlu, kulübünü seven çocuklar olarak nitelenir futbolcular. İnanç, futbolcu psikolojini iyi bilen idarecilerle desteklenince, 41 yıl sonra Türkiye kupası Gençlerbirliği’nin olur. 

Yanlış transferler, uygulamalarla 5 sezon sonra 2. Lige düşseler de buradan çıkmak için gerekli iksiri biliyorlardır; “Gençlerbirliği Türkiye’de apayrı özelliği olan bir kulüptür. Bir okuldur, sevgi modelidir. Bir maratonu önde bitirecek her şey bu camiada vardır.”  90’ların sonunda Kulüp imrenilen bir kurumsal yapıya kavuşur, eski özelliklerine tekrar sıkı sıkıya sarılarak, “Centilmen Gençler” olarak.

1990’ların ortasından itibaren bir “fenomen” ve bir “duayen” olarak tanınan, Gençlerbirliği ile bütünleşen başkan İlhan Cavcav kulübün 2000’lerdeki, kendi yağında kavrulma ve ligde kalıcı olmak hedefini ekonomik olarak bağımsız, bütçesi güçlü bir kulüp olabilmesine bağlar. İki yıl rüya gibi, güçlü ve pahalı kadrolarla geçse de, izleyen 15 yıl gitgide hem alt yapı hem de kurumsal sıkıntılar, politik ayak oyunları, demokratik ve şeffaf olmaktan uzak kulüp yapısı ile stratejik hedefler iyice zayıflar.

Gençlerbirliği’nin “okullu” olmak geleneğinden gelen alt kadrolar yeni bir nefes olsa da kulüpteki kadro değişimlerine yetmez. 

Ne küfürbaz ne arsızız,

 Ne torpilli ne yüzsüz, 

 İşte bizim tek farkımız:

 Biz Centilmen Gençlerliyiz

Sporcuları, yöneticileri, kulüp çalışanları, isimleri kitapta tek tek anılan kahramanların yanı sıra kulübü taşıyan, bitmeyen bir tutkuyla bağlı bir avuç insan; “fedailer”, onlar kulübün isimsiz kahramanları, onlar unutulmaz! Cebeci’deki Gençlerbirlikli esnaf, hiç maç kaçırmayan, tribünlerdeki ıssızlıkta yıllarca işitilen “Haaaaaydi Gençleeer!” sesinin sahibi doktor, evinde yemek yapıp takıma götüren beyin cerrahı gibi niceleri. Zaman içinde isimleri belki unutulacak olsa da her satırda hiç tanımadığımız yüzleri, seslerinin ruhumuza dokunan tınıları ile yaşayacaklar.

Yazarın dediği gibi sevdanın ligi olmuyor.

Okuyucuyu her dönemeçte, “bu sefer şafak görülecek” umuduna bağlayan Ankara Rüzgârı: Gençlerbirliği Tarihi anlamlı bir geçmişe şahit olmanın yanı sıra değerler, ülkü, varlık nedeni, kurumsallaşma, modernleşme, sosyokültürel değişim, politika, Ankaralı olmak gibi birçok temel kavramı da yeniden sorgulamamızı sağlıyor.