14 Şubat 2022

Sevmek dokunmaktır

Bach'ın 1 numaralı sol major çello süiti hayallerimin müziğidir. Buzlarla dolu bir denize bakarken, bir ormanın içinde yürürken, bir gece İstanbul'unda karanlığa dalarken, kulaklarımdan içime doğru  hep çellodan çıkan o müzik akar. Bach'ın müziği ile aşık olur, o müzikle ağlar, o müzikle sevinirim. Telefonum bile o müzikle çalar. Şubat 2022'nin dolunay öyküsü müziğin içinden süzülüp yazıya döküldü, yıllar önce okuduğum bir kitabın ismini alarak… "Sevmek dokunmaktır"

Bunu aklımdan geçirmiştim. Hatta her seferinde, yavaş yavaş kendimden sıyrılıp beraber kanatlanmaya başladığımızda, parmakların denizin dalgaları gibi bedenimde dolaşırken, dudakların, dişlerin omuzlarımda, bedenlerimiz birbirine dolanmış birer sarmal yay gibi kıvranırken, tam o anda; benim bedenimde kalmanı, kendine dönmeden sonsuza dek bende yaşamanı, arzu ederdim. Sevişmenin iç içe geçen labirentlerinde yolunu kaybedip bir daha asla dışarı çıkamamayı özlemek yani.

Az önce uçaktan indim. Atina'da havalimanından çıkınca kavurucu sıcak bedenimi dağladı, belki de ruhumu. Plaka'da pansiyonun bahçesindeki masada yazıyorum bunları sana hızlı hızlı. Daha eşyalarımı bile odaya çıkartmadım. Yarın, öbür gün, ömrümün kalan bölümünde ne yapacağımı bilmiyorum. Her şeyi terk ettim. Koşa koşa uzaklaştım geçmişten bugüne hayatımı dolduran ne varsa hepsinden. Sen zaten benimlesin. Seni kendimle beraber gezdiriyorum. Ama ya seni bulamazsam? Peki ya bulursam? Aslında yaşadığından bile emin değilim. Belki de delirdim. Benden kaçıyor musun, sonsuza dek benle olmaya mı çalışıyorsun anlayamıyorum. 

Odadayım şimdi. Eşyaları koyduktan sonra, dışarı çıktım kırmızı şarap aldım. Köşedeki tekel bayii üslubunca, açtırdım yaşlı kadına. Beni alkolik sandı herhalde. Saat daha on bile yok. İçim kızarmaya başladı oysa. Oda pansiyonun en üst katında. Pencereden Akropol'ün sütunları gözüküyor. Şimdi sakinleştim, nefes nefeseydim az önce. Böyle oluyor. Birdenbire başlıyoruz sevişmeye, herhangi bir yerde, herhangi bir saatte. Ben pencereye dayanmıştım. Ellerin uykudan uyandılar sanki, omuzumdaki sızıdan bedenime elektrik verildi. Giysilerimden kendim mi kurtuldum, sen mi yardım ettin? Sonrası Boğaz'ın kenarında, kendilerini rüzgara bırakan fırdöndüler.

Love Among the Ruins (1873) Edward Burne Jones

Böyle karmakarışık yazmamalıyım. Geçen salı günü başladı her şey, Asmalımescit'te içmiştik ya. Yağmur yağıyordu her zamanki gibi. Sımsıkı sarılmıştık birbirimize. Sonra İstiklal Caddesi'nde bıraktığımız ayak izlerimizi takip ettik. Bazen durup yana dönmüş, sonra sağ ayak ön-yana doğru bir adım daha atmış. Yüz yüze bakan iç içe geçmiş bir çift ayağın izleri. Demek ki durup öpüşmüşüz, ya da birbirimize bakıp gülümsemişiz, kim bilir hangi mevsimde, saat kaçta? Ayak izlerimizin tam üzerinde durduk, mıknatıs gibi birbirini çekti dudaklarımız. Eve gelemedik bir türlü. Ayak izlerimiz şimdiye dek girip çıktığımız bütün sokaklara, barlara bir kez daha götürdü bizi. Müzikler farklı, ritmler başka da olsa tahta pistin üzerinde önceden yaptığımız dansları yaptık kimseye aldırış etmeden. Dünyamız iki kişilikti, eğleniyorduk. Yağmur durduğunda, ayın ilk dördü uzanıp kancasını takıverdi ruhlarımıza. Ay ışığının girdabında kaldık bir süre. Odaya, gökyüzünden süzülen ışık huzmelerinin arasında girdik. 

Yatağa uzandığımızda, birbirimize dokunmaya başladığımızda, yine aynı şeyi istedim delice. Teninin bende, bedenimde kalmasını. Zaten ay ışığı bir tür birbirine yapıştırmıştı ikimizi. Sabah hayal meyal hatırlıyorum gidişini. Kalktığımda duşa girene dek ayrımına varamadım. Sıcak suyun altında vücudum hâlâ seninle beraberdi. Su değil de parmakların akıyordu sanki sırtımdan aşağı, kalçalarıma, ayaklarıma doğru. Hoştu, su soğuyana kadar öylece durdum. Arabada müzik listemden, beraberken dinlediğimiz şarkıları çaldım, bir yerlerde dans etmeye devam ediyorduk sanki. 

Öğle yemeğinden sonra yukarı çıkarken asansör bozuldu. Yalnızdım asansörde. İşte o zaman başladı omuzumdan bedenime yayılmaya başlayan alevler. Belime sarılmış, beni kendine doğru çekiyordun. Bacaklarımın arasında bacakların dolaşıyordu. İşyerinde böyle bir şey yaşamak, birilerine yakalanmak korkusu, bir yandan da önüne geçemediğim her yanımı sarmalayan heyecan. Sen, sen yanımda değildin, ama, düpedüz sevişiyorduk. Seslendim sana, sesin yoktu, ama ellerin vardı, daha da çok sarıldılar. Asansör çalışmaya başladığında üstümü başımı zor toparladım. 

Masama döner dönmez telefon ettim sana, yerinde değildin. Sonra sekreter arayıp not bıraktığını, acil bir durum nedeniyle Atina'ya gideceğini söyledi. Atina'ya niye gidesin ki durduk yerde? Absürt bir hâl almıştı her şey. İşten ayrıldım arabayı deli gibi sürdüm sahil boyunca. Beni terk mi ediyordun, yanına mı çağırıyor muydun, benle oyun mu oynuyordun? Deniz kenarında durdum sonunda. Sakinleşmeye çalışıyordum. Ama fırsat kalmadan uzun topuklu ayakkabılarım çıktı ayaklarımdan, sonra yavaş yavaş eteğim sıyrılmaya başladı. Omuzumdaki sızıyla beraber koltuğun arkaya yattığını, birbirine dokunan çıplak tenlerimizi hissettim. Bu sefer bıraktım kendimi. Hiç bir şey düşünmeden seviştim seninle. 

Atina uçağına binene kadar geçen zaman, yalnızca bir gece. Karar verme, toparlanma, bir şeyleri terk etme, birilerine haber bırakma. Bunlar makineli tüfekten çıkan mermiler gibi peş peşe oldu. İlk andaki panik, yerini mutluluğa bıraktı. Beraberdik. İçimde, avucumda, boynumla omuzumun birleştiği yerde, bir yerlerimde yaşıyordun. Sesin yoktu, ama gözlerimi kapattığımda, aklımda olan biten her şey, iki kişilikti. Bir elimi öbürünün üzerine koysam, elini tutuyordum. Tek kişilik koltuğa beraber oturmuştuk sanki. Yan koltuk boştu. Ama biz birleşmiştik. Usulca ayaklarımı okşadın.

Plaka'daki pansiyondayım hâlâ. Artık hiçbir şeyi yadırgamıyorum. Demin banyoya gittim. Tüm bu olup bitenler sırasında hiç aynaya bakmamışım. Senin gözlerinle kendi gözlerime bakarken buldum kendimi. Ellerimi yüzümde dolaştırdım, yüzünü okşadım sanki. Yüzlerimizden birinin sakalları uzamıştı. Diğerinin saçları dökülmüştü boynuna. Parmaklarımla üst dudağının ucuna dokundum. Aynada neler olup bittiğine bakmaya çalışıyordum ama aynayla benim aramda yüzün vardı. Duvarın köşesine dayanmış öpüşürken yer değiştirip duruyorduk. Bazen benim yüzüm, bazen seninki. Bir şeyler keşfetmeye çalışmaktan vazgeçtim. Yere yuvarlanırken aynada son gördüğüm boynuma uzanan dudaklarındı. 

Gece pansiyondan çıktım, Akropol'e çıkan yamaca tırmanıyorum. Çok yavaş yürüyorum. Yağmur başladı. Ilık bir yağmur. İncecik bir gömlek vardı üstümde. Çıkarıp attım. Yağmur damlaları yanaklarımdanboynuma akıyor. Yol ıssızlaştı. Üstümde ne varsa hepsini çıkardım. Yağmur giderek hızlandı. Çıplak bedenim, mermelerin arasına yerleştirilmek üzere taşınan bir heykel sanki. Göğüslerimin ucundan karnıma, bacaklarımın arasına damlıyor sular. Bedenimden süzülen yağmur aşağıya doğru bir derecik halinde akıyor. Birden kayboldun. Ellerini arıyorum bedenimde ama yoklar. Yalnız yürüyorum, halbuki sana ne kadar ihtiyacım var. Arkaya bakıyorum.

Aşağıya doğru akan derenin sonunda bir gölge belirdi, beni izliyor. Geceyi bir tül gibi örten yağmurun ardında ay hâlâ ilk dördünde. Hâlâ senle ben takılıyız çengelinin ucuna, sallanıyoruz uzayın derin boşluğunda. Zaman sanki hiç geçmemiş gibi. Üşümeye başladım. Arkamdaki gölge giderek yaklaşıyor. Yağmur sel gibi yıkıyor bedenimi. Vücudumdan akan sular çoğaldıkça arkamdaki gölge şekilleniyor. Heyecanlanmaya başladım. Akropole vardığımda arkama dönüyorum. Ay ışığında uzamış gölgesi ayak parmaklarıma değen sen misin? Akropol'ün sütunları arasından yayılan müzik ne peki? Ruhum gökyüzüne doğru mu çekiliyor, sen içimden dünyaya mı doğuyorsun. Ben ölüyor muyum, yoksa seni doğuruyor muyum?

Sevgilim, ay ışığı yağmurda menevişlenirken arkandan koşa koşa sana gelen elbette benim. Sen beni kendi içine hapsederken, ben senin suretinde bir yeryüzü parçasında yaşıyorum. Sen benle gelir misin diye kayboluyorsun, ben saklambaç oynamaktan bıkmayan bir çocuk gibi yine, yeniden, bütün coğrafyalarda seni buluyorum. Sonra ben kayboluyorum ve işte sen, yağmurun içinde dirilen bir heykel gibi karşımdasın. Ruhlarımız bir deste kağıt gibi karılmış birbirine. Tekrar tekrar karıştırıp yeniden dağıtıyor ilahi bir el. Ve her oyunun sonunda hem kaybeden hem kazanan biz oluyoruz. Birbirimizden uzak olsak da, bedenlerimiz hayatlarını terk edemeyen hayaletler gibi olsa da, yine birbirlerine dolanacaklar.Dışından da gelsem, içinden de çıksam, gözüm gözünü, kalbim kalbini, tenim tenini arayıp bulacak.

Uzaklarda bir yerde, birkaç yüzyıl önce birisi nota defterine iki nota yazmıştı, o daha bilmiyordu ama birisi sendin, birisi ben. Bizi birbirimize karıştırıp ikimizden oluşan aşkla çoğalttığı bir eserdi bestelediği, inişleri, çıkışları olan, birbirine dokunup duran. Yağmurlar sonbahar renkleriyle yağmaya başladığında, Akropolde sabaha ve sonsuza dek çalan bir çello süitinin içine hapsolduk seninle. O müziğin içinde doğmuştuk, o müziğin yankısıyla gökyüzüne yükseliyoruz. O müziğin sesiyle yağmur olup yağacağız…

Yazarın Diğer Yazıları

Endülüs’te Solan Bahçe

Her şey Flamenko’nun ezgilerinde kalsaydı, kalabilseydi keşke. Ama bizzat flamenko da böyle bir şeydi. O huzurun, sükunetin müziği değildi

Seçimden seçmeler saçmalar

Enteresan ülkeyiz vesselam, biri kendini devletin sahibi sanır, diğeri bir yüzyıldır falan kendinden başka bu ülkede vatansever olmadığını iddia eder

Bir devlet görevlisiyle bir vatandaşın diyaloğu

"Yok Can Atalay, yok Osman Kavala, yok Selahattin Demirtaş... Onlar ne isterse, nasıl isterse öyle oluyor, olacak"