15 Haziran 2022

Renklerin güncesi

Yıllardan yağmur, aylardan sıcak, günlerden sarı, düşlerden haziran. Ayın karanlık tarafına projektör tutuyorum. Ay, ışığı yutuyor, bir küçük cenini büyütüyor ışık, ayın karanlık koynunda. Ve kimi geceler tutunup ayın kancasına, dünyaya doğru ağıyor. Bir küçük meleğe dönüşüyor, haziran düşlerinde, renklerin güncesinde... 

Saatlerdir kitap okuyorum, ışık gözlerime batıyor, gözlerim yanıyor. Yatakta yan dönüp ayaklı lambanın düğmesine ulaşmaya çalışıyorum, belim ağrıyor. Işık bilmediğim bir yerlere doğru kayboluyor. Ağır bir karanlık çöküyor odaya, dışarda ayaz var, çocuk melek gibi uyuyor. Günlerden kahverengi. 

Nicedir böyle. Dağ başındaki bu köy evine yerleşeli bir yılı yeni devirdik. Terk edilmiş bir köy. Son sakini uzun yıllar önce vefat ettiğinden beri kimse yaşamıyor. İnternette bir ilan sitesinde gördüm satılık köy diye ilanı. Mirasçılar birleşmiş köyü satıyorlardı. Şehirdeki evimi sattım, o parayla bütün köyü aldım, üç beş de birikmişim vardı.

Bilmediğim bir yer, tanımadığım bir coğrafya. Çocuğu da alıp geldim. Öteden beri pek dost canlısı değilimdir. İnsanlara mesafeli dururum. Nadiren iyilik gelse de, çoğunlukla kötülük gelir insanlardan. Ne kadar uzak, o kadar iyi. Yine de birkaç arkadaşım var. Eskiden kalma. Onlar "Yapma, etme" dediler. "Bak, ne güzel evin var, maaşın var, şehirde imkanlar geniş, hem daha gençsin emekli olmak için, sıkılırsın, hele de çocukla çok zor, altından kalkamazsın". Ama karar vermiştim. Karar verdim mi, ben bile kendimi durduramam artık. Çocuğu da alıp çıktım yola, aylardan zeytin, günlerden kırmızıydı.

Çocuk çok mutlu. Hep gülüyor. Esas işim ona bakmak. Birkaç keçi aldım, tavuklar da var. Her gün sağıyorum keçileri. Çocuk seviyor. Peynir yapmayı da öğrendim, ekmek yapmayı, bostan ekmeyi de. Kendime, çocuğa yetiyorum. Her ayı üç parçaya böldüm. İlk hafta la, ikinci hafta mi, üçüncü hafta sol. Mi haftasının sarı günleri tatil, la ve sol haftalarında turuncu günler. O günlerde çocukla yolculuğa çıkıyoruz. Bazen dağlar, bazen orman ya da nehir. Çocuk tatil günlerini iple çekiyor. 

Bu hayatı çok sevdim. Sanki boşuna yaşamışım onca yıl. Bir diktörtgen prizmasından çık, başka bir diktörtgen prizmasına bin, ondan in, yüksekçe başka bir diktörtgen prizmasının içine gir. Sonra sabah bıraktığın diktörtgen prizmaya geri dön, yine bir diktörtgen prizma kullanarak. Hayatımın neredeyse dörtte üçü böyle geçti. Yolun sonuna geldiğim bir zamandı. Yol bitmişti. Yeni, pısırık arayışlar da çıkmaz sokaklarda tükeniyordu. 

Sonra çocuk çıktı karşıma. Kimsesi yoktu, sokaklara salmıştı birileri. İzlemeye başladım. Arada dövüyordu büyük çocuklar, iki mendil satsa parasını alıyorlardı elinden. Gözleri ama, ışıl ışıldı hep. Ağlarken bile hayata umutla bakabiliyordu. Bir gün tavuk dönerli dürüm aldım ona. Başka bir gün mendillerinin hepsini. Bana alışmıştı. Şehrin çöplüğüne atılmış bir zavallı olduğunu, bugün yok olsa arayıp soranının olmayacağını anladığım an, kaçırdım onu. Kimliği yoktu, annesi yoktu, babası yoktu. Abi dediği bir uyuşturucu müptelasına çalışıyordu. 

Kaderlerimiz kesişmişti bir kere, bundan sonra benim hayatım bitene kadar yolu birlikte yürüyecektik. Çocuğa bir kimlik çıkarttım önce. Nasıl mı? Bir ilçenin nüfus müdürüydüm ben. Hayatımda ilk defa gayri kanuni bir iş yaptım. Artık şehrin sokaklarının bana armağan ettiği bir çocuğum vardı. Eskiden beri bir çocuğum olsa, onu okula göndermem kendim yetiştiririm derdim. Eski yeni olmuştu. İlanlara bakmaya başladım, günlerden beyazdı.

Çocuğun keyfi yerindeydi, benim de, hayvanlarımızın da, bitkilerimizin de. Çocuk bir maymun gibi ağaca tırmanır, bir balık gibi nehirde yüzer, keçi gibi dağlara çıkar hale gelmişti. Taaa en baştan onu farklı bir dilin içinde yetiştirmeye karar vermiştim. Gezegenimizin bize sunduğu renklerden, seslerden oluşan bir dil yarattım. İki kişilik bir hayat sürüyorduk. Okumayı hemen öğrenmişti. En çok denizlerde geçen macera kitaplarını seviyordu, hele Corto Maltese'nin maceraları, başucunda durur, elinden düşürmezdi.

Mi haftasının sarı günlerinden birinde çocuk, "Bir dahaki sefere uzağa gidelim , la-mi-sol bütün haftaları ekleyelim birbirine ve denize gidelim" dedi. "Bütün günler bir süreliğine mavi olsun". Denizi hiç görmemişti, kitaplarda anlatılanlardan heveslendi diye düşündüm.

Bir sabah yola çıktık, sırt çantalarımız, uyku tulumlarımız, çadırımız, erzak, su. Denize yürüyerek gitmeye karar verdik, altı- yedi günlük yürüme mesafesindeydi bizim köyden. Kasabaya gidip otobüse binmek istemiyordum. Çocuk şehir hayatına heves eder diye korkuyordum. Mavi günler başlamıştı. Yola çıkmamızla çocuk bir anda değişti, sanki bir ses onu çağırıyordu. Geceleri kamp kurduğumuzda çadırın yanına oturur gökyüzüne bakardı. O bakarken yıldızlar kayardı. Gece göğünde havai fişek atılmış gibi olurdu.

Sabah uyandığında yanıma gelir "Günaydın beyaz balina" derdi, "Söyle, sen iyi kalpli bir beyaz balina mısın, kötü kalpli mi?" Ben de ona "Günaydın uçan balık" derdim. "Ben şarkı söyleyen bir beyaz balinayım, şarkı söyleyen beyaz balinalar iyi kalplidirler." Günlük konuşmalarımız böyleydi. 

Sonunda bir tepenin üzerinden denizi gördük. Yola çıktığımızda, çocukta başlayan değişiklikler, denizi görünce iyice arttı. Sessizleşti, bir hüzün çöktü sanki üstüne. Elimi bırakmak istemiyordu. Sanki gitmesi gerekiyordu da, benden ayrılmak zor geliyordu. Biraz daha yürüdük. Tepenin eteğinde ıssız bir kumsal uzanıyordu. Gece çökmeden aşağı inip çadırımızı kurduk. Yemek için ocağı yakıp su ısıtacaktım. Ufuktan portakal rengi bir dolunay yükselmeye başladı. Karanlık, büyük siyah bir kapı gibi açılıyordu gökyüzünde. Tatlı bir esinti ve ılık bir yağmur yeryüzünü kucakladı. Uzaklarda çift direkli bir uskuna belirdi. Yelkenlerini indirip ayın tam ortasına demir attı.

Çocuk yanıma geldi, uzun uzun sarıldı bana. "Bak" dedi "Corto geldi, gemisiyle beni almaya. Şarkı söylemeyi hiç bırakma olur mu beyaz balina. Nerede olursam olayım sesini duyarım". Sonra yavaşça suya doğru yürüdü, bana mı öyle geldi bilmiyorum ama suyun içine girdiğinde bacakları sanki uzun pullu bir kuyruğa dönüştü. Taa uzaklarda uskunanın pruvasında ince uzun bir siluet bekliyordu. Onu yolundan döndürmeye çalışmadım. Çocuk belki de bir melekti, bana gönderilmiş. Hayatımı değiştirdi, ömrüm boyunca hep istediğim, ama cesaret edemediğim hayatı verdi bana, ve gitti. Ona rastlayacak, onu tanımaya cesaret edecek başka insanları bulmaya. Aylardan istiridye, günlerden lacivertti. 

Yazarın Diğer Yazıları

Bir devlet görevlisiyle bir vatandaşın diyaloğu

"Yok Can Atalay, yok Osman Kavala, yok Selahattin Demirtaş... Onlar ne isterse, nasıl isterse öyle oluyor, olacak"

Mert katillerin ülkesi

Mamafih Sabahattin Aliler de, Uğur Mumcular da, Abdi İpekçiler de, Bedrettin Cömertler de, Bahçelievler'de katledilen yedi genç de, 1 Mayıs 1977'de üzerlerine ateş açılıp vurulanlar ve saymakla bitmeyecek pek çok vatansever gibi Hrant Dink de, birilerinin gözünde mert olan katillerce katledilmişlerdir

Gökkuşağı bebekler

Artık yağmurlar renkli yağıyordu dünyaya...