24 Mart 2019

‘Aramızda kalmasın’

Dilâra Gürcü ile ilk kitabı Aramızda Kalmasın'ı konuştuk

Dilâra Gürcü’nün ilk kitabı Aramızda Kalmasın çıktı.

Ben kendisini T24’teki yazıları ile tanımıştım.

Daha sonra psikoloji eğitiminden haberdar oldum. İstanbul’da beş sene psikolog olarak çalıştığını öğrendim.

Cinsiyetçiliğe karşı harekete geçmemize alan açan erktolia’nın da kurucusu. Daha sonra bu platformdan ayrılıyor. Türkiye ve Fransa’da aktivizm projelerinde çalışıyor.

2013’ten bu yana Paris’te yaşıyor. Teknoloji sektöründe yöneticilik yapıyor.

“Anne ben feminist oldum” diye başlıyor kitap. İdeal hamilelikten, cefakâr ve fedakâr analarımızdan bahsediyor, “nerede bu babalar” demeyi ihmal etmeden.

Aşktan bekâret ve himene, haz alabilen bir canlı olarak kadından kaşar-ayıplanma kültürüne dek uzanan bu deneyim paylaşımı mühim bilgilerle ve örneklerle desteklenmiş.

Jinekolojik muayeneye; beden algısının sağlığa ve özgüvene etkisine; rıza kavramına yer verilmiş.

Ekonomik şiddete, psikolojik şiddete, iş yeri şiddetine, flört şiddetine, sanal şiddete ve fiziksel şiddete önemli bir bölüm ayrılmış.

“Kadınlar şiddet uygulayan partnerlerini neden terk etmiyorlar?” diye bir soru var kitapta. Sizce neden?

Üç yüz yirmi sekiz sayfalık Aramızda Kalmasın, Doğan Kitap aracılığıyla Aslı Güneş editörlüğünde raflardaki yerini aldı. Kitabın alt başlığı Kadınlığın Mahremiyet Atlası.

Dilâra Gürcü’ye sordum:

Aramızda Kalmasın biraz da ‘el âlem örgütü’ ile başlıyor. Nedir bu el âlemden çektiğimiz?

Kadınlara sürekli neyi yapıp yapmamalarını gerektiğini söyleyen bir sistemde yaşıyoruz. El âlem tam olarak da bu sistem işte! Toplumsal cinsiyet rollerinin dayattığı kurallardan, ahlâk kurallarına kadar uzanan bir yol. Bu sınırlandırmalar içerisinde kadınlar kendilerini, istedikleri, hayallerini nasıl gerçekleştirebilirler ki? Ben el âlem ne der diye düşünmeden, kadınlar da el âlem ne der diye düşünmesinler diye yazdım bu kitabı.

Kitabın editörlüğünü Aslı Güneş üstlenmiş. Ben de kendisinin Amargi’de düzenlediği Donna Kişot (edebiyat) ve Full Metal Etek (film okuma) atölyelerinden faydalanmıştım. Nasıl bir deneyimdi sizin için birlikte çalışmak?

Feminist bir kitap için feminist bir editörle çalışmak şartmış. Aslı kitabı en az benim kadar sahiplendi ve ilgilendi. Süreçte sorduğu sorular farklı bakış açılarından yazmaya itti beni. Bilhassa annelik bölümünde yol göstermesi çok faydalı oldu benim için. Kitap daha proje halindeyken gideceği yönü pek kestiremiyordum. Ya çok teorik ve kapsamlı bir araştırma kitabı olacaktı ya da teorinin az deneyimlerin, örneklerin bol olduğu bir kitap olacaktı. Aslı’nın yönlendirmeleriyle popüler kültürden örneklerle daha yalın bir formata sokabildim kitabı. Yazdıklarımın yarısını attık mesela, şimdi o bölümleri akademik makalelerim için kullanıyorum.

Yaklaşık altı senedir Paris’te yaşıyorsunuz. Paris’ten Türkiye hissedilebiliyor mu?

Elbette! Zaten Türkiye gündemi çok yoğun, ben kopsam da karşıma çıkıyor bir şekilde.

Psikoloji eğitiminiz gün içinde ve yazarken size nasıl yardımcı oluyor?

Olmaz mı? Ben şu an internet teknolojileri üzerine çalışıyorum; ama müşterilerimle ilişkilerimde, eğitimlerde, toplantılarımda çok faydası oluyor. Zaten bir kere psikoloji okudunuz mu peşinizi bırakmıyor o açlık, sürekli öğrenmek istiyorsunuz alandaki gelişmeleri. Kitabı yazarken de kendimi okurun yerine koyarak yazmaya çalıştım hep.

“Sağ olasın Freud başkan, psikanalizi sen kurmuş olabilirsin ama kadın orgazmından zerre anlamadığın aşikâr” diyorsunuz kitapta. Tarih boyunca ve hâlâ, bu ve benzeri adamlar, kadınlara dair bildiklerini sandıkları şeyleri büyük bir özgüvenle ileri sürerken, kadınlarda gözlemlediğim -genel diyebileceğim- eğilim ise bizzat bildikleri konular hakkında bile kendilerinden şüphe etmeleri yönünde. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Impostor yani sahtekâr sendromu... Sanki bir şeyleri bilmeden, hak etmeden bir yerlere gelebildiğini sanma hissi bu. Bilhassa kadınlar bundan muzdarip çünkü sürekli neleri yapamayacağımızı, neyimizin eksik olduğunu söylenerek büyüyoruz. Özgüvenimiz hep eksik. Dik durduğumuz zaman, bildiğimizi konuştuğumuz zaman ukala ve çokbilmiş olmakla itham ediliyoruz. Toplumsal cinsiyet rollerini norm alarak insanları değerlendirenler, kendine güvenerek hareket eden bir erkeği çekici, kadınıysa itici buluyor.

Özgüvenimizi ne yapsak da arttırsak?

Aslında ben kitapta özgüven diye ayrı bir başlık yazmak istiyordum ama cesaret edemedim. Bazı bölümleri yazarken çok zorlandım psikolojik olarak onu da kaldıramayacaktım artık. Belki bir sonraki kitaba olur. Kendimizi sevmeyi öğrenmek kolay değil biz kadınlar için. Kısa bir cevap vermem olası değil ondan bu soruya.

Kitapta yer alan Madonna örneğinizi de hatırlayarak soruyorum: orgazmı talep etmenin önemi nedir?

Zevk almak! Haha! Seksin tek amacı üremek değil. Seks eylemi içinde iki kişi varsa bu eylemin iki tarafa da haz vermesi gerekir. Zevk almıyorsak neden seks yapıyoruz ki?

Kadınlık deneyimlerini geniş bir yelpazede vermişsiniz. Şiddet döngüsünden klitoris hakkında bilmemiz gerekenlere, oral seks tabusundan medikal kürtaja kadar uzanan bütün bu başlıkları çıkarmak, toparlamak nasıl oldu? Ne kadar vaktinizi aldı?

Ben feminizmin ABC’si gibi bir kitap yazmak istiyordum aslında ama bunun olası olmadığını yazarken anladım. Kadınların hayatlarını birebir etkileyen ama mahrem, ayıp ya da önemsiz olduğu söylenen konulara odaklanma kararını aldım ben de. Ana başlıkları 2016 başında çıkarmıştım, hatta biraz yazdım o dönem ama tam anlamıyla yazmaya Ağustos 2017’de başladım. Bir buçuk yıldan uzun sürdü toparlamak.

Kitabın yayına hazırlanma sürecinde neler öğrendiniz?

Kitabı daha taslak halindeyken yayınevine göndermem çok doğru oldu, o sayede şekillendi. Kurgu dışında kitabınızın konusuyla ilgili olan bir editörle çalışmak çok mühim bence. Belki başkalarının deneyimi bu yönde değildir, bilemem. Kitap bir türlü son halinde şekillenemediği için takvimde de sıkıntı oldu. Ne zaman yayınlanacağı bir türlü belli olamadı, kriz de malum, o bekleyiş beni çok germişti.  Sonra bir ay kala 8 Mart olacağını öğrendim ve tam o sırada seyahate çıktım. O süreç zordu; çünkü düzenlemeler oldu kitap içinde haliyle. Yeni bilgiler de öğrendim mesela kitabın içi ayrı, kapağı ayrı zamanlarda basılıyormuş matbaada. Tanıtım için hazırlık yapmak gerekiyormuş. Türkiye’de işler yüz yüze iletişimde daha kolay ilerliyor. Uzakta olunca çok zor oluyor bunlar.

Benzer yazma-yayımlama süreci yaşamak isteyen okuyucularımız varsa onlara ne söylemek istersiniz?

Ben tavsiye verecek statüde görmüyorum kendimi, ilk kitabım sonuçta. Ama yazma süreci için şunu söyleyebilirim; gerçekten çok disiplin isteyen bir iş. Benim tam zamanlı bir işim var, o günde on iki saatimi alıyor zaten. Sosyal yaşantımdan çok feragat ettim. Tatillerimi hep yazmak için kullandım. Kendimi eve kapattım. Aklımı yitireceğimi sandım bir ara. İdeal beden algısı hakkında yazarken mesela evde kendi kendime yağlardan, bitkilerden, sebzelerden maskelerden yapıyordum habire. Cadılık işte haha! Cinsellik bölümünü yazarken çok porno izledim, ilginç oldu o dönem de. Kendime kurgu kitap okumayı yasakladım mesela, sırf araştırmalarım için okudum. Ne oldu peki? Bu yasaklar bana hiç iyi gelmedi. Ne zaman ki kendime dışarı çıkmak için izin vermeye başladım o zaman daha iyi yazmaya başladım. İnsanlarla konuştuklarımı ekledim kitaba. Kurgu kitapları tekrar okumaya başlayınca onlardan örnekler yine konu oldu kitaba. Disiplin çok önemli ama ölçülü olmalı bence. Yazdığınız esere inanmak da çok önemli. Ben yayınlama sürecinde sorunlar çıktığında kendimden çok şüpheye düştüm. Çıkardığım iş iyi değil mi acaba diye düşündüğüm oldu. Bir de kitap benim bir parçam oldu, reddedilince ben reddedilmişim gibi hissettiğim zamanlar oldu. Oysa kitap eşittir ben değil ki! Benim yazdığım bir eser sadece. Onu benden bağımsız görmeye başladığımda ona olan inancım da arttı.

“Google’da ya da Twitter’da ‘tayt giymesin’ kelime öbeğini aratın. Erkeklerin, hangi kadınların tayt giyebileceği ve hangilerinin giyemeyeceği konusunda yazdıklarından adeta bir kitapçık çıkar!” diyorsunuz. Yazdıklarınızı okurken yaşadıklarımı hatırlıyorum ve belki de kendi deneyimlerimi temize çekiyorum. Bu yönüyle kitabınızın iyileştirici etkisinden söz edebilir miyiz? Yola çıkarken böyle bir niyetiniz var mıydı?

Yoktu. Zaten dediğim gibi yazarken ben iyileşmekten çok kötüleştim çoğu zaman. Hele ki aşk, cinsellik ve şiddet bölümlerini yazarken, kendi travmalarımı da açarken... Bana çok depresif ve karanlık geliyordu kitap. Kitabın bir kısmını ilk okuyan kişi, kapak ve iç kapak tasarımını yapan arkadaşım mimar Çiğdem Yalırsu oldu. Bana “okurken yalnız olmadığımı hissettim, bazı yerlere de çok güldüm” dedi. O kadar inanmadım ki dediklerine tek tek nerelerde yalnız olmadığını hissettiğini, nerelere güldüğünü sordum! Dayanışmanın iyileştirici bir yanı var tabii ama ben kitabın bu hissi verdiğini bilmiyordum. Terapi de böyledir ya, açılırken çok acı çekersiniz ama sonra iyileşmeye başlarsınız. Umarım okuyanlar da bunu hissedebilirler.

Yine kitapta karşılaştığım THINX’ten ve regl sızdırmayan külot deneyiminizden kısaca bahsedebilir misiniz? Aslında girişimcilere buradan seslenebiliriz. Bir uygulaması da Türkiye’de yapılamaz mı?

Ne güzel fikir! Bence de Türkiye’deki girişimcilerin ilgilenebileceği bir ürün olur regl emici ve sızdırmayan külotlar. ABD, Avustralya ve Fransa’da birçok marka var şu an. Ben çok memnunum. 100% pamuklu olanını kullanıyorum. Pedler gibi tahriş etmiyor, tampondaki gibi yanma hissi yok. Yoğun kanaması olanlar tereddüt ediyorlar ama gerçekten on altı saate kadar çıkarmadığım oldu yine de sorun olmadı. Yoğun günler için modeller de var. Ekolojik hem, tampon ve pedde geri dönüşüm olmuyor ki. Regl yoğunluğuna ve süresine göre kaç tane alınacağına karar vermek gerek tabii, hiçbirini yıkamaya vaktim olmazsa bile bana bir döngüde altı tane yetiyor.


https://www.youtube.com/channel/UClA-TK0IaeGDjIdFfdij7ZA

Yazarın Diğer Yazıları

İran’ın cesur kadınları: Jin, Jiyan, Azadi!

Çoğu İranlı temel özgürlükler ve demokrasi uğruna canını feda etti

Mad Pride ya da ‘Delilerin’ Onur Yürüyüşü

Mad Pride’ın amacı stigma ile mücadele etmek, ‘delilerin’ haklarını savunmak, çeşitli politikalara etki etmek, beraberce güçlenmek, bazen biraz eğlenmek ve misal ‘psikopat’, ‘manyak’, ‘şizo’, ‘deli misin nesin’ demeden önce bir kez daha düşünmeyi hatırlatmak

LGBTİQA+ hakları insan haklarıdır!

Kendimiz dışındaki insanların var oluşlarını öldürmeye yeltenmekle övün(e)memeliyiz, bundan olsa olsa utanç duyulur.